Anın ve geleceğin zihniyetinin kadın özgürlükçü olmasını halkların, inanç gruplarının, gençlerin ve elbette doğanın özgürleşmesinin teminatı olarak gösterir
Kadın özgürlüğü derken ne derece ortak perspektiflerle düşündüğümüzü anlamanın en kestirme yolu, fikirlerimizi yüksek sesle söylemek olabilir. Yüksek sesle ifade edilenler birbirleriyle karşılaştıkça düşüncenin hacmini de etkililiğini de arttırma potansiyeli taşır. Kadın özgürlüğüne inanmak ise çoğu zaman yüksek sese ihtiyaç bile duymaz. Nasıl yaşadığımız, bunun yegâne ispatıdır. Zihniyetleri inşa ederken kadının ve kadın özgürlüğünün nereye denk geldiği içinde yaşadığımız sistemde, hâkim zihniyetin ne olduğunu, neredeyse hatasız gösteren, sağlama gibidir.
Parçası olduğumuz her şeyde, her yerde; evde, iş yerinde, sınıfta, devlet kurumunda ya da parti binasında etrafımıza baktığımızda ne kadar kadın gördüğümüz başlangıç için mütevazi bir sorgulama olabilir. Devamı sokaklardadır. Kadınların kendilerine özgü sözleriyle, davranışlarıyla ve kararlarıyla buralarda olup olamadıklarıdır. Yaşama katılmak, yaşamda kadın varoluşlarıyla karşılaşmak anlamlandırmanın da yan yana gelişleri örgütleyerek zihniyet dönüşümünü sağlamanın da her zaman en etkili yolu, yöntemi olmuştur.
Çünkü zihniyet dediğimiz sözlüklerde söylenenin aksine, yaşamda çok, çok daha büyük bir yer kaplar. Kafamızın içindeki, hatta nereden geldiğini kestiremediğimiz fikirler bile duygulara ve eylemlere yön verir. Öyle ki zihniyet neyse yaşam da bizzat öyle akar. Bir ruh gibi, içeriden ve etrafından yaşamı sarar. Duygular, düşünceler ve eylemler bu ruhla oluşur.
Ağzımızdan çıkanlar, etrafımızdakilerle kurduğumuz ilişkiler, mücadelelerdeki konumlanışlarımız sakladığımızı sandığımızda bile taşıdığımız zihniyetin ne olduğunu gösterir. Bitti sanılan kadın varoluşu bir anda, bir sözle, bir tavırla rüzgarını estirebilir, fırtınayı başlatabilir. En usta demagoglar, en kurnaz erkekler bunun karşısında çırılçıplak kalır.
Öyleyse neden, nereden gelir, nasıl şekillenir?Emin olduğumuz bir şey varsa o da zihniyeti insanın ürettiğidir. Yaşamı sürdürebilmenin arayışlarıyla ürettiğidir. İçinde otantiklik kadar sapmaların da olduğu bir üretimdir. Haliyle mutlak bir iyilik, güzellik ve doğruluktan ya da aynı minvalde mutlak bir kötülük ya da karanlıktan bahsetmek zihniyet oluşumlarının izahına yetmez. Yani salt sonuçlarla ve bu sonuçların açığa çıkardığı niteliklerle izahlara girişmek, zihniyetlerin oluşum süreçlerindeki diğer tüm faktörleri, bilhassa birincil derecede belirleyici olan kadınlığı yok sayarak yanılgılı bir alana çekilmemize sebep olabilir.
Peki, karşıtlara eleştirel yaklaşım olarak açığa çıkan herkese, her şeye ayrı bir zihniyet atfedenlerin sonsuz görecelikleri, taşıdığı bunca riskle, zihniyetlerin kaynaklarını ve oluşumunu anlamaya yeter mi? Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde benim özgürlüğüm biter, benim özgürlüğümün başladığı yerde de diğerlerinin. Ama bu onun özel hayatı. Kim kendisini nasıl iyi hissediyorsa öyle yaşamalı. Özgürlüğü bu ve benzeri sınırsız, kimlerin, nelerin inşa ettiği belirsiz duygular ve düşüncelerle, gündelik deneyimlerle açıklayanlar, özgürlüğü toplum içinde parçalanabilir, sınırlandırılabilir kılmaz mı? Sonra da metalara, sınırlara özgürlüğün kendisinden daha fazla tutunmazlar mı? Bu sınırlar dışındaki özgürlüklere saldırıldığında mesleğinden, maaşından, evinden, arabasından, tatilinden taviz vermek yerine, sıranın asla ona gelmeyeceği hülyalarına kapılarak devrimin de direnişin de sorumluluğunu gizli gizli mesleksizlerin, yoksulların, gençlerin, bekarların, ötekilerin üstüne bırakmazlar mı?
Bütün bu pozitivist yaklaşımlar karşısında duyguların, düşüncelerin, eylemlerin ve hatta devrim hareketlerinin toplumsal olanla ve kadın varoluşuyla ilişkisi nasıldır ve fakat nasıl olmalıdır? Bu soruyu tarihsel-toplumsal bir sorumluluk olarak hem soran hem de özgürlük mücadelesinin odağına alarak yanıtlayan Abdullah Öcalan, kapitalist modernitenin en güçlü duvarlarından birini yıkar ve artık özel bir yerde konumlanır. Yıkılamaz, aşılamaz, dönüştürülemez sanılan kader yerine toplumsal hakikati koyar; kadın özgürleşmeden toplum özgürleşemez der.
Onun bilimsel yönteminde, zihniyet tartışmalarında karşıtlıklara, mutlaklıklara, sonsuz göreceliklere dayanan pozitivist yaklaşımlara ve çıkarsamalara rastlamıyor oluşumuz yüzünü, bilimciliğin kasten görmezden geldiği toplumsal yaşama, yaşamdaki kadınlık performanslarına, kadın odaklı araştırmalara dönmesiyle ilgilidir, diyebiliriz. Diyalektik ve döngüsellik vurguları tarihe başka türlü kulak vermenin yöntemi gibi işler.
Dinler, aile, ekonomi ya da birlikte yaşamın farklı formlarına dair düşünürken bilme hallerimizi hiyerarşik, tahakkümcü, devletli, erkek egemen ve kapitalist sistemin bilme hallerinden arındırmak gerektiğini savunur. Tarihi şekillendiren bu odakları, mutlak kötülükle, karanlıkla izah etmek ya da salt iyilik, güzellik, doğruluk atfetmek tek başına topluma, bilime, kadına ne kazandırır sorusunu sordurur.
Kazanıldığını sandığımız haklar açısından da böyledir. Doğaya hükmetmek, mülkün özel sahibi olabilmek, mirasçı sayılmak, vatandaşlık numarası alabilmek, eğitim hizmetine erişmek ya da boşanma hakkı… Yaratıcıları ve uygulayıcıları erkekler ve ulus devletlerse zihniyet dönüşmüş müdür? Toplumdaki cinsiyetçilik, kadın kırımı, gündelik ve sistematik erkek-devlet şiddeti aşılmış mıdır?
Teklik fikrinin de dahil olduğu bütün karşıtlıklar, tapınakların, manastırların, medreselerin, senatoların, mutezilenin arttıralım; Dominikenlerin, Fransiskenlerin, İslam komüncülerinin ya da Munster komününün hakikatinin anlaşılmasına yetmiş midir? Ana kadın kültünü korumaya yetmediğini biliyoruz. Cadıların yakılan bedenlerinden çıkan çığlıklar da hala kozmosta dolanıyor. Kadınların kapatıldıkları evler ise kafeslerden farksız. Bugün binlerce kadının kanı erkeklerin, devletlerin elinde.
Öcalan’ın tüm bunları erkek egemen zihniyetin, aslında kapitalist modernitenin inşası olarak görmesi, derinlikli çözümlemesi, son derece ahlaki ve ideolojik bir tutumla, anlık ve sürekli olarak “karşı durması” birçok şekilde açıklanabilir. Her hâlükârda kadının, doğayı ve içindeki kendini gözlemleyerek, gözlemlediğini yorumlayarak yaratıcı enerjisini ve bilgisini topluma doğru akıtması, yaşamın çok uzun bir döneminde zihniyeti belirlemesi Öcalan’ın toplumsal zihniyetin kadın özgürlükçülüğe dayanması gerektiği vurgusunda belirleyici olmuştur. Ancak kadınlar açısından salt geçmiş referanslarıyla izah edilemeyecek kadar büyük, bugün hâlâ özgürlük fikrini ve eylemini diri tutan varoluş hali, ana da geleceğe de taliptir. Bu bağlamda kadınların toplulukları etkileme gücünün biyolojik ve politik yeteneklerinin toplamına dayandığı kıymetli bir çıkarsamasıdır. Anın ve geleceğin zihniyetinin kadın özgürlükçü olmasını halkların, inanç gruplarının, gençlerin ve elbette doğanın özgürleşmesinin teminatı olarak gösterir. Ancak bu çıkarsama, sapma şeklinde ifade edilen diğer zihniyetin de binlerce yıldır kendisini büyütmesinin aracı olarak tersinden, kadının bütün bu özellikleri sömürülerek işletilecektir.
O halde tarihi ve bugünü kadını ele alış biçimleri açısından temelde iki zihniyet üzerinden tartışabiliriz. Bunlardan biri, topluma kodladığı davranışların, duyumsamaların, bilgi yapılanmalarının, düşünüş biçimlerinin ve bunlar sayesinde elde ettiği gücün toplamı olarak erkek egemen ve kapitalist sistemle (devletli, sınıflı, hiyerarşik sistemle) temsil edilen zihniyettir. Savaş, yıkım, sömürü; cinsiyetçiliğin türlü biçimleriyle bu zihniyette somutlaşır.
Adı bugün bizler tarafından kadın eksenli demokratik, komünal sistem diye kavramsallaştırılan ise diğeri, kadim olarak ifade ettiğimiz zihniyettir. Zamanında belki de sadece “doğal” görülenin, bugünün özgürlük idealini yine aydınlatabileceğini, ona yön verebileceğini, “otantik kendiliğin” doğrudan yaşanılabilir özgürlük hali olabileceğini çıkardığımızdır. Yansımalarını özgür kadınlığı bitirdik dediklerinde bile, bugün bile, yaşamın en içinde gördüğümüzdür. Özgürlüğü, kadın özgürlüğünü başlangıcın hakikati, anın ve geleceğin mümkün ütopyası haline getiren de budur.
Evet, Öcalan “kader” denileni kader olmaktan çıkarır. Zihniyetlerin artık ikilik oluşturduğu tarihsel süreçte ise hâlâ yürütebilen, insanın seçim yapabilen, politik bir varlık olmasıdır. O halde zihniyet dönüşebilirdir. İnsan “sistemin bilme ufkunun ötesine geçebilme” kabiliyetiyle başka türlü bir yaşamı seçebilir hatta o başka türlü yaşamı yeniden inşa edebilir. Zihniyet dönüşümünü toplumların nasıl inşa edildiğinin, değerlerin nasıl oluşturulduğunun peşine düşerek aramak, bulmak ve uygulamak buna içkindir. Hiçbir duygusunun, düşüncesinin, yaşam deneyiminin öylece kaybolup gitmediğini bilen, kadınlar ve erkekler özgürlüğün zihniyetini yeniden inşa edebilecek olanlardır. Zaten yeniden inşa ediyor olanlardır.