Kadına yönelik şiddetin en yoğun yaşadığı yerler ise gözaltı merkezleri ve cezaevleri… Tüm yasal değişikliklere rağmen, işkence ve cinsel işkence uygulanmaya devam ediyor. Birçok cezaevinde, girişte “çıplak arama” dayatması var
2005 yılına dek, Türk Ceza Kanunu’nda kadına yönelik şiddet bir bölüm başlığı olarak bile yer almadı. Tecavüz suçunun tanımı çok yetersizdi. Cinsel taciz, bir suç tanımı olarak yer almıyordu. Bekaret kontrolü, fütursuzca ve işkence amaçlı kullanılıyordu.
Ve belki de, en önemlisi “namus“ gerekçesi ile işlenen cinayetlerde, indirim uygulanması söz konusuydu. Kadınların mücadelesi sonucunda, 2005 yılında, Türk Ceza Kanunu’nda önemli değişiklikler yapıldı.
Cinsel saldırı suçu, bir bölüm başlığı olarak yasada yer aldı. Cinsel tacizin, suç tanımı yapıldı. Bekaret kontrolü, belirli şartlara bağlandı.
Ve 2011 yılında, Türkiye “Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’ni“ imzaladı.
Ancak, yazılı hukukta yapılan değişiklikler ve imzalanan uluslararası sözleşmeler, uygulamada gereği gibi yansımıyor.
Özellikle devletin “şiddet dilini“ fütursuzca kullanması, toplumsal şiddet ve özellikle de kadına yönelik şiddetin, artmasına neden oluyor.
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet alanında, bugüne dek yapılmış en “ileri“ sözleşme. Ancak T.C. Devleti sözleşmenin tarafı olmasına rağmen, gerek pratik uygulamalarda gerekse yargı alanında sözleşme sürekli ihlal ediliyor.
İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan devletler, GREVİO isimli bir mekanizma tarafından denetleniyor. GREVİO, 15 Ekim 2018 tarihinde Türkiye raporunu açıkladı. GREVİO raporunda: “kadın-erkek eşitliği ve kadına yönelik şiddet konusunda, bütüncül ve sistematik bir değerlendirme yapılmadığını“ dile getiriyor. Ve yine, “kadın-erkek arasında, “ayrımcı-kalıp yargılar“ konusunda da eleştirilerini dile getiriyor.
GREVİO, toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı, şiddete ilişkin bildirim oranlarının düşüklüğünü de eleştiri konusu yapıyor.
Raporunda devamla, sivil toplum kuruluşlarına yönelik özellikle de, İstanbul Sözleşmesi ve onun ilkelerini destekleyen bağımsız kadın örgütlerine yönelik giderek artan, kısıtlayıcı koşullar nedeniyle endişe duyulduğunu da belirtiyor. Bir kez daha, T.C. Devleti’ni iç hukuk ve uluslararası sözleşmeleri uygulamaya davet ediyoruz.
Coğrafyamızda kadınlar, yaşamın tüm alanlarında şiddete maruz kalıyorlar. T.C. devleti, bir “hukuk devleti” olamadığı için, yazılı hukuk ile uygulama birbirinden çok farklı. Yukarıda da belirttiğim gibi hukukta değişiklikler yapılsa da, Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi imzalanmış olsa da “devlet aklı” değişmiyor.
Kadına yönelik şiddetin en yoğun yaşadığı yerler ise gözaltı merkezleri ve cezaevleri… Tüm yasal değişikliklere rağmen, işkence ve cinsel işkence uygulanmaya devam ediyor. Cezaevlerinde, kadınların tüm özel mekânları, kamera ile kontrol ediliyor. Birçok kadın mahpus sürekli taciz altında olduklarını söylüyorlar. Birçok cezaevinde, girişte “çıplak arama” dayatması var. Bu bir cinsel işkence yöntemi. Birçok kadın mahpus, bu tavra itiraz ettiği için disiplin cezalarına maruz bırakıyorlar.
Çok sayıda ağır hasta kadın mahpus var. Özellikle, pandemi döneminde tedavi hakkı tamamen ihlal ediliyor. Cezaevlerinde doktor ya yok, ya da sayıları çok yetersiz. Cezaevinde kalamayacak kadar ağır hasta birçok kadın mahpus, Adli Tıp raporları ile cezaevinde kalmaya devam ediyorlar.
Temizlik, hijyen kuralları çok yetersiz. Birçok kadın mahpus ped ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor.1 yıldır duruşmalara, hastaneye gitmeyen kadın mahpuslar var. Çift kelepçe uygulamasını, onur kırıcı bulduklarından kabul etmeyen mahpusların mahkemelerde de kendilerini ifade etme hakkı ihlal edilmekte.
İstedikleri yayınlara, kitaplara ulaşamıyorlar. Cezaevinin içinde “ikinci bir cezaevi” uygulamasına maruz kalıyorlar. Gözaltında, işkence yöntemleri 90’lı yılların uygulamalarını hatırlatıyor. Sözlü, fiziksel taciz ya da cinsel saldırı uygulamaları bilgilerini almaktayız.
Kadına yönelik şiddet konusunda fail, devlet güçlerinden biri ise büyük bir “cezasızlık” söz konusu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, kadın kurtuluş mücadelesi devam etmekte.
Kadın ile erkek arasındaki, ezme-ezilme ilişkisine karşı çıkarken, ırkçılığa, milliyetçiliğe, militarizme de karşı çıkmak gerekiyor. Çünkü kadına yönelik şiddet politiktir.
Bu şiar ile yola çıkan kadın mücadelesi, bir “kurtuluş savaşı” olarak devam ediyor.