Kim mi bu saygın oldukları için katledilen, itibarsızlaştırılmak istenen kadınlar. Sizin büyük büyük büyük babalarınızın alt edemediği, şu anda sokaklarda İstanbul Sözleşmesi'ni geri almak için kavga veren kadınların büyük büyük büyük anneleri
Kadınları katleden, katledilmeleri için iktidarının olanaklarını sonuna kadar kullanan, onları itibarsızlaştırmak için her türlü rezil politikaları devreye koyan erkekler, size birkaç sözümüz olacak.
Kadınlara karşı bu düşmanlığınızın, nefretinizin ve açık konuşalım korkunuzun ve hatta kıskançlığınızın sebebini söyleyelim: Böbürlene böbürlene savunduğunuz erkekliğinizin temelinde korkunç bir zavallı zayıflık yattığını biliyor musun. Size hiç felsefeden, sosyal bilimlerden bahsetmeyecek bu yazı çünkü doğduğunuz günden beri öylesine donmuş bir akılla yaşıyorsunuz ki muhtemelen okumaya kalksanız bile bırakırsınız, o yüzden bu yazıyı tane tane ilerletmek daha uygun olacaktır.
Kutsal kitapları gerekçe gösteriyorsunuz ve kadınların akılsız, iyiyi ve kötüyü bilme ağacındaki meyveyi yediği için tüm günahların sorumlusu, şeytanla ortak, güvenilmez, iffetsiz olduğunu söylüyorsunuz. Kadının erkek için yaratıldığını ve erkeğin kaburga kemiğinden yaratılacak kadar Allah’ın yarattığı önemsiz bir kulu olduğunu böbürlenerek anlatıyorsunuz.
Not: Sizin adına üzgünüz ama bu hikâye Müslümanlığın kutsal kitabı Kuran’da yok. Gerçekten yok, inanmıyorsanız bir daha bakın. Hatta hangi meale bakarsanız bakın, bu hikâye yok. Nereden mi sizin aklınıza girdi bu hikâyeler. İşte, tanıdık bir simadan, o da iktidara peşkeş çeken ve kadınlardan nefret eden siyasal İslamcı din alimlerinden. Onların aklına mı nereden girdi. Kendilerinden önceki iktidar sahiplerinin hikâyelerinden.
Önce biraz geriye gidelim bakalım kadınlara atfedilen tüm bu aşağılayıcı ve katliama davet çıkaran söylemlerin kökü nereye dayanıyor:
Sizin büyük büyük büyük babalarınız binlerce yıl önce erkek egemen devletçi sistemi kurabilmek için kadınların alt edilmesi gereken varlıklar olduğunu fark etmiş. Derler ki; kadınlar bir türlü iktidarın zorba karakteriyle barışamamış ve hep erkeklerle kavga çıkarmış. Daha binlerce yıl önceki mitolojilerde (mitoloji diye küçümsemeyin, bugünkü yasalar kadar belirleyicidir onlar) erkeğin kurnazlığı tanrı Enki’de, (Sümer tabletlerine bakınız) bir erkek evladın yeni sistemin baş tanrısı olabilmek için öz annesini öldürebilmesi ise Marduk’ta kendisini göstermiş. (Enuma Eliş – Yaradılış Destanına bakınız)
Ve mitolojik hikâyelerde önce olumlu karakter olan Lilith, artık güçlü ve erdemli erkek karşısında şeytanla ortaklık eden, onunla cinsel ilişkiye giren, Tanrı’nın sözünü dinlemeyen, başına buyruk, insan çocuklarını öldüren intikamcı bir ifrit tanımı ile binlerce yıl gerçek hayattaki söz dinlemeyen kadınlar için söylenmeye başlanmış. Bu hikâye biz Kürtlere ise çocukluğumuzda bizi korkutmak için söylenen pirebok, helika gişkin, elka şevê, pîra mirovxwar, elk olarak geçmiş.
Not: Lilith de kutsal kitaplarda yok ama özellikle Yahudiliğin kutsal kitabını yorumlayanlar çok ihtiyaç duymuş olmalılar ki bir yerlerden bulup çıkarmışlar. Ardından Lilith’in yerine geçen Havva anamız da yasak meyveyi yediği ve Adem’e yedirdiği için Lilith kadar lanetli olmasa da ilk günahın temelini atan, sözüne güvenilmez, ceza olarak da sancılı doğum yapmakla ve erkeğe bağımlı olmakla cezalandırılan bir kadın olacaktır.
Hikâyemize devam edelim; Büyük büyük büyük babalarınızdan tanrılar arasında her şeye kadir olan tanrı Zeus, gözüne kestirdiği tanrıçalara tecavüz etmekle ya da onları kandırıp evlenmekle pek ünlüdür. Hatta kendi iktidarına geçecek korkusu ile çocuklarını öldüren bir tanrıdır Zeus. Tanıdık geldi mi bu hikâye…
Kadınların kötülük kaynağı olması için size bir hikâye daha; Pandora… Zeus‘un açmamasına dair tembih ettiği kutuyu açtığı için yeryüzüne tüm kötülükler Pandora’nın merakı yüzünden yayılmış. Tanıdık geldi mi size bu hikâye de. Ama üzülmeyelim kutunun içinde sadece umut kalmış.
Güzelliği ile dillere destan Medusa tecavüze uğramış ama yine de kendisi cezalandırılmış. Yüzüne bakanı taşa çevirecek kadar çirkin, korkunç, saçları yılanlarla dolu bir kadın olmuş artık.
Şimdi de sizin pek işinize gelmeyecek birkaç gerçek tarihi öyküden bahsedelim.
Hz. Muhammed’in kadınlarla olan diyaloglarını bilir misiniz acaba. Kadınların onun yanına rahatlıkla gidebildiğini, onu eleştirebildiğini, peygamberin ise o kadınların itirazlarını dikkatle dinlediğini, bir devrim yaratamamış olmasına rağmen belli noktalarda kadın aleyhtarı sosyal ilişkileri düzenlemek için uğraştığını bilir misiniz. Biraz okuyun bakalım Mücadele suresini orada (isminin Havle olması muhtemel) bir kadının İslam Peygamberinin kapısına dayandığını, sorunumu çözeceksin yoksa kapından ayrılmam dediğini. Bilmezsiniz. Peki bu sureden sonra erkeğin kadınla olan ilişkilenme biçiminde yeni düzenlemeler pardon kısıtlamalar (erkek aleyhine) getirildiğini de bilir misiniz? İktidar sahiplerinin işine gelmez bu tür öyküler. Kadınların sözünü dinlemek, hele de bir peygamber bunu yapmışsa… Tanıdık geldi mi bu korku sizlere.
Hz. İsa’nın kadınlarla yoldaşlığını bilir misiniz. Mecdelli Meryem’i okudunuz mu hiç. Daha ilk gününden itibaren tıpkı Hz. Muhammed’in ilk eşi Hz. Hatice gibi Mecdelli Meryem’in de İsa’nın yanından hiç ayrılmadığını bilir misiniz. Peki bilir misiniz acaba İsa’nın ölümünden hemen sonra havarileri arasında en çok sevdiği olan Mecdelli Meryem’e ne olduğunu. Bilmezsiniz. İsa’nın birkaç erkek havarisinin onu kötüleyerek uzaklaştırdığını ve Mecdelli Meryem’in o günden sonra ortadan kaybolduğunu da bilmezsiniz.
Hep iktidarın yanında olan ve kadın düşmanı siyasal İslamcılarla tanışmışsınızdır ne tesadüftür ki. Biz de sizi Hz. Muhammed’in gerçek yaşam hikâyeleri ile, kadın erkek eşitliğine inanan bilim insanı İbn-i Sina ile, mutasavvıflardan Beyazıd Bistami’nin “Benim pirim bir kadındır” sözü ile tanıştıralım. Tasavvuf kültüründe çok bilinen Hasan Basri’nin, Rabia Adeviye ile olan arkadaşlığını yazar tarih kitapları ve onun şu sözlerini de ekler : “Tam 24 saat Rabia ile birlikte olduk, tarikat ve hakikat üzerine konuştuk. Bu süre içinde ne benim aklıma erkek olduğum ne de onun aklına kadın olduğu geldi.” Peki sizin aklınıza kim soktu bir kadınla erkeğin tek kalmaları durumunda şeytanın araya gireceğini.
Rabia Adeviye demişken, sizleri de ilgilendiren meşhur hikâyesini bir kez daha yazalım. Her gün kapısına gelip onun engin düşüncelerinden faydalanmak isteyen erkeklerden biri bir gün Rabia’ya sorar: Ey sevgili Rabia, derler ki Allah bize dokuz akıl ile bir nefis vermiş; size ise bir akıl ile dokuz nefis vermiş. Siz o bir akıl ile nefislerinizle nasıl baş ediyorsunuz. Rabia durur mu, hemen yapıştırmış cevabını: Bizim bir akılla dokuz nefsin üstesinden nasıl gelebildiğimizden ziyade sizin dokuz akılla bile bir nefsinize nasıl olur da mağlup oluşunuz garip geldi bana.
Ünlü mutasavvıflarından İbn-i Arabi, Tanrı’yı onun suretinde görecek kadar kadınların güzelliğine hayranlık duyarken siz neden bu kadar düşman oldunuz kadınlara.
Zerdüşt’ü ister sevin, ister sevmeyin. Yaşamıştır ve dünya tarihinde kutsal kitabı Avesta ile yerini almaktadır. Güneş’in elbisesini giymiş olan kadının evladı Zerdüşt’ün kadın erkek eşitlik ilkesine bir göz atın isterseniz.
Tanrılar tanrısı korkunç Zeus’a rağmen Olimpos dağında tanrıların elinden ateşi alıp insanlara hediye eden Promethus’u duydunuz mu hiç. Ve elbette ki ceza olarak bir kayanın tepesine zincirlenerek karaciğerinin kartallara yedirildiğini de bilmezsiniz. Tanıdık geldi mi. Ama sevinmeyin, Promethus’un öldüğünü sanmayın, binlerce yıl sürmesi planlanan bu işkenceden onu Hektor kurtarmış, sonra da Promethus gidip o kartalın karaciğerini yemiş.
Daha bitmedi size kötü örnek olacak erkeklerin tarihteki hikâyesi. Ortaçağ’da dört yüzyıl boyunca yüzbinlerce kadının şeytanla işbirliği yapan cadılar oldukları gerekçesiyle çeşit çeşit ölümlerle katledildiğini duymuşsunuzdur. Onu da mı duymadınız. Okursunuz elbet, o kadınlar neden katledilmişler. Bu arada elde kalan resmi tarihi listelere bakılarak yüzbinlerce kadının katledilmesine dair bir istatistik yapılır ve öldürülen bu kişilerin yüzde 18’inin kadın olmadığı açığa çıkar. Kim miymiş onlar, onlar katledilen cadıların davalarına inanan, o kadınların eşleri, oğulları, erkek kardeşleri imiş.
(Bu arada konuyu dağıtmadan yazalım; tüm bu hikâyeleri okurken kendinde bir rahatlama hisseden “Vallahi ben zaten eşimi dövmüyorum, ona ev işlerinde yardım ediyorum, inanın sevgilimi kıskanmıyorum, ablamın ne giydiğine karışmıyorum bile, kadına yönelik şiddeti nefretle kınıyorum” diye uzayıp giden övgülere sahip politik erkekliğe de birkaç sözümüz olacak bir dahaki yazıda.)
Evet erkek egemen tarih yazımıyla ve konforlu erkeklik sözü alarak büyütüldünüz, çok da memnunsunuz bu iktidarınızdan. Ama biz size tarihin gerçek yüzünü öğreteceğiz, kadınların yaşamın anlam gücü olduğunu, doğanın işleyişinden kopmadan yeteneklerinden toplumsal saygınlıklarına, fizikten, kimyaya; aletlerin yapımından yazının icadına, şifacılıktan inanç dünyasındaki etkinliklerine kadar kadın hakikatini tek tek sizlere anlatacağız. Böylece içinizde büyüttüğünüz kadın düşmanı bilgi yapınız ile çarpışacaksınız.
Ve neden özgür kadın kimliğinden bu kadar korktuğunuzu, bir kadının kendine ait bir varoluşu olduğunu kabullenmenin neden bu kadar zor olduğunu göreceksiniz.
Bu arada kim mi bu saygın oldukları için katledilen, itibarsızlaştırılmak istenen ama direnişleriyle kültürlerini yaşatmaya çalışan kadınlar. Sizin büyük büyük büyük babalarınızın alt edemediği, şu anda sokaklarda İstanbul Sözleşmesi'ni geri almak için kavga veren kadınların büyük büyük büyük anneleridir o kadınlar.