En çok etkilenen kadınlar, en önde mücadele ederken: “Buradan gitmeyeceğiz”
Ekolojik krizden ve iklim yıkımından önce ve sonra en çok kadınlar etkileniyor. Kadınlar geçimlerini daha çok bitki üretimi ve hayvan yetiştiriciliği gibi doğayla bağlantılı işler üzerinden sağlıyorlar, doğayla bağlantılı olan bu işlerde işgücünün tümüne baktığımızda bunun çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor.
Yine doğayı sömüren projelerin ve iklim yıkımının bir sonucu olarak dünya genelinde yaşanan zorunlu göçler de (buna değişen iklim koşulları nedeniyle yaşanmaz hale gelen küçük bir ada ülkesinden; Hasankeyf’in boşaltılan köylerine kadar on binlerce örnek verebiliriz) suya erişim ihtiyacı vb. nedenlerle, kadın sağlığının olumsuz etkilenmesiyle, göçülen yerde geçim sıkıntısının etkisiyle ve en nihayetinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle en çok kadınları ve çocukları etkiliyor.
Taş ocaklarının, madenlerin, barajların, yolların, enerji projelerinin yaşadığımız yerlerin yanı başında önce toprakları kamulaştırarak, sonra istihdam olacak söylemleriyle insanları kandırarak, sonra köylere kalkınma adıyla yol, sosyal tesis yapmaları, çöp konteyneri koymalarıyla, bir süre sonra sondajlarla susuz bırakmalarıyla, sürekli kamyonlara ve tırlara yol olurken, yaşam alanlarımız toz toprak içinde bırakılırken, çeşmelerimizden kirli su akmaya başlarken ya da patlatılan dinamitlerle evlerimizin duvarları çatlatılırken tek bir şeyi söylüyor kadınlar: “ne olursa olsun buradan gitmeyeceğiz”.
Yalnız değiliz
Mücadele kadınlar arasında ortak dostluklar ve düne göre daha da çoğalan dayanışma olanakları yaratıyor. Jeotermal santrallere karşı mücadele ederken ayaklarına çimento dökülmesini de göze alarak projeyi durduran Aydın Kızılcaköylü kadınlar direnişlerini anlatan tiyatro topluluğu kurarak daha da yakınlaştılar. Yırca’da termiğe karşı mücadele eden kadınlar kooperatif kurarak ve sabun üretimi yaparak dayanışmalarını arttırdılar. Birbirinin yaptıklarını gören, birbirinden öğrenen ve cesaret alan kadınlar, benzer dayanışmaları çoğaltıyorlar. Daha önce hiç tanımadıkları kadınlarla dertleşebiliyorlar, ‘beni en iyi siz anlarsınız’dan başlayan cümleler ‘kendimi en rahat hissettiğim yer kadınların yanı’ ile devam ediyor… Mücadelelerdeki kadınlar, birbirinin psikolojik açıdan da destekleyicisi oluyorlar. Bu nedenle; ekoloji mücadelesi aslında ortak aidiyet ve hisler yaratarak düşmanlıkları yıkıyor, kadınları da özgürleştiriyor. Bu ağlarda yer alan kadınların hepsi biliyor ki; sadece şirketlerin, devletin doğaya yönelik tahribatına karşı direnirken değil, gördüğümüz erkek şiddetine de geçim sıkıntısına da direnirken yalnız değiliz.
Kadınlar bu mücadelelerde sadece “çevre eylemlerine dâhil olmuyor, yeni yaşam birlikteliklerinin nasıl örüleceği ve yeryüzünde çeşitli türlerin karşılıklı sorumluluk, dostluk ve dayanışma ağları örerek nasıl birlikte yaşayabileceği konusuna da deneyimliyorlar. Aile kavramı içinde tanımlanarak ikincilleştirilmeye karşı, kadınlar kan bağına dayanmayan yeni akrabalıkların inşa edilebileceği kolektifler ve yaşam alanlarıyla ilişkileniyorlar. Birbiriyle ağ ören ağaçların, kadınların, hayvanların ve diğer tüm canlıların kendilerini var etmek istediği biçimler” 1 açığa çıkıyor.
Doğanın gaspına karşı çıkan kadınlar tüm tahakkümleri yıkmanın öznesidir
Ekolojik yıkımın yaşandığı her yerde bu yıkımdan etkilenecek olan tüm kadınların sözleri aynı. Devrimci pratik açısından baktığımızda; sıkıntısı, hissi, sözü aynı olanlar mücadelelerin de ortak öznesi olurlar. Doğanın tahakküm altına alınmasına karşı çıkan kadınlar, önce kendi topraklarını, evlerini, meralarını ve ormanlarını savunurken zamanla tahakkümün tüm biçimlerini görebilme imkanıyla dolarlar. Bu kimi zaman devlet zoru, kimi zaman başka alanlarda verilen hak mücadelelerini öğrenme ile birlikte harmanlanan bir değişim sürecine tekabül eder. Yanında eyleyeni görme, mücadeleden öğrenme pratiği yürütülen mücadelenin de niteliksel olarak yükselmesine ve mücadelelerin ortaklaşmasına imkan tanır. Kadın özgürlük hareketinin ‘susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz’ sloganının yine kadınlarca ekoloji eylemlerine taşınmış olması aslında bu ortaklaşma pratiğinin bir sonucu olarak hayat bulan bir gerçeklik oldu. Mücadele benzerlikleri de dayanışma imkanlarını arttırıyor. Mesela zeytinlikleri koruma mücadelesi Çanakkale, Akbelen, Hatay ve Efrin için bir mücadele ortaklığı yaratıyor. Rezerv alanı ilanıyla zeytinliklerin gasp edilmesine karşı başlayan Hatay Dikmece direnişinden Meryem: “Hem toprağımızı, evimizi, ağacımızı koruyoruz hem de her gün kendimizi biraz daha keşfediyoruz, biraz daha ufkumuz açılıyor, daha çok bilinçleniyoruz.” 2
Güçlenen kadın dayanışması ve devrimci olanak
Tarihsel açıdan baktığımızda çoklu kriz süreçlerinde mücadele dinamikleri de, büyüme ve güçlenme olanakları buluyor. Yaşam alanlarına (toplumsal ya da yaban) yönelmiş olan her türlü yok edici müdahale aslında aynı zamanda kendi karşıtlığını ve bu karşıtlığın toplumsal örgütlenmesini de doğuruyor. Bu devrimci olanağı, kadınların dayanışmasının artması, sınırsız bir dayanışma ve örgütlenme araçlarının var edilmesi için bulunduğumuz her alanda ekoloji perspektifinden de kurmaya ihtiyacımız var. Bunu kurarken ise kadın deneyimlerinin kadim uygarlıklardan modern toplumlara kadar uzanan yaşama ve mücadeleye içkin hafızasının birikimini sağlamak gerekiyor. Bu çaba sadece bugünü kurtarmakla, doğal varlıkları-yaban hayatını korumakla ve kadın dayanışmasını örmeyi yaratmakla kalmaz, aynı zamanda örnek toplumların yaratılmasına kadar uzanan bir devrimci ihtimali doğurabilme potansiyelini kendinde taşıyor.
Son Not:
1 Yazıda geçen ekofeminizm tanımından uyarlama https://jindergi.com/yazi/kadin-ve-doganin-somurulmesine-karsi-ekofeminizm/
2 https://www.mordayanisma.org/2023/09/22/cevre-mucadelesi-ile-kadin-mucadelesinin-kesistigi-nokta-dikmece-direnisi/