Ayşe Tuba Arslan katledildiğinde çantasında ‘ben ölünce mi yardım edeceksiniz?’ diye yazdığı 23. şikayet dilekçesi bulunuyordu… Bizler İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayın derken akıllarımızda katledilen kadınların fotoğrafları var
Saray rejiminin bir gece yarısı yasama organının işlevini artık tamamen yok sayarak, tek adam kararı ile hukuku tamamen rafa kaldırarak aldığı bu karar, kadınlara karşı iktidarın yürüttüğü düşmanlığın, açtığı savaşın açık resmi oldu.
AKP iktidara geldiğinden bu yana aile yaşamı ile iş yaşamını uyumlaştırma politikaları adı altında kadınlara güvencesiz sigortasız esnek çalışma alanlarını dayattı. Söylem ve eylemleri ile kadın kazanımlarını ortadan kaldırmaya çalıştı. Diyanet’in kadınlarla ilgili verdiği fetvalar, müftülüklere nikah kıyma yetkisinin verilmesi, nafaka hakkının tartışmaya açılması, kadın siyasetçilerinin hedef haline getirilmesi, kadınların eylem alanlarında polis şiddetine maruz bırakılması, gözaltında ve hapishanelerde çıplak aramaya, taciz ve işkenceye uğratılması, pandemi döneminde evlerde erkek şiddetinin artması karşısında virüs bahanesiyle zayıf önlemlerin bile artık alınmaması, infaz yasasıyla kadınlara karşı suç işleyen fail erkeklerin kadınlara haber bile verilmeden serbest bırakılması, erkek yargı eliyle fail erkeklerin cezasız bırakılması, ekonomik krizin ve pandeminin en çok kadınları yoksullaştırması, kadınların emeğini gasp eden patriyarkal kapitalizmin güçlendirilmesi, Kod 29 ile kadınların ahlak kisvesi altında ayrımcılığa uğraması ve en çok kadınların işsiz ve güvencesiz kalması, belediyelere atanan kayyımların önce kadın kurumlarına saldırması, sığınakların kapatılması ve her gün ama her gün erkekler tarafından katledilen kadınların haberleri… Tüm bu tablo iktidarın kadın karnesinin yalnızca bir kısmı.
Ayşe Tuba Arslan boşandığı erkek tarafından katledildiğinde çantasında ‘ben ölünce mi yardım edeceksiniz?’ diye yazdığı 23. şikayet dilekçesi bulunuyordu mesela. Bizler yüksek sesle İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayın derken akıllarımızda katledilen kadınların fotoğrafları var. Özgecan Aslan’ın, Münevver Karabulut’un, Fatma Altınmakas’ın, Emine Bulut’un hafızamızdan silinmeyen yüzleri var.
Peki İstanbul Sözleşmesi ile temel dertleri nedir? AKP-MHP’ye oy veren kadınların da itiraz ettiği kararın bu bloğa getirisi var mıdır soruları dolaşıyor akıllarda.
Tarikatlardan, cemaatlerden, kadın düşmanlarından gelecek oy hesabının ötesinde asıl alerjileri ‘eşitlik’ kavramına. Bu iktidar, uzun zamandan beri biz kadınlara makbul kadınlığı, itaat eden, susan kadın kimliğini dayatıyor. Aile içine hapsedilmiş görünmez kılınmış bir kadın. İstanbul Sözleşmesi ise tam da bu dayatılan kimliğe karşı mücadele ile kazandığımız çok önemli bir sözleşme. Bu sözleşme kadın erkek eşitsizliğinin bireysel bir mesele olmadığını, erkek şiddetinin münferit olmadığını, erkek egemenliğinden ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı olduğunu söylüyor. Buna karşı da devlete toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılması için çok yönlü yükümlülükler belirliyor. Hayatın her alanında erkek egemenliği ile mücadelede mekanizmaları kurmasını, uygulamasını ve denetlemesini söylüyor. Biz kadınlar ise güçlü bir şekilde sözleşmeye sahip çıkıyoruz. Her kesimden kadınlar olarak yaşamımızdaki önemini biliyoruz. İktidara oy veren kadınlar dahil hiçbir kadın bu sözleşmenin kaldırılmasından yana değil. Çünkü her birimiz şiddeti ve erkek egemenliğini bire bir hayatlarımızla deneyimliyor, sonuçları ile kaşı karşıya kalıyoruz. Kadın hareketinin, feminist hareketin uzun soluklu mücadelesi sonucu bu mücadele evlerden işyerlerine, okullara, yaşamın her alanına yayılmış durumda. Bize karşı yöneltilen erkek şiddetine, erkek devlet şiddetine sessiz kalmıyoruz. Aileye, babaya, kocaya, patrona itaat etmiyoruz diyerek haklarımızım ve hayatlarımızın peşindeyiz.
HDP'li kadınlar İstanbul Sözleşmesi'nin feshi kararına karşı Meclis'te basın toplantısı düzenledi.
İktidar birçok kez sözleşmeden çekilme isteğini meclise getirmek istese de kadınların birlikte güçlü duruşu nedeniyle geri çekmek zorunda kaldı. Hatta öyle yoğun tepkiler aldı ki AKP’nin kadın kurumları dahi sözleşme lehine açıklama yapmak zorunda kaldı. İşte bu nedenle çözümü bir gece ansızın bir kararname ile imzamızı çekiyoruz demekte buldular. İktidar bloğu bunu yaparken de ayrımcılığa en çok maruz kalan LGBTİ+’ları şiddetin ve nefretin odağı haline getirdi, toplumdaki ayrımcılık duygusunu besleyerek sözleşme karşıtlığını bu nefret ve homofobi üzerinden yükseltmek istediler. ‘Sözleşme aile kurumuna, gelenek – göreneklerimize zarar veriyor, cinsiyetsizleştiriyor, cinayetleri arttırıyor‘ gibi söylemlerin temelinde kadın düşmanlığı ve LGBTİ+’ların temel hak ve özgürlüklerinin dahi korunmak istenmeyişi olduğu çok açık. Türkiye’nin sözleşmeden çekilme kararının yayınlanmasından sonra İletişim Başkanlığı tarafından sözleşmenin manipüle edildiği ve amacından saptırıldığı gibi bir açıklama yapıldı. Sözleşmeyi manipüle edenler ne kadınlardı ne de eşit ve insanca yaşam koşulları talep eden LGBTİ+’lardı. Manipülasyonun asıl öznesi iktidar başta olmak üzere kadın düşmanı erkekler, tarikatlar, cemaatler ve erkek iktidarlarının sarsılacağını düşünen kesimlerdi.
Bizler uygulanmak istenen gelenek – göreneklerin de ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Gelenek-görenek adı altında erkek egemenliğinin bize dayatılmak istendiğini biliyoruz. Temel gayenin kadınların maruz kaldığı ayrımcılık ve şiddeti doğallaştırmak, normalleştirmek ve aile içinde ‘çözmek’. Yani kadınları şiddeti kanıksamaya zorlamak, erkeklere tabii kılmak, bağımsız karar alabilmelerinin önünü kesmek ve böylece erkek egemenliğinin zarar görmesini engellemek, patriyarkayı güçlendirmek olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.
LGBTİ+’ların yaşam hakkı dahil hiçbir hakkını tanımamak, nefret suçlarının hedefi haline getirmek, varoluşlarını reddetmek, görünmez kılmak olduğunu biliyoruz. İktidarın uzun süredir hedef gösterdiği LGBTİ+’lara yönelik nefret cinayetlerinin ve suçlarının nasıl arttığını biliyoruz. Sözleşmeden çekilme açıklamasının yapılması ile birlikte kadın ve LGBTİ düşmanlarının hemen harekete geçtiğini de görüyoruz.
Öte yandan tepkiler yükselmesin diye “Ankara sözleşmesi yapacağız, yasaları uygulayacağız” gibi trajikomik cümleler sarf etmeye de başladılar.
İstanbul Sözleşmesi, imzalandığından bu yana uzun bir süre geçmesine rağmen gerçek anlamda hiçbir zaman uygulanmadı. Türkiye bu anlamda bırakın bir hukuk devleti olmayı bir kanun devleti bile değil. İmzacısı olduğu sözleşmelere uymayan, kendi yasalarını kendi çıkarları doğrultusunda çiğneyen ve yaptırımdan muaf olan bir anlayış mevcut. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı sözleşmenin denetim organı GREVİO’yu yok sayarak Diyanet ile çalışmalar yaptı. Diyanet'in hem açıklamaları hem de uygulamaları ile erkek egemenliğini ve hetoroseksizmi büyüttü. İstanbul Sözleşmesi'nden güç alan uygulamalar ve yasalar ise kadınların mücadelesi ile hayata geçebildi.
Diğer yandan her ne kadar kararname ile fesih edildiği açıklansa da İstanbul Sözleşmesi hukuken hala yürürlüktedir. Bir gece yarısı tüm ülkenin gündeminin, kadınların ve çocukların yaşama güvencesinin, ülke için hayati önemler taşıyan ekonomik kararların ve daha birçok kararın tek bir adamın ya da hep adamların kararına göre şekillendiği bu yönetim anlayışını reddediyoruz. Biz kadınlar hayatlarımızın güvencesi niteliğindeki bu sözleşmeden vazgeçmiyoruz.
Biz kadınlar “İstanbul Sözleşmesi bizimdir” diyerek her yerde mücadelemizi sürdürüyoruz. İlk olarak Newroz alanlarından sesimizi yükselttik. Newroz’un coşkusuyla “Sözleşme bizimdir, karar bizimdir” dedik. Evlerden sokaklara, okullardan meclise, çalışma alanlarından meydanlara, yaşamın her alanında sesimizi yükseltmeye devam ediyoruz. Kadın dayanışmasından, feminist dayanışmadan aldığımız güçle yürüyüşümüz sürüyor. Bir yandan da bu saldırı dalgasına karşı daha güçlü bir duruşu nasıl hayata geçirebileceğimizi birlikte tartışmaya, yeni yol ve yöntemler geliştirmeye de ihtiyacımız var. Birlikte konuşurken aynı zamanda yol alıyoruz.
İstanbul Sözleşmesi ve diğer kazanılmış tüm hakların asıl sahipleri olan bizler, temel insan hak ve özgürlüklerinin, kadın kazanımlarının böyle alaşağı edilmesine karşı mücadelemizi büyüteceğiz. Kadınlara ve LGBTİ+’lara karşı yürütülen baskı, ayrımcılık ve şiddet son buluncaya kadar örgütlüğümüzden ve mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz. Herkes emin olsun ki eskisinden daha güçlüyüz.
*HDP İstanbul Milletvekili