Foto: Özge Ergin
Sınırsız kâr, sınırsız sömürü, sınırsız yoksulluk demekti… Ne kadar çok yönlü sömürülüyorsanız, o kadar yoksulsunuz… At kadını nasılsa dönecek bir evi var… Kapitalizm ve patriyarkanın ele ele verdiği durumlardan biri…
Yoksulluk sonuç esasında, pek çoğunuzun klasik ve sıradan bulacağı bir gerçeği başta söyleyeyim; ne kadar çok ve de çok yönlü sömürülüyorsanız o kadar yoksul oluyorsunuz.
Türkiye’de 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren Birleşmiş Milletler (UNDP), Yapısal Uyum Politikaları çerçevesinde, Dünya Bankası, IMF gibi küresel kapitalizmin merkez kurumları aracılığıyla yoksulluk konuşulur oldu. Bu arada yoksulluğun kadınlaşması gibi kavramlar da hayatımıza girdi. Bu kurumlar kendilerine göre yoksulluk tanımları yaptılar; Belli bir gelire sahip olamama, sağlık ve bakım hizmetlerine, suya sabuna, eğitime ulaşamama, mutlak yoksulluk göreli yoksulluk…
IMF, Dünya Bankası gibi kurumların dayattığı programlar çerçevesinde, sağlık, eğitim, bakım hizmetlerinin özelleştirildiği bir dönemde oluyordu bu tartışmalar. Yoksulluğun tanımlanması onunla nasıl mücadele edileceği konusunda politikaların geliştirilmesini de beraberinde getirdi. Sınırsız kâr, sınırsız sömürü, sınırsız yoksulluk demekti. Sınırsız sömürü, sömürülenleri tümüyle tahrip ettiği için, sömürücülerinin de yeterli miktarda kâr edememesini doğuruyordu.
Bu da istenilen bir durum değildi elbette; ama yoksullukla mücadele programları ne güne duruyordu? Mikro kredi uygulamaları hepimizin aklındadır. Bangladeş’ten, Türkiye’ye pek çok yoksul kadına “kendi işinin sahibi olması” için para yardımı yapıldı. AKP’nin kadın istihdamı paketlerinin hemen hemen hepsinde kadın işsizliği ile mücadele yöntemlerinden biri kadın işgücü piyasalarının esnekleştirilmesiyken (kadınlara kısa süreli, yarım zamanlı, çağrıya bağlı işler, güvencesiz işler) diğeri de mikro krediler aracılığıyla kadınlara “meslek kazandırma”, onların kendi işyerlerini açması, bir gelir sahibi olmalarıydı. Ama mikro kredi uygulamaları dünyada da bizde de fos çıktı, kadınlar borçlandılar, borçlarını ödeyemediler, daha beter “yoksul” hale geldiler. Amazon’da işten atılanlar kimdi?
Pandemi kadın yoksulluğunu yine gündemimize soktu. ILO dünyada, Avrupa’da, merkez ülkelerinin tedarikçisi olan Güney Asya’da kadınların ne kadar işsiz kaldıklarını, gelirlerinin düştüğünü, yoksullaştığını yazıyor. Evet, kadınlar zor durumda. Ama pandeminin küresel kapitalizm ve kapitalistler için hem sermaye birikimi hem de bunu sağlamak için geliştirilip, üzerimize boca edilen ideolojik yaklaşımlar açısından yeni açılım ve olanaklar yarattığını görüyoruz. Aynı gemide olmadığımız gibi Covid’de herkesi eşit biçimde vurmuyor.
Amazon işçileri Jeff Bezos’un evinin önünde eylem yaptılar.
Gazetelerde çıktı dikkatinizi çekmiştir: Bloomberg Milyarderler Endeksi'ne göre dünyanın en zenginleri Covid 19’un kasıp kavurduğu 2020'de servetlerine servet katmışlar. 2021'in ilk gününde güncellenen listeye göre Covid-19 salgınına rağmen 2020'de milyarderler listesine girenlerin servetlerindeki toplam artış yüzde 31'i bulmuş. Bu, 8 yıldır yayımlanan endeksin tarihindeki en yüksek artış. Sıralamada ilk beşte yer alan isimler, 100 milyar dolardan daha fazla servet kazanmış. Kim var bunlar arasında? Amazon’un sahibi Jeff Bezos, Tesla ve Spacex yöneticisi Elon Musk, Mikrosoft’un kurucusu Bill Gates, Fransız iş insanı Bernard Arnault ve facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg. Covid zenginlerinin hepsinin erkek olması elbette tesadüfi değil. Ama bir başka gerçek daha var, bu adamların işten atarak yoksulluğa mahkum ettiği kesimler arasında emek piyasalarının en kırılgan en güvencesiz işgücü olan kadınların başı çekmesi.
Geçen yıl pandeminin pik yaptığı ve e- ticaretin doruğa çıktığı bir dönemde, Amazon, siparişleri yetiştirmek için binlerce işçi aldı. Ama Nisan ayında depolarda çalışan işçiler koronavirüse karşı yeterli güvenlik önlemlerinin alınmadığı ve sağlıksız koşullarda çalıştıkları için Jeff Bezos’un evinin önünde eylem yaptılar. Grafiti çizen işçilerin arasında siz de kadınları görmüşsünüzdür. İşte bu eylemci işçiler daha niceleri gibi işten atıldılar. Bu işten atılmalar sonrasında e-şirketin işçilere yaptığı baskı ve şiddeti protesto amacıyla Amazon'un Sorumlu Genel Müdür Yardımcılarından biri Tim Bray da istifa etti. Bray’ın attığı twittlerden biri şöyleydi: “Eminim işten çıkarılan her bir kişinin beyaz olmayan ten rengine sahip olması, kadın olması veya her iki öğeyi birlikte bulundurması da bir rastlantıdır. Değil mi?"
Korona döneminde iyice artan cinsiyetçiliğin ve ırkçılığın ekmeğini de patronların yediğini gösteren bundan somut bir örnek olabilir mi? At kadını nasılsa dönecek bir evi var, at göçmeni kim onların hesabını soracak…
Kadınlar korona sürecinde ilk işten atılanlar oldu gerilerini kaybedip yoksullaştılar. Ağırlıklı olarak çalıştıkları hayatın devamını sağlayan, gıda, sağlık, bakım gibi sektörlerde ise iş yükü artarken, gelirlerinde en ufak bir artış olmadı. Çünkü bu işler evdeki ücretsiz emeğin dışarıda devamı olarak görülen işler olduğu, kadın işleri olduğu için hâlâ en düşük ücretli işler olmaya devam etti. Kapitalizm ve patriyarkanın ele ele verdiği durumlardan biri. Hemşireler de temizlik işçisi kadınlar da çok çalıştılar ama az ücret aldılar. Hem yoruldular hem yoksullaştılar. Evlere temizliğe giden ev işçisi kadınlar da iş bulamadı, bulduklarında eskisinden daha düşük ücret aldılar, ciddi biçimde yoksullaştılar. Market işçileri de sağlıksız koşullarda çalışırken, ücretleri bir tık artmazken, mesai saatleri tavan yaptı. Kadın emeği bir değersizleştirme süreci yaşarken, ücretlerde düştükçe düştü. Bu arada kadınlar için evden çalışma gibi yeni güvencesiz çalışma biçimleri de gündeme geldi.
Çalışan yoksulluğu
Bazı televizyonlar, ağzına kadar yoksulluk haberi dolu. İnsanlar çalıştıkları halde geçinemez durumdalar. Genel İş Sendikası geçtiğimiz günlerde Covid-19 Döneminde Gelir Eşitsizliği ve Yoksulluk, isimli bir rapor yayımladı. Rapora göre; Türkiye’de salgın döneminde çalışan yoksul sayısı 7.7 milyonu geçmiş durumda. Yoksulluk riski diğer ülkelere göre çok fazla ama kadınlar arasındaki yoksulluk riski de erkeklere göre fazla. Şaşırdık mı hayır. DİSK’in ocak ayı başında yayımladığı işsizlik raporunda, Covid döneminde, geniş tanımlı kadın işsizlik oranının yüzde 41’e ulaştığı görülüyor. Bu dönemde kadın işgücü yüzde 8, kadın istihdamı ise yüzde 6.3 azaldı. Bu ücretli çalışmaya dair rakamlar elbette. Ücret alamıyorsanız, ya da pandemi koşullarında düşük ücrete maruz bırakıldıysanız, elbette yoksullaşırsınız.
Gelirleri azalırken, kadınların iş yükünde bir azalma oldu mu elbette hayır? Hatta arttı… Eskiden parayla satın alınan hasta bakımı veya çocuk bakımı işleri pandemi sırasında kadınların sırtına yüklendi, okulların kapatılmasıyla eğitimci de oldular bir yandan. Onun dışında belki arada dışarıdan satın aldıkları yemeklerin hepsini evde yapar hale geldiler. Yani ücretsiz ev işleri arttı. Pek çok patron üretim masrafından, yemekten, sağlık ve kreş hizmetinden muaf kaldığı için daha da zenginleşti, evdeki adamlar daha kaliteli hizmet almaya başladılar… Ücretsiz izin ödeneği, kısa çalışma ödeneği gibi işçilerin gelirini azaltan bir sürü uygulama yürürlüğe girdi. Ne kadar kadının ücretsiz izne ayrıldığını ne kadar kadının ise kısa çalışma ödeneği aldığını bilmiyoruz. Ama yoksullaşma oranlarından bu çalışma biçimlerinin daha çok kadınları kapsadığını öngörebiliriz.
Sendikaların araştırma yapmaları, durum tespiti yapmaları, bunlara artık toplumsal cinsiyet ögesini de katmaları iyi bir şey. Fakat araştırma sonunda ileri sürdükleri talepler arasında kadınlara dair gelişigüzel konulan bir talep dışında özel bir kadın talebi olmaması, bu konuda hala bir kadın politikası geliştirmemeleri büyük eksiklik.
Ne kadar çok yönlü sömürülüyorsanız, o kadar yoksulsunuz dedim ya… Evet kadınlar açısından anlamlı bir yoksulluk tanımına ulaşmanız için evdeki ücretsiz emek sömürüsüne de bakmanız gerekiyor. Ev işlerinin değersizliği bizim dışarıdaki emeğimizin de değerini etkileyip belirliyor.
Sinbo işçileri
Dilbent Türker: Kod29’u da püskürteceğiz
Sinbo işçileri TOMİS sendikası öncülüğünde sendika üyelerinin “ücretsiz izne” ayrılmasına karşı bir eylem başlatmışlardı. Her türlü zorluğa rağmen direndiler ve işlerine geri döndüler. Böylece patronlar tarafından istemedikleri işçileri işten çıkarma yöntemi olarak kullanılan “ücretsiz izne ayırma” taktiği deşifre edilip, etkisiz hale getirildi. Ama eylemcilerden Dilbent Türker, işe döndükten sonra 25/2’den işten çıkarıldı- ne bu; işyerinde, sükûneti, düzeni vs. bozmak- Kod29’dan atılmak deniyor, şimdilerde buna. Yine fabrika önünde çadırını kurdu, direniyor. “Ücretsiz izni püskürttük, şimdi Kod 29’u da püskürteceğiz” diyor, Dilbent. İşsiz kalmamak, yoksulluğun dibine vurmamak için ne yapmamız gerektiğinin altını çiziyor esasında: Mücadele. Hadi dayanışmayı da biz ekleyelim. İkisi olmadan bir şey olmuyor.