Yirmi yıldır sürdürülen neoliberal talan ekonomisi ile kadın kimliği, bedeni üzerindeki tahakkümü artıran muhafazakârlaştırma, neoliberalizm-patriyarka ilişkisinin ve ağırlaşan cinsiyetçi istihdam politikalarının sonuçlarını ortaya koyuyor. Bu anlamıyla kadın yoksulluğuna karşı mücadelenin merkezine patriyarkal kapitalizmi koymanın önemi bir kez daha önümüze çıkıyor
2024 rakamlarıyla erkeklerin işgücüne katılma oranı %72,1 iken kadınlarınki %36,9, yani erkeklerin yarısı. DİSK-AR’ın raporuna göre 2024 3. çeyrekte çalışabilir 33,3 milyon kadından 6,5 milyonu, yani her 5 kadından yalnızca 1’i kayıtlı ve tam zamanlı çalışabiliyor. Çalışma olanağına kavuşan her 3 kadından biri de kayıt dışı, güvencesiz çalışıyor. Tarım sektöründe kadınların kayıt dışı çalışma oranı ise %96,5.
Patriarkal kapitalizmin ev işi, çocuk, yaşlı ve hasta bakımı gibi yeniden üretim işlerini kadınların sırtına yüklemesi, ya kadınların çalışma hayatına katılmasına engel oluyor ya da iş yaşamında geçici görülmesine, kayıt dışı alana, güvencesizliğe ve yoksulluğa itilmesine yol açıyor.
Bugün milyonların açlık sınırının altında yaşamaya itildiği koşullarda, kadınların eviçi emeği ekmek, turşu, salça yapımı gibi ekstra işlerle katlanıyor. Yoksul hane için “eve katkı” diye esnek, kayıt dışı alanlarda üç paraya çalışma arayışı artıyor.
Özel nitelik gerektirmeyen hizmet sektörü, tekstil, ev eksenli küçük üretim ve tarım sektörü kadınların kayıt dışı istihdam alanlarının başında geliyor. Bu kayıt dışı çalışmaların ortak özellikleri, düşük ücret, yoğun tempo, uzun çalışma saatleri, emekli olamama, ayrımcılığa, istismara uğrama, sigortasızlık ve sendikasızlık… Evde parça başı iş yapan ya da eve temizliğe giden kadınlar iş yasası kapsamına bile alınmıyor. Tekstilde konfeksiyonda, kadın işçiler geçici görülüyor, aynı işi yaptıkları erkeklerden çok daha düşük ücret alıyor, uzun çalışma saatlerinde çoğu kez fazla mesai ücretlerini alamıyor, işten ilk çıkarılanlar oluyor. Asgari ücretin genel ücret haline geldiği çalışma yaşamında hizmet sektörünün hemen bütün emek yoğun alanları gelgeç işlere bölünmüş durumda, kadınlar buralarda en düşük ücretlere, en niteliksiz işlere mahkum kılınıyor, şiddete daha açık hale geliyor. Tarımda kadınların neredeyse tamamı ücretsiz aile içi işgücü, gündelikçi ve mevsimlik tarım işçisi olarak, ağır koşullarda çalışıyor. Mevsimlik tarım işçisi kadınlar, yaşadıkları yerden ayrılıp, çoğu kez yaşlılar ve çocuklarla birlikte sağlıklı barınma, temiz içme suyu gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamadıkları konteyner, çadır gibi yerlerde yaşamak zorunda kalarak; gündoğumundan güneş batana kadar kavurucu güneşin altında çalışıyor, mesai bitiminde bu kez gece yarısına kadar eviçi mesaisine dalıyor.
Son 20 yılda dünyada sağ otoriter rejimlerle birlikte Türkiye’de de kadının aileye bağımlılığını artıran politikalar hız kazandı. AKP iktidarı, AB’ye uyum başlığı altında 2000’lerden itibaren kadın istihdamını artırma hedefini “aile ve iş yaşamını uyumlaştırma politikaları” başlığı altında ele aldı. 2008’deki SSGSS Yasası, 2011’deki torba yasa bu başlıklarda en belirgin adımlarıydı. Bu düzenlemeler kadınların ev işlerini, çocuk yaşlı ve engelli bakımını üstlenmeye devam ederek gelir getirici işler yapması ve esnek çalışması, ev eksenli çalışması anlamına geliyordu. Nitekim öyle de oldu. Geniş tanımlı kadın işsizliği 2025 yılında %40’lara yaklaşırken, güvencesiz çalışma ve kadın yoksulluğu rakamları da hız kesmeden yükseliyor.
2025 yılını “aile yılı” ilan eden siyasi iktidar “Esnek ve uzaktan çalışma modelleriyle kadınların, ev ve iş hayatlarını rahatlatacak yeni imkânları hayata geçireceğiz” diyerek müjde diye yine kadınların önüne esnek ve güvencesiz çalışmayı koyuyor. Aileye bağımlılıkla birlikte ev içine hapsederek güvencesizliği ve kadın yoksulluğunu artırıyor.
Yirmi yıldır sürdürülen neoliberal talan ekonomisi ile kadın kimliği, bedeni üzerindeki tahakkümü artıran muhafazakârlaştırma, neoliberalizm-patriyarka ilişkisinin ve ağırlaşan cinsiyetçi istihdam politikalarının sonuçlarını ortaya koyuyor. Bu anlamıyla kadın yoksulluğuna karşı mücadelenin merkezine patriyarkal kapitalizmi koymanın önemi bir kez daha önümüze çıkıyor.
Ülkemiz gerçekliğinde kadın yoksulluğunu konuşurken, Kürt sorununda çözümsüzlükten beslenen 40 yıllık çatışmalı sürecin köy boşaltmalar, yerinden etmeler, tarım ve hayvancılığın bitirilmesi, işgücünde etnik zeminde bölünmeler gibi çok sayıda faktörle genel olarak yoksulluğu, özelde kadın yoksulluğunu artırıcı etkisini de konuşmak gerekir. Bugün barışı ve demokratik toplumu inşa etmeyi konuşurken bu daha da elzem. Ama ayrı bir yazının konusu.
Kadın yoksulluğu, sadece bir kısmına değinebildiğimiz çok katmanlı, derinlikli bir sorun. Bununla mücadele de siyasi, ekonomik, toplumsal olmak üzere çeşitli düzeylerde ele almayı gerekli kılıyor. İşin bir yönü, ev içi sorumlulukları azaltmayı hedefleyen kamusal politikaları, sosyal hakları hayata geçirmektir. Burada genel kamu politikalarını yerel yönetimlerin gerçekleştirebileceği güçlendirici politikalarla birlikte düşünmek gerekir. İşsizlik ve yoksulluk sarmalının en önemli zeminlerinden olan güvencesizlik ise çoklu halleri olan, hayatın her alanına sızan ve şiddeti de besleyen bir olgudur. Çünkü güvencesizlik ev, aile, işyeri, sosyal alan ve siyaset düzleminde yaşanıyor ve tüm bu alanlar birbiriyle ilişki içerisinde. Diğer yandan bu konu hem emek örgütlenmesinin hem de kadın örgütlenmesinin temel başlıklarından biri. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini merkezine alan, patriyarkanın tüm alanlardaki etkisini sorgulayan politikalara ihtiyaç var.
Tabi en çok da kadınların kendi kaderini ellerine alacakları bir mücadele zeminine ihtiyaç var. Siyasal ve kamusal alana kadın katılımının daraltılmasının bu politikalara nasıl zemin hazırladığını gören, en çok bu alanları açmayı hedefleyen örgütlenmelere…