Jineolojî, yalnızca kadınların tarihini “tamamlayan” bir bilgi alanı değil; bilgi, hakikat ve toplum anlayışını kökten dönüştüren bir paradigma önerisidir. Onun epistemolojik iddiası, erkek-merkezli tarihsel yazımın görünmez kıldığı, bastırdığı ve dönüştürdüğü kadın varoluşunu hem maddi hem de simgesel düzeyde yeniden kurmaktır. Bu bağlamda Jineolojî, Michel Foucault’nun bilgi–iktidar ilişkisine dair çözümlemelerini dişil bir bağlamda radikalleştirir: bilgi üretiminin kendisini politik bir mücadele alanı olarak tanımlar
Tarih, yalnızca kazananların yazdığı bir kayıt defteri değildir; aynı zamanda unutturulanların, sessize alınanların ve yeraltına gömülenlerin mezarlığıdır. Bu mezarlığın en derin katmanında ise kadınların hikâyeleri yatar. Mezopotamya’nın kudretli tanrıçası İnanna ve Yunan mitosunun demonize edilmiş figürü Medusa, bu unutuluşun iki ayrı yüzüdür: Biri dişil otoritenin ataerkil dönüşümle nasıl parçalandığını, diğeri kadın özsavunmasının nasıl bir korku imgesine çevrildiğini gösterir.
İnanna, aşkın, bereketin ve savaşın tanrıçası olarak, yalnızca doğurganlığın değil, politik kudretin de sembolüdür. Onun “Yeraltına inişi”, ataerkil iktidar tarafından bastırılan dişil gücün metaforu olarak okunabilir. Yeraltı, kadın hafızasının toplumsal bilinçdışına sürülmesidir. Medusa ise, özünde erkek şiddetinin karşısında durabilen bakışın sembolüdür. Ama bu bakış, erkek mitopoetiği tarafından “öldürücü” olarak damgalanmış, onun direniş kapasitesi korkuya ve yok edilişe indirgenmiştir.
Psikanaliz burada önemli bir açıklama gücüne sahiptir. Freud ve Lacan’ın çerçevelerinde kadın özne genellikle eksiklik veya öteki olarak konumlandırılır. Oysa Luce Irigaray, “çoğul dişil dil” kavramıyla, kadın deneyiminin kendi anlam evrenini kurabileceğini söyler. İnanna’nın yeraltına inişi, bu anlamda, dişil dilin bastırılmış arşivini temsil eder; Medusa’nın bakışı ise, erkek öznenin kırılganlığını açığa çıkaran, bastırılmış hakikatin yüzeye çıkışıdır.
Abdullah Öcalan’ın “Kadının köleleştirilmesi, toplumsal köleliğin prototipidir” tespiti, bu iki figürü günümüz politik bağlamına taşır. Kadın özgürlüğü yalnızca bireysel kurtuluş değil, toplumun özgürleşmesinin temel koşuludur. Atakan Mahir’in direniş vurgusu, İnanna’nın yeraltından dönüşü ve Medusa’nın bakışındaki meydan okumayla birleşir: Kadın özgürlüğü, hem bireysel hem de kolektif bir direniş hattıdır.
Felsefi Bir Çerçeve: Jineolojî’nin Ontolojisi ve Epistemolojisi
Jineolojî, yalnızca kadınların tarihini “tamamlayan” bir bilgi alanı değil; bilgi, hakikat ve toplum anlayışını kökten dönüştüren bir paradigma önerisidir. Onun epistemolojik iddiası, erkek-merkezli tarihsel yazımın görünmez kıldığı, bastırdığı ve dönüştürdüğü kadın varoluşunu hem maddi hem de simgesel düzeyde yeniden kurmaktır. Bu bağlamda Jineolojî, Michel Foucault’nun bilgi–iktidar ilişkisine dair çözümlemelerini dişil bir bağlamda radikalleştirir: bilgi üretiminin kendisini politik bir mücadele alanı olarak tanımlar.
İnanna’nın yeraltına iniş mitosu, Jineolojîk perspektifle okunduğunda yalnızca bir tanrıçanın bireysel serüveni değil; dişil bilginin patriyarkal düzen tarafından yeraltına, yani toplumsal bilinçdışına itilmesinin alegorisi haline gelir. Yeraltı, unutulmuş kadın hafızasının arşividir; Jineolojî bu arşive inen, onu açığa çıkaran ve yeniden dolaşıma sokan bir eylem felsefesidir. Benzer şekilde Medusa’nın hikâyesi, kadın özsavunmasının demonizasyonunu ifşa eder. Onun “öldürücü” bakışı, aslında erkek iktidarını felç eden, iktidarın kendi zayıflığını görünür kılan bir karşı-bakıştır.
Psikanalitik açıdan Jineolojî, Freud ve Lacan’ın kadın öznesine dair sınırlı çerçevesini aşar; dişil olanı eksiklik ya da öteki olarak değil, kendi başına kurucu bir varlık alanı olarak ele alır. Irigaray’ın çoğul dişil dili, bu kurucu alanın felsefi omurgasını destekler; çünkü kadın özgürlüğü yalnızca politik bir talep değil, anlamın ve varlığın kurucu dilinin yeniden icadıyla mümkündür.
Abdullah Öcalan’ın “Kadının köleleştirilmesi, toplumsal köleliğin prototipidir” tespiti, Jineolojî’nin ontolojik öncülüdür: Kadının özgürleşmesi yalnızca cinsiyet eşitliğinin sağlanması değil, tüm toplumsal yapının dönüşümü anlamına gelir. Bu nedenle Jineolojî, mitolojik hafızayı güncel politik mücadeleyle birleştirerek, geçmiş ile gelecek arasında devrimci bir köprü kurar.
İnanna’nın yeraltından dönüşü ile Medusa’nın direniş dolu bakışı, bugünün kadın mücadelesinde birleşir. Jineolojî, bu iki figürü yalnızca tarihsel birer anekdot olarak değil, varlığın, bilginin ve özgürlüğün yeniden tanımlandığı birer felsefi-politik kavşak olarak görmemizi sağlar.