90’lı yıllarda sonradan da çokça tartışılan Musa Çitil dosyasında gözaltında tecavüz vakalarının yaşandığı ve bunun bir özel savaş yönetimi olarak kullandığı ifade edilmişti…
10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi imzalanarak kabul edilmiş ve dünyanın birçok yerinde olduğu gibi bugün Türkiye’de de insan hakları günü olarak kutlanmaktadır. Ama her yıl olduğu gibi bu yıl da insan ve en çok da kadın hakları konusunda büyük ihlaller ve krizlerle dolu bir yıl geçirdik. Tam da İnsan Hakları Günü’nde Kandıra Cezaevi’nde daha önce uğradığı cinsel saldırı ve işkenceyle gündeme gelen Garibe Gezer’in hayatını kaybettiğini öğrendik.
Türkiye’de gözaltında ve cezaevlerinde birçok cinsel saldırı ve işkence vakasının meydana geldiğini biliyoruz. Konu ile ilgili olarak; Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu 25 Kasım dolayısıyla kamuoyu ile gözaltında cinsel saldırı ve şiddet vakalarına ilişkin raporunu paylaştı. Son 24 yılda toplam 793, 2021 yılında 36 başvuru alan Hukuk Bürosu’nun verilerine göre, son bir yıl içerisinde 30 kadın taciz, 6 kadın ise gözaltında tecavüze maruz kaldı. 2021’de başvuruda bulunan 36 kadının 34’ü siyasi tutuklu ve 13’ünün davası henüz sonuçlanmamış durumda.
Bu raporun en can alıcı kısmı ise resmi güçler tarafından gözaltında, ev baskınlarında, sokak eylemlerinde ya da herhangi bir nedenle kadınlara yönelik cinsel işkencenin, daima bir cezasızlıkla son bulduğunun tespit edilmiş olması. Bugüne kadar kendilerine başvuran tüm kadınlara ilişkin açılan davalarda, bir tek ceza alan resmi görevli olmamış.
Garibe de bunlardan biriydi, tutuklu olduğu Kayseri Bünyan Cezaevi’nde tekli hücrede tutuldu, bu durumu protesto ettiği için Kandıra Cezaevi’ne sürgün edildi. Orada da cinsel saldırı ve işkenceye uğradı, süngerli odada tutuldu, koğuşa gitmek istedi tekli odada tutulmaya devam etti. Dilekçe yazdı, sesini kamuoyuna duyurmak için vekillere mektup gönderdi ancak sonuç alamadı. İnsan Hakları Günü’nde “yaşamına son verdi” dendi ailesine. Cenazesini almaya giden avukatlar darp edildi, kayyım cenazesini taşıyacak cenaze aracı vermedi, saatlerce bekletildi. Daha sonra 50 kişiyle defnine izin verildi ve yasını yaşamak isteyen ailesi taziye evinden çıkarılmak istendi. Bütün dinler, “ölünce bu dünyadaki defteri kapanır” der, modern hukukta ölenin dosyaları kapanır ama devletin düşmanlığı öldükten sonra da bitmedi. Tıpkı birçok cenazeye ya da mezarlığa yapıldığı gibi iktidar düşmanlıktan bir an bile vazgeçmedi.
Hafızamızdadır kargoyla gönderilen cenazeler, hafızamızdadır mezarlarından çıkartıp kilometre öteye götürüp kaldırıma gömülen cenazeler, hafızamızdadır çırılçıplak fotoğrafları teşhir edilen cenazeler, hafızamızdadır panzerlerin arkasından sürüklenen cenazeler. Modern hukukta haklar ihtiyaçlara göre belirlenmiştir ancak kimsenin aklına gömülme ve yas hakkını özel olarak tanımlamak gelmemiş çünkü kimsenin aklına cenazeye işkence, ailenin yasını engellemek gelmemiştir. Ama 21’inci yüzyıl Türkiye’sinde iktidar, kültüre ve inancına göre gömülmeyi engellemiş ve hatta Aysel Tuğluk’un annesinde olduğu gibi bir faşist güruh eliyle cenazeyi mezarlıktan çıkarmıştır. Düşmanlık Kürt olunca öldüğünde bile son bulmamıştır. Yaşatılan acı yetmiyormuş gibi annesinin cenazesine yapılanlar nedeniyle sağlık sorunları yaşayan Aysel Tuğluk’a düşman hukuku uygulanarak serbest bırakılmıyor.
Tabi ki resmi güçlerin yani üniformalıların karıştığı kadına yönelik diğer suçlarda da durum çok farklı değil. İpek Er’in durumu bu dönemin örneği olarak karşımızda duruyor. İpek Er, uzman çavuş Musa Orhan tarafından tecavüze uğradı, günlerce hürriyetinden yoksun bırakıldı, şikayete gittiği bütün kapılar yüzüne kapandı, sonuç alamadı ve en nihayetinde bir mektup bırakarak yaşamına son verdi. Musa Orhan yargılaması Kürt ve kadın düşmanlığının fail üniformalı olduğunda iktidarın nasıl da faili kayırdığının bir göstergesi. Musa Orhan çok kısa bir süre tutuklu kaldı, yargılandığı duruşmaya fiili olarak katılmadı bile ve sonuçta 12 yıl cezasının 2 yılı iyi hal indirimiyle 10 yıla indirildi ve üstelik tutuklanmadı, hâlâ elini kolunu sallayarak kadınlara tehlike oluşturmaya devam ediyor. Avukatı bu ülkede Kürtlere yönelik tüm suçlarda kullanılan argümanı kullandı: “aslında onlar terörist!”
İçişleri Bakanı da Kürt köylülere işkenceyi böyle savunmuştu, üç Kürt kadın siyasetçi MİT organizasyonu ile Paris’te BM İnsan Hakları Bildirgesi'nin imzalandığı ülkede katledildiğinde Türkiye dahil bütün ülkeler aynı yöntemle kendilerini işin içinden çıkarmışlardı, Silopi’de üç kadın siyasetçi aynı argümanlarla cezasız bırakılmıştı ve en son Garibe’nin yaşamını yitirme haberini “cezaevinde bir terörist daha öldürüldü” şeklinde haberleştirildi. Bu başlık ve ortaya çıkan fotoğraf, bir dönemin özeti olarak görülebilir. Resmî güçlerin bugüne kadar işlediği bütün suçlar aynı anlayışla cezasız bırakıldı, aklandı. 90’lı yıllarda sonradan da çokça tartışılan Musa Çitil dosyasında gözaltında tecavüz vakalarının yaşandığı ve bunun bir özel savaş yönetimi olarak kullandığı ifade edilmişti. O dönem de tıpkı bugün yaşananın bir benzeri olarak gözaltında tecavüze uğrayanlar değil, tecavüzü haberleştirenler yargılanmış ve ceza almıştı. Bugün de demokrasi ve insan hakları söylemleriyle iktidara gelen, işkenceye sıfır tolerans sloganıyla meydan meydan dolaşan AKP Türkiye’sinde Kürde ve kadına yine işkence yine zulüm, faillere yine cezasızlık yine ödül. Ancak değişen bir gerçeklik var 90’lı yıllardan farklı olarak hiçbir şeyin gizli kalmaması! Gelişen teknolojiyle beraber yandaş medya propaganda bakanın söylemlerini halka dikte etmeye çalışsa da, artık toplumun bu haberlere de bu söylemlere de inancı kalmadı.
Kadınlar sadece Kürdistan’da değil, Türkiye’nin dört bir yanında 2023 yılı hedeflerinde tekçiliğin bir tezahürünün kendileri için dizayn edildiğinin farkında. İktidara geldiği günden bu yana AKP’nin kadın düşmanlığı sadece Kürt kadınlar üzerinde olmadı. Kürdistan ve Türkiye kadın hareketinin mücadelesi sonucu imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede tek adam kararıyla çekilmesi iktidarın 2021 kadın politikasının ne olacağını da gösterdi bize. Keza, “Kadın” ismini bakanlıktan çıkararak yerine “aile”yi ikame etmesi daha o zamanlarda AKP’nin kadın kazanımlarına yönelik saldırılarının fragmanıydı.
Modern hukukta kadın erkek eşitliği konusunda yapılan her türlü düzenlemeye karşı çıkan AKP, 19 yıllık iktidarında kadınların bütün haklarını tek tek ortadan kaldırmaya çalıştı. AKP’nin yeni Türkiye dizaynında kadınlara emekleri ve bedenleri sömürülürken sadece çocuk doğurma ve erkeğe hizmet etme görevi vermeyi ön görüyor. Yani kadınların tek hakkı ve sorumluluğu “soyu” devam ettirme!
AKP, bütün yaklaşımını kadının erkeğe eşit olmaması üzerinden kurgulamaya devam ediyor. Bunun karşısında tıpkı dünyanın birçok yerinde olduğu gibi kadınlar, kazanımlarına ve haklarına sahip çıkarken, egemenlerin çizdiği sınırları aşarak yeni bir yaşamı kuruyor. Haklarının masa başında kazanılamayacağının, her hakkın büyük mücadeleler sonucunda kazanıldığının da farkında olarak tek bir an mücadeleden vazgeçmiyor. Biliyoruz ki bu mücadele başarıyı getirecek, biliyoruz ki mücadelemizle işlenen suçların hesabı sorulacak, biliyoruz ki mücadelemizle haklarımızın da kazanımlarımızın da gasp edilmesine izin vermeyeceğiz. Değişimin gücüyüz, umutluyuz ve en çok da kararlıyız. Biz de çalınan haklarımızı tek tek geri alacağız, yerine daha güzelini, daha iyisini koyacağız.
Kısacası AKP’nin 2021 kadın karnesi de sıfırlarla dolu! Tek artısı olmayan iktidara notumuz yok, lafımız var: Haksızlıklarınla birlikte göndereceğiz!
*HDP Kadın Meclisi Sözcüsü ve Batman Milletvekili