Burada, köylülerin kendi dillerini kullanmakta yıllardır yasaklı oldukları gerçeği gözler önüne serilir. Bu sahne, filmdeki suskunluğun yalnızca bir dışa vurum olmadığını; aynı zamanda bir kimlik ve dil yasaklamasının sembolü olduğunu vurgular. Bu durum, sadece bir iletişim sorunu değil, aynı zamanda yıllarca süren bir kimlik ve kültür baskısının da somut bir ifadesidir
Ferid Edgü’nün 1983 yılında kaleme aldığı “Hakkari’de Bir Mevsim” adlı öyküsü, Erden Kıral tarafından sinemaya uyarlanmış ve uzun yıllar boyunca birçok insanın ya hiç izlemediği ya da izlemeye cesaret edemediği bir film olarak kalmıştır. Hem edebi hem de sinematik açıdan önemli bir yapıt olan bu film, 1980’ler Türkiye’sinin baskıcı ve tekçi politik atmosferinde yasaklanmış ve yıllar sonra onarılıp renklendirilerek tekrar izlenebilir hale getirilmiştir. Ben, filmi iki farklı dönemde, iki farklı bakış açısıyla izleme fırsatı buldum. İlk izlediğimde, gençlik yıllarımda, politik bir bilinçlenme yaşamamışken, film bana sadece bir köyün ıssız, karla kaplı ve tekdüze doğasının yansıması gibi gelmişti. Fakat yıllar sonra, politikleşmiş bir bakış açısıyla izlediğimde ise, film bambaşka bir anlam kazandı.
Film, bavullarını sırtlamış bir öğretmenin, uzun karlı bir dağ yolunu aşarak, uzak bir köye gelişiyle başlar. Bu öğretmenin modern giysileri, köy halkından hemen farklıdır ve onun dışarıdan biri olduğuna dair bir izlenim uyandırır. Görünüşte, köydeki insanlara yabancı olan bu kişi, ilk bakışta bir öğretmen veya doktor olabilir. Köyün muhtarı, misafirini karşılar ve ona evinin baş köşesini ayırır. Ancak, köydeki insanlar, misafire karşı bir merak duyarlar. Özellikle şal û şepikli, geleneksel kıyafetler içinde olan köylü erkekleri, bu yabancı ile çay içmenin “onuru”na erişirken, köyün kadınları ise çekingen bakışlarla, sessizce etrafı izlerler. Konuşan yoktur. Yalnızca muhtar zaman zaman birkaç kelime eder. Bu sessizlik, köylülerin ya konuşmayı bilmediklerini ya da öğretmenin dilini anlamadıklarını düşündürtebilir. Ancak film, dilin yalnızca bir iletişim aracı olmadığını, bakışlar ve beden diliyle de anlaşılabileceğini gösterir. Bu nokta, filmdeki dilsel ve kültürel engellerin yanı sıra, halkın yıllardır susturulmuş olmasının altını çizer.
Okulda, öğrenciler sırayla oturur ama sınıf atmosferinde derin bir sessizlik hâkimdir. Öğrencilerin gözlerinde boş bir ifade vardır; bu ifade, öğretmenin suratındaki benzer bir boşlukla örtüşmektedir. Herkes, bir çıkış yolu bulamamış, neye düştüklerini sorgulayan bir hâlde, tıpkı donmuş bir manzarada yerlerinde hareketsiz kalmış gibidir. Filmdeki bu atmosfer, köydeki yalnızlık, çaresizlik ve yabancılaşmayı yansıtır. Kar ve kasvetli bir sessizlik, köydeki insanlar arasında derin bir küskünlük olduğunu hissettirir. Teneffüslerde tek bir Kürtçe cümle bile duyulmaz, sadece karın ve rüzgarın sesi yankılanır. Bu sessizlik, halkın hem birbirlerine hem de dış dünyaya yabancılaşmasının bir göstergesidir. Zaman zaman, köydeki hastalıklar, ölümler ve salgınlar gibi Türkçe konuşmalar da duyulsa da, bu konuşmaların anlamı, halkın gerçekte yaşadığı trajediyi yansıtmaktan uzaktır.
Köyde bir salgın başlar ve bir çocuk hayatını kaybeder. Öğretmen, köyün muhtarına kasabadan bir telgraf göndermesini ister. Ancak telgrafı göndermeye çalışan köylü, kasabada yetkililerden azar işitir. Bu köylü, telgrafı geri getirdiğinde, öğretmene durumu anlatır, ancak öğretmen köylüye “Kendin anlatsaydın, hastalıktan bebelerin öldüğünü, dilin yok mu, konuşamıyor musun” diye kızar. Evet dili yok öğretmen bey Köye ayak bastığından beri bu insanlar hangi dili konuşuyor diye şaşkın bakışlarından her şeyi anlıyoruz.
Burada, köylülerin kendi dillerini kullanmakta yıllardır yasaklı oldukları gerçeği gözler önüne serilir. Bu sahne, filmdeki suskunluğun yalnızca bir dışa vurum olmadığını; aynı zamanda bir kimlik ve dil yasaklamasının sembolü olduğunu vurgular. Öğretmenin dili anlama isteği, bu yasakların halk üzerinde yarattığı derin etkileri gözler önüne serer. Bu durum, sadece bir iletişim sorunu değil, aynı zamanda yıllarca süren bir kimlik ve kültür baskısının da somut bir ifadesidir.
Filmde, köy halkının “cehaleti”ne dair bir bakış açısı ortaya çıkabilir. Ancak bu bakış açısı, köylülerin yaşadığı yoksulluk ve çaresizlikten, eğitim ve sağlık hizmetlerinden mahrumiyetinden göz ardı edilerek, bir tür aşağılama biçimine dönüşebilir. Çoğu kişi filmi, sadece manzaraya dayalı bir yapıt olarak değerlendirebilir. Ancak bu yaklaşım, filmi derinlemesine anlamak için yetersizdir. Çünkü film, aynı zamanda halkın suskunluğunun, dil yasaklarının ve uzun süredir yaşadıkları asimilasyon sürecinin de bir portresini çizer. Bu açıdan bakıldığında, filmdeki manzara sadece bir dış gösterim değil, aynı zamanda içsel bir çözülmenin, halkın kimlik ve dilini kaybetme sürecinin metaforudur.
Erden Kıral’ın yönetmenliğinde çekilen bu film, dönemin baskıcı, tekçi zihniyetine karşı önemli bir eleştiri olarak yasaklanmış olabilir. Filmdeki Kürtlere ait motifler, Hakkari’nin o dönemdeki sosyo-politik durumu ve halkın yaşadığı acılar, yönetmenin dikkatle işlediği temalar arasında yer alır. Bu temalar, izleyiciye sadece bir köydeki yaşamı değil, aynı zamanda bir halkın yaşadığı kimlik erozyonunu ve susturulmuş olmayı anlatır. Film, manzaralar ve diyaloglar üzerinden bir halkın acılarını, kaybettikleri kimliklerini ve dillerini anlatırken, aynı zamanda bu susturulmuş kimliğin ne denli güçlü bir dirençle var olmaya devam ettiğini de göstermektedir.
Sonuç olarak, “Hakkari’de Bir Mevsim” sadece bir köyün kasvetli manzarasına odaklanan bir film değil; aynı zamanda kültürel kimliğin, dilin ve halkların tarihsel mücadelelerinin derin bir anlatımıdır. Film, o dönemin sosyal ve politik baskılarını, yalnızca görsel ve işitsel öğelerle değil, izleyiciyi zorlayacak kadar derin ve çok katmanlı bir şekilde işler. Bu nedenle, izleyen herkesin farklı bir anlam ve deneyimle filmi değerlendirmesi kaçınılmazdır.
Sessiz sinema gibi çektiğiniz filmden anlıyoruz. Ama bu filmi izleyenlerin büyük çoğunluğu hiçbir eksiliğe düşmeden Hakkari de eskiden böyle bir yermiş, insanlar zaten cahil, konuşmayı bilmezler kardan ve hayvandan başka gördükleri bir şey yok portakalı bile bilmiyorlar deyip bitirebilirler filmi. Yıllarca uygulanan asimilasyoncu inkarcı ve sürgün yeri olan her türlü sağlık, eğitim hakkından mahrum halkın çaresizliği hiç dikkat çekmeyebilir. Biz başka bir gözden ve hafızadan izleyenler olarak o dilin Kürtçe olduğunu konuşunca cezalandırılacağını, hakarete maruz kalacağını biliyoruz. Susmak en güvenli alan. Film yönetmeni Erden Kıral da öldü, filmin hangi sahnesi için yasaklandığını belki merakımızdan sorabilirdik. Belki o da şöyle diyecekti; filmde Kürtlere özgü motif kullanmıştım ondandır diye. Belki de yasakçı ve tekçi zihniyet sadece Hakkari de her mevsimin tek bir mevsim olduğundan rahatsız oldu. Bilemeyiz. Ama bildiğimiz dilimizin yasaklı, acılarımızın sessiz olduğudur. O yüzden de film bizim nezdimizde bir manzara filmi olmaktan öteye geçmeyecektir.