Kürt kadınlar, yaşadıkları her türlü vahşetin acısıyla yüzleşme iradesine, affetme gücüne sahiptir. Peki ya siz, sessizliğinizle ortak olduğunuz, yeri geldiğinde yaşattığınız vahşetin hakikatiyle “helalleşmeye” var mısınız? Öyle ise buyurun yüzleşelim…
Hakikat toplumlar tarihinin en şeffaf, en pürüzsüz aynasıdır. Her şart ve koşulda kendini hatırlatan nihai çözümün altın anahtarıdır. Her kim ki, hakikatten kaçar, inkâr yoluna saparsa toplumlar tarihinin en karanlık yoluna sürüklenir, çürümüş düzenini bu karanlık üzerinden yaşatmaya çalışır. Hakikat toplumsal hafızanın en canlı organizmasıdır ve her koşulda kendini hatırlatmak gibi bir özelliği vardır. En önemlisi de hakikat kovalayan bir şeydir, ne yaparsan yap, nereye gidersen git, asıl olanı gerçekleştirinceye kadar peşini bırakmaz. Çünkü hakikat tüm bilimlerin anasıdır.
Doğal toplumlardan bu yana tarih iki ana kaynaktan kendi akışını sağlamıştır. Birincisi Mezopotamya topraklarında Dicle-Fırat kıyısında kadın emeği, aklı, iradesi ve bilimi ile üretilen sayısız değerlerin zenginliğinden insanlığa akan, yaşam nehri olan Neolitik devrimidir. İkinci ve tam tersi olan: resmi ideolojilerin yaratıcıları ve bekçileri olarak erkek-devlet inkârcılığı ve tekçiliğidir. Hakikat ve inkârcılık kaçan ve kovalayanın döngüsü gibi bir şeydir. Hatta özgürlük ve kölelik döngüsü diyebiliriz buna. Biri kendini yaratan ve sürekliliği oluşturandır, diğeri ise sürekli tükettiği için inkârı meşrulaştırarak kaçandır.
“Hakikat aşktır, aşk özgür yaşam” biliminden yola çıkarsak tarihin en büyük katliamlarına ve soykırımlarına karşı hakikatin en çıkarsız ve özgür ruhlu arayışçıları Kürt kadınlar ve Kürt anneler olmuştur. Kendi hakikatinin bilincinde olanların düşleri kadar mücadeleleri de büyük ve onurlu olur. Bir halkın tarihsel, toplumsal, kültürel, inançsal, kimliksel ve özcesi ahlaki ve politik değerleri o halkın yok edilemeyecek hakikatidir ve bu hakikatin en büyük mimarı o halkın yarısını oluşturan kadınlardır.
Yakın tarihin yüz yılına bile bakılırsa Kürt kadınlara yaşatılan; fiziksel ve kültürel soykırımlar, ruhsal, zihinsel, bedensel, psikolojik, ekonomik şiddet, işkence, taciz, tecavüz ve çocuk istismarı ve akla hayale sığmayacak her türlü vahşete karşı Kürt kadınların sergilediği direniş, yürüttüğü mücadele hakikat arayıcılığının kendisidir. Hakikati olmayanın zihinsel ve ruhsal özgürlüğü olamaz. Çünkü “özgürlük kendini yönetmektir.” Hakikati olmayanın onurlu yaşamı olamaz. Bunu en iyi Kürt kadınlar bilir.
Ortadoğu’nun en kadim halkı Kürtlerin ahlaki politik toplum değerlerinin asıl mimarı kadınlardır. O nedenle bu coğrafyada eğer gerçekten birileri toplumsal sorunların çözümüyle ilgili, iktidardan tutalım da toplum temsilcililerine kadar, toplumsal sorunların çözümüne talip olan tüm siyasi aktörler ve dinamikler yol almak istiyorlarsa her şeyden önce Kürt anneleri ve Kürt kadın hakikatiyle yüzleşmeyi esas almalıdır. Kadınların affına sığınmadan, onlardan “yürekten affediyorum”u duymadan helalleşme olmaz.
Neden mi? Örneğin son zamanlarda "helalleşme" konusu gündemin ilk sıralarında yerini korumaya devam ediyor. “Helalleşme mi, hesaplaşma mı, yüzleşe mi” gibi pek çok başlıklar altında bölük-pörçük bir tartışmadır almış başını gidiyor. Oysa hakikat bir bütündür, parçalanamaz. Kürtlerin, Kürt kadınların gıyabında değil helalleşmek, helalleşmeyi konuşmak bile inkâr politikasının başka bir ifade biçimidir. Kürtsüz “Kürt sorununu biz çözdük” demekten farksızdır. Hatta daha ilerisi Kürt kadının kendi yarattığı değerlerinin tekrardan ona diletilmesidir. Kendi yarattığınız değerlerin sizden her türlü gasp yöntemiyle alınıp yeniden rica minnet size pazarlatılması gibi bir şeydir bu. Bu anlamda “adaleti biz sağlayacağız, Kürt sorunu biz çözeceğiz, herkes ile biz helalleşeceğiz ”gibi pratik çalışma ve çabadan uzak gibi sözler sihirli de olsa inandırıcı değildir. Kime, neye göre, kimlerle nasıl bir helalleşme, tüm bu soruların alt yapı çalışması, hazırlığı yapılmadan helalleşme olmaz.
Kürt sorununun çözümüne talip olan siyasi aktör ve dinamiklerin söylemlerinden yola çıkalım mesela. Ortadoğu ve Türkiye’de hakikat temelli çözülmesi gereken en temel ve acil konulardan biridir Kürt sorunu. Gıyabında halleşmeyi mi esas alacağız, yoksa hakikat ile yüzleşmeyi mi? "Hakikat bir bütündür, parçalanamaz" diyorsak, tabi ki yüzleşmeyi esas alacağız. Helalleşme kavramının toplumsal karşılığı elbette ki samimi ve değerlidir ama salt siyaseten ifade etmek değil, yaşamda gerekleri yerine getirilirse anlamlı olur. Helalleşme denilen şey, gerçekte var olan hakikati amasız fakatsız kabul etmek ve yüzleşmektir.
Kişi, toplum veya sistem bir sorunu gerçekten çözmek istiyorsa, önce sorunu hakikat temelli ele almak ve kabul etmek zorundadır. Çünkü hakikat, çözümün anahtarıdır. Bu anahtara ulaşmanın tek yolu da Kürt kadını ve Kürt annelerinden af dilemektir. Çünkü bu coğrafyanın 12 bin yıllık toplumsal ve tarihsel değerlerinin yaratıcıları, üreticileri ve asıl sahipleri olan kadınlar, kendi yaratımlarının dilencisi durumuna düşürüldüğünü en derinden hissedenler oldu. Kürt kadınların hakikat arayıcılığı ve mücadele tarihi işte öyle başladı. Yüz yılı aşkın bir zamandır Kürt halkı ve Kürt kadınlar; dili, kimliği, kültürü, inancı kısacası özgür iradeli birey-toplumu için var olma mücadelesi veriyor. Bunun için yaşamadığı vahşet, çekmediği acı, maruz kalmadığı işkence, ödemediği bedel kalmadı.
İnkâr, imha, ölüm, işkence, taciz, tecavüz kavramları yaşatılanları ifade etmeye yetmedi çoğu zaman. Ama bazıları için “helalleşmeyi biz yapacağız" demek kolay, yeterli gibi geliyor. Evet, “helalleşmek” iyidir güzeldir ve çok değerlidir ama hiç kolay değildir. Hele hele bir halkın yüz yıllık var olma mücadelesi söz konusu ise hiç kolay değil. Her şeyden önce hakikat temelli ciddiyet ve samimiyet gerektirir…
Hafızamızı biraz yoklayıp, iğne ucu kadar insaflı düşünelim mesela;
Mezarsız ve kefensiz ölülerine ağlayan, bir halkın acısıyla nasıl helalleşilir?
Hâlâ bilinmeyen topraklarda ekmeğimize karışan binlerce faili meçhul canın ailesiyle nasıl helalleşilir?
Asit kuyularında eriyip, içtiğimiz suya karışan binlerce insanın yakınlarıyla nasıl helalleşilir?
Ölümü bile yetersiz görülüp başı kesilen, tecavüz edilen, bedenine her tülü işkence edilen, yerlerde sürüklenenlerle nasıl helalleşilir?
Onurundan, kimliğinden vazgeçsin, tek kelime bile Kürtçe konuşmasın diye Amed zindanlarında vahşete maruz bırakılanlarla nasıl helalleşilir?
Yaşı büyütülerek idam edilen çocuklarla, yaşı küçültülerek kendisinden önce evladı asılan pirlerle nasıl helalleşilir?
Yıllarca çocuğunun, eşinin, babasının, kardeşinin bir kemiğine ulaşmak için mücadele verirken yerlerde sürüklenen, yargılanan ve gözü açık hayata veda eden Cumartesi Anneleriyle nasıl helalleşilir?
“Ben çocuğumu yitirdim, başka anneler ağlamasın” dediği için gözaltına alınan, yargılanan, tutuklanıp cezalandırılan, “terörist” ilan edilen Barış Anneleriyle nasıl helalleşilir?
İşlemediği suçtan 25 yıldır cezaevinde olan 83 yaşındaki Mehmet Emin Özkan şahsında binlerce hasta tutsakla nasıl helalleşilir?
“Taş attı” diye tutuklanıp Pozantı’da toplu tecavüze maruz kalan, toplumun geleceği dediğimiz çocuklarla nasıl helalleşilir?
Hâlâ ve her gün cezasızlıktan dolayı, şiddete, tacize, tecavüze, istismara maruz kalan kadın ve çocuklarla nasıl helalleşilir?
Hatun Tuğluk annenin ruhuyla nasıl helalleşilir?
Hacı Lokman Birlik’in annesi, Taybet ananın çocuklarıyla nasıl helalleşilir?
Cemile, Ceylan, Uğur ve katledilen binlerce Kürt çocukların anneleriyle nasıl helalleşilir?
Hafriyat yığını altında adalet arayan Emine Şenyaşar ile nasıl helalleşilir?
Suruç’ta, Ankara Gar katliamında hayatını kaybedenlerle ve yakınlarıyla nasıl helalleşilir?
Roboski anneleriyle nasıl helalleşilir?
Gibi cevabını bulamamış binlerce soru dururken "gelin helalleşelim" demek, yüzleşmekten, hesaplaşmaktan ve gerçek çözümü yaratmaktan kaçmaktır. “Giden gitti, biz önümüze bakalım” demektir. Bu da hâlâ yanlışa yanlış, suça suç diyememektir. Böyle “helalleşme" olmaz. Yukarıda sıraladığım, aydınlığa kavuşturulması gereken daha binlerce soruya sığmayacak hesaplaşmalar ve yüzleşmeler için her şeyden önce bağımsız araştırma merkezleri ve hakikatle yüzleşme komisyonları oluşturulmalı. Bu bağımsız araştırma merkezlerine bağlı komisyonlar, uzun vadeli bir araştırma temelinde amasız fakatsız suçlamadan, yargılamadan taraf olmadan, toplumun tüm kesimleriyle görüşmeden, hakikati aydınlatmadan bunu tüm toplumla şeffaf bir biçimde paylaşmadan en önemlisi de bağımsız bir yargı sistemiyle suçluların hak ettiği cezayı toplum vicdanıyla cezalandırmadan bir “helalleşmeden” bahsedemeyiz.
Gözü açık hayata veda eden Berfo anaya verilen söz yerine getirilmeden; bedenine yaşından daha fazla kurşun saplanan ve “terörist” ilan edilen Uğur Kaymaz’ın çocukluğu ve babasının suçsuzluğu iadeyi itibar edilmeden; Emine Şenyaşar’ın çığlığına kör, sağır, dilsiz kalan adalet harekete geçmeden; Ceylan Önkol’un annesinin eteğindeki acısı dinmeden; Cemile Çağırga’nın annesinin üşüyen acısı geçmeden; şiddete, tacize, tecavüze, istismara uğrayan kadın ve çocukların zihninde ve ruhunda açılan derin yaralar iyileşmeden “helalleşme” olmaz.
Evet, “helalleşme” güzeldir ve değerlidir, bu topraklarda gerçek anlamda bir helalleşme olacaksa Kürt kadın ve annelerin vicdanına, acılarına ve sayısız yaşanmışlıklarına ortak olmakla ve yüzleşmekle olur. Kürt kadınlar ve anneler, yaşadıkları her türlü vahşetin acısıyla yüzleşme iradesine, affetme gücüne sahiptir. Peki ya siz, sessizliğinizle ortak olduğunuz, yeri geldiğinde yaşattığınız her türlü vahşetin hakikatiyle amasız, fakatsız yüzleşme gücüne, vicdanına ve iradesine sahip olarak “helalleşmeye” var mısınız? Öyle ise buyurun yüzleşelim…