Tarih boyunca yaşanan soykırımlarda kadın, karanlıkta kalan, geçiştirilen, hatırlanmak istenmeyen yüzü oldu. Görülmek istenmeyen bu yüz toplumsal cinsiyetin, cinsiyet körlüğünden hep beslendi. Böylelikle de soykırımın analizinde cinsiyetin rolü hep eksik kaldı. Oysaki kadınlar hem yok edilmesi gereken grubun asli üyesi olarak öldürüldü, öldürülmeyenler ise yavaş ölüm ile cezalandırıldı.
Her tarihin bir anlatısı ve bir anlatıcısı olur. Tarihin yazıcıları ise anlatılan tarihin aksine çarpıtılan tarih ile olmayan resmi bir tarih yaratmaya çalışır. Êzidîler bu tarihin anlatıcıları yazıcılar ise fermanları yazanlar.
Yahudiler için “Holokost”, Ermeniler için “Meds Yeghern” ne ise Êzidîler için de “Ferman” aynı hikâyeyi anlatır.
73. kez ilan edilen ferman ile Fırat’ın doğusundan batısına kadar kök salmış bir halkın hikayesi kan kızıla bulanmış kılıçlarla gönderilir. Bu kök o kadar derindir ki eksilse de köklerini başka nehirler ile buluşturmaktan geri durmaz. Ne kök bırakır yerini ne de yer kabul eder başka birini.
Her yeni yüzyıl yeni fermanlar ile dolsa da güneşin doğduğu yer ile filize bırakır yaşam kendini.
Êzidî Kürtler, Mezopotamya’nın en kadim inancına sahip kadim bir coğrafyanın çocukları. Güneşi doğuranların, güneşin çocukları onlar. Güneşin batışını fırsat bilenlerin bu çocuklara kıydıkları yüzlerce katliam hikayesi var. Bilinenleri ise 72. defa öldürülmeleri farz olunmuş ferman risaleyelerinde yazılı.
Gerçek şu ki XII. YY’a kadar Kürdistan coğrafyasının 3/4’ü Êzidîydi. 19 YY öncesine kadar da Kürt coğrafyası inanç temelli bahanelerle sayısız işgallere uğradı. 19. yy öncesine kadar da Kürt coğrafyası inanç temelli bahanelerle sayısız işgallere uğradı. Örneğin 1940’lara kadar Diyarbakır’ın Bismil-Çınar-Dicle platosunun yüzde 80’i Êzidî köyleriydi.
Êzidîlerin her bir yok oluş hikayesi, yeniden var etme hikayeleriyle kendini unutturmamıştı. "Rêya Heq (Kürt Aleviliği) gibi binlerce yıldır doğa-kadın- toplum-inanç kodlarını kök hücre gibi bağrında taşıdı.
Binlerce yılın geleneği ve inancı soykırımlarla bilense de bu inanca mensup Êzidîler her bir ferman ile kalanlarla yol yürüdü. Yok edilmelerinin farzı gerekçelerinden biri de bir din olarak görülmemesi gerektiğiydi.
12. yy ile başlayan Müslümanlaştırma, 21. yy ile buna dahil edilen Türkleştirme ve Araplaştırma politikası bu coğrafyanın en kadim inancına sahip olan bu topluluğu her defasında yeni bir yok oluş ile karşı karşıya getirdi.
Osmanlı hakimiyet bölgesinde yaşayan milyonlarca Êzidî "İnanca sahip bir topluluk" olarak görülmemişti. 13. yy ile birlikte yoğunlaşan fetvalar ile Êzidîler, Osmanlı hükümranlığı tarafından “Mürtet” ve çoğa zaman İslam'a davet edilerek katledilmiştir. Zira mürtetlik, dinden sapanların, Müslüman olup da cayanların affının asla olmayacağı bir süreci ifade ediyordu. Bu nedenle fetvalar ile “mürtetliğin katli vacip gereği” yerinden göçertilmiş ve kitlesel olarak katledilişleri farz kılınmıştı. Esas motivasyonun dine çağrı değil, toprağın işgali, varlığın ganimet olarak paylaşımı ile köle ve cariye olarak kadın bedeninin ve emeklerinin sömürüsüydü. Tıpkı 73. Fermanda DAİŞ emirinin cami hoparlöründe yaptığı "Kürdlerin canı, malı ve kadınları size helaldir" çağrısı gibi.
İşgal edilen toprak, kadın bedeni üzerindeki işgal ile paralel yürütülmüştür. Onlar için kadının mülkiyet değeri öldürülmesinden daha kârlı bir işti. Çünkü kadın bedeni üzerindeki denetim kadının mensup olduğu topluluğun da alt edilmesi ve ganimetin eşsiz kölelerinden yararlanmaları için bir fırsat yaratmıştır.
Tarih boyunca yaşanan soykırımlarda kadın, karanlıkta kalan, geçiştirilen, hatırlanmak istenmeyen yüzü oldu. Görülmek istenmeyen bu yüz toplumsal cinsiyetin, cinsiyet körlüğünden hep beslendi. Böylelikle de soykırımın analizinde cinsiyetin rolü hep eksik kaldı.
Oysaki kadınlar hem yok edilmesi gereken grubun asli üyesi olarak öldürüldü, öldürülmeyenler ise yavaş ölüm ile cezalandırıldı.
Soykırımın cinsiyetçi yönü analiz edilirken kadınların yaşadığı deneyimler Êzidi kadınların kendi ifadeleriyle “ölümün ötesi"ydi. Neydi Ölümün ötesi? Fiziki varlığın anlam ifade etmediği, ait olunan topluluğun duygu dünyasının öldürülmesiydi. Yaşarken ölmek ya da yitirilip gidenlerin ardından her gün ölmeyi istemekti. Evlatların kucaklarından alınıp götürülmesi ve onları bulamamak, kayıp olanların yasını tutamamak, bir mezar bulamamaktı onlar için.
3 Ağustos 2014’te Şengal’de Êzidîlerin yaşadığı soykırım pratiği, diğer soykırımlar gibi kadınların edindiği cinsiyet rollerinin onları ana hedef gruplar olarak görüldüğünü göstermiştir. Koço Köyü'nde 16 Ağustos’ta alıkonulan 60 yaş üstü kadınların kurşuna dizilmesi, 6 yaş üzeri kadınların tamamının aile fertlerinden koparılması, menkul bir değer olarak görülüp pazarlarda açık bir şekilde açık artırmayla defalarca kez satılmaları, savaş meydanlarında onlarca kez tecavüz edilmeleri, cinsel dürtü ve arzularla bulundukları yerde en kötü koşullarda tutularak aç bırakılmaları, Müslümanlığı kabul etmeye zorlanmaları bir kadın soykırımıdır esas olarak.
Her ne kadar soykırım suçu, ikinci dünya savaşı sonrasında uluslararası sözleşmeler ile yaptırıma tabi tutulması gerektiği kabul edilmiş olsa da, soykırımın kadınların cinsiyet rollerinden kaynaklı uygulamaları ve saldırıları soykırımın konusu olarak görülmek istenmemiştir.
Birleşmiş Milletler'i (BM) soykırımlar nedeniyle harekete geçmeye teşvik eden Raphael Lemkin soykırımı, “Hem ölümcül hem de ölümcül olmayan imha yöntemlerini içeren farklı eylemlerin koordineli bir planını" içeren bir eylem olarak ifade eder. Bu ifade aslında soykırımın cinsiyetçi boyutlarını üstü kapalı olarak kabul ediyordu. Ve aslında cinsiyet, soykırım suçunun içine nüfuz ettiğinden faillerin soykırıma yönelik şiddetin sürekliliğini oluşturan koordineli eylem planlaması iç içe olmuştur.
Lemkin’nin belirlemesiyle, soykırımın ölümcül olmayan saldırıların da bu kapsamda ele alınabileceği kabul edilse de geçici nitelikte(ad hoc) kurulan uluslararası ceza mahkemesi sıfatıyla kurulan mahkemelerde kadınların yaşadıkları sistematik cinsel şiddet bu kapsamda ele alınmadı. Cinsiyet analizi yapılmasından kaçınan uluslararası ceza mahkemeleri olan Nürbeng ve Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi hatta Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemeleri cinsiyet yönelimli eylemleri bu kapsamda değerlendirmekten uzak durarak bu yönlü iddialara ilişkin suç faillerine ya beraat kararı verdi ya da bu suçlamaları düşürdü.
1998 tarihinde Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (ICTR) özellikle kadın hak savunucularının ısrarı sonucu mahkeme savcısı “Akayesu davasında” soykırım suçunun açıkça cinsiyetlendirilmiş ilk analizlerinden birini yaptı. Akayesu davası ile özellikle tecavüz ve diğer cinsel şiddet eylemlerinin soykırımın kurucu eylemleri olabileceğini ilk kez belirlenmiş oldu. Nihayetinde1998 tarihli Roma Statüsünün sözleşme hükümlerinde “cinsel şiddet” soykırım suçu olarak görülmese de insanlığa karşı suç ve savaş sucu kategorisinde normatif bir dayanak buldu.
3 Ağustos 2014 Êzidî soykırımı, soykırımın cinsiyetçi yönünün tüm kesişimsel yönlerini barındırıyordu. Ne yazık ki tüm soykırımlarda kadının cinsiyet rolüne ilişkin olarak hedef alınmasının analizlerine ilişkin cinsiyet körü yaklaşım halen devam etmektedir. Bunun soykırımları önlemedeki etkisi yadsınamaz.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini geliştirme çalışması yapan uluslararası bir insan hakları kuruluşu olan Küresel Adalet Merkezi (GJC)’in yayınladığı raporun bu yöndeki ifadesi dikkat çekicidir. “İnsan tanımadığı şeyi önleyemez ve cezalandıramaz.” (*)
Êzidî fermanlarının tarihi anlatıcıları hep kadınlar oldu. Bu kadınlar soykırımların ana hedefinde neden kendilerinin olduğunu biliyorlar. Bugün bilmenin ötesinde bu kadınların verdiği mücadele uluslararası dayanışma ağlarını örerek kadınlara yapılanları unutturmayacak ve faillerin tüm insanlık ailesi adına yargılanmasını sağlayacak.
3 Ağustos, fermanlarla yer yüzünden silinmek istenen en kadim coğrafyanın en kadim halkının yaşam ısrarının kadınlar eliyle bir kurtuluş hikayesine dönüşen bir başlangıç artık bizler için. Êzidîler’e ve kadınlara bir umut ışığı olmuş o el ile bugün Êzidîler yaşadıkları coğrafya ile kendi özerk statülerini Êzidixan’da kazanmaya çalışıyorlar. Bu başlangıca dönmek için Êzidîlerin yurdu olan dört parça Kürdistan’a dönmelerini sağlamaya çalışmak, failleri yargılamak güneşi doğuran kadınlara sözümüz olsun.
(*)https://www.globaljusticecenter.net/tr/global-justice-center-on-genocide-prevention-day/