Düşecekse şayet 3 elma, sahibi bellidir. Katledilen kadınlara, kadınlar katledilmesin diye toprağa düşenlere ve bugün kadın mücadelesinde yol yürüyenlere
‘Teklerin en eskisi, Tanrı’ya yakışan sayı. Cennetin en sevgili sayısı ki, merkezindedir. Her iki uçtan da eşit uzaklıktadır. Başı, ortası, sonu olan ilktir…’ ‘Sepmaine’ 3 sayısını böyle tarifler.
Sonra her masalın ardından gökten düşen 3 elmayı duyarız. Dinleyene anlatana ve kahramana pay edilmek suretiyle.
Mitoloji hakikate varılacak yolda bir yöntemse şayet, azıkta yeri olan bu yönteme göz atmayı tarihe borç biliyoruz. Bilgeliğin sembolü elmalarda, tanrıçaların kutsadığı sayılarda bizlere hakikate giden yolda göz kırpmaktadır.
Varoluşun ilk bilinen elementleri olan ateş, hava, su üçlemesi, insanlık döngüsünün ifadesi olan doğum yaşam ve ölüm üçlemesi, tanrıçaların bilgi, bereket, güzellik üçlemesi, felsefenin iyi, doğru, güzel üçlemesi, dinlerin baba oğul kutsal ruh üçlemesi, bilimin ortaya koyduğu olgu…
Mantık nesne üçlemesi günümüze varmaktadır.
Bir akış halinde toplumlar tarihinden bugüne geldiğimizde kadının bilgeliğini çarpıtarak kendi gerçeğini yazmaya çalışanların da üçlemelerinin olduğunu görüyoruz
Milliyetçilik, cinsiyetçilik ve dincilik bunların en temel üçlemesidir. Kaybettiğin yerde ara esprisiyle yola çıktığımızda milliyetçilik cinsiyetçilik ve dinciliğin incelenmesi gerekmektedir.
Kadınlık ve erkekliğin toplumsal inşasında en temel ideoloji cinsiyetçiliğin kendisidir. Kadın nefreti, kadın düşmanlığı, mizojini, kadın kırımı olarak kadınlar tarafından isimlendirilen tüm sosyolojik tespitlerin buluştuğu eksen cinsiyetçiliğin kendisi oluyor. Tarihsel kırılmaları kendi içinde yaşayan ideoloji yöntemlerinde farklılıklar içerse de kendisini sürdürmeyi başarmıştır. Mitolojik anlatımlardan ilk yaradılış efsanelerine, dinler tarihinden felsefeye ve pozitivist bilime en nihayetinde bugün kapitalizmde zirveleşen cinsiyetçilik kendisini dönemlere göre örgütlemiştir.
Bir öğreti olarak erkeklere kadın üzerinde hakimiyet kurma, şiddet uygulama, emeğini ve bedenini kontrol etmeyi sunmuştur. Kadınlara, kadının ikinci bir cins olduğuna tüm toplumsal argümanlar eliyle ikna edilmek istenmektedir. İçerilmeye çalışılan bu anlayış ile şiddetin ve baskının kadınlar tarafından doğal görülmesi, toplum tarafından tabiat gereği olduğu benimsetilmeye çalışılmıştır. Bugün katledilen kadınların haberleri kamuoyuna açıklandığında katledilenin olduğu mekan ve zaman, faille kurduğu ilişki, katledilenin yaşam biçimi cinayete meşruluk aracı haline getirilmeye çalışılıyor. Elbette biz kadınlar “o saatte orada ne işi vardı, öyle de giyinmeseydi …”ile başlayan cümlelere tanığız. Fakat son süreçlerde daha fazla teşhir olan bir durum dikkatimizden kaçmamaktadır. Failin hangi ırktan olduğu ile ilgilenen kesimlerin yorumları. Katledenin ırkına göre başka bir ırkın katliamı ırkçı duygularla ifade etmesi bizlere cinsiyetçilik ve milliyetçilik arasındaki organik bağı göstermektedir. Erkekliğin ırka göre değişmediği, cinsiyetçiliğin ırklar üzerinden ifade edilemeyeceği gerçeği ıskalanmaya çalışıyor. İkbal, Narin ve Rojbin’in katliam haberleri ile her yerde şiddete dur demek için sokağa üniversite kampüslerine baro salonlarına çıkanlara ırkçılıktan bir ses yükseldi. Atılan sloganın Kürtçe olması katledilen kadınların hikayesinin önüne geçmeye başladı. Vatan millet Sakarya üçlemesini kendine din ilan edenler sözün içeriğine değil fonetiğine bakmaya devam ettiler. Öyle ki herhangi bir yerde eylem yapılacağını duyan milliyetçiler eylemlere katılmak için değil eylemde Kürtçe slogan duyarlarsa müdahale etmek için eylem alanlarına gitti. Elbette ki tüm eylem alanlarından cevap işittiler, bunlar mücadele için engel dahi sayılamayacak ayrıntılar. Dikkat çekmek istediğimiz milliyetçilik ve cinsiyetçiliğin ortak kodlarıdır.
Şüphesiz tüm bunları ele aldıktan sonra üçlemenin bir tanesi kendisini hissettirmeye başlıyor. Bunca katliam neden yapılmakta, kadın cinayetleri neden artmakta ve engellenememekte?
Soruların cevabını biliyoruz. Siyasal İslam’ın kadın düşmanı politikaları bugün cinsiyetçiliği daha da arttırmaktadır. Dincilik, üçlemenin önemli bir ayağı olurken ülkemizin artan kadın sorunlarının da en önemli sebeplerinden biri olmaktadır.
Makul aile, makbul kadın kriteri ile başladıkları bu yolda kadın kazanımlarının gaspından, İstanbul sözleşmesinin feshine, nafaka düzenlemesine, mücadele yürüten kadınların engellenmesine kadar bir dizi politika işlenmektedir. Şiddetti önleyici politika üretemeyen iktidar cezasızlık politikası ile erkekliği cesaretlendirmektedir.
Katleden erkeklerin nüfuzlarını milliyetçiliklerini kullanarak cesaret aldığı sayısız hikaye yüzümüze çarpmaktadır. Ölmemek için öldürmek zorunda kalan kadınlar tutukluyken, kadınlar ölmesin diye mücadele eden kadınlar baskı görürken, katledenler karakollarda serbest bırakılmaktadır. Onlarca suç kaydı olan failler ifade alınması ardından salınmaktadır.
Dinciliğin, cinsiyetçiliğin ve ırkçılığın kökleri birbirine uzun zamandır karışmış durumda, ulus devlet aklı bu köklere can suyu olmaya devam etmektedir.
Kadınlar lehine atılacak özgürlük adımlarının formülünü kadınlar buldu. Kadınlar dünyanın dört yanında. Aynı avazdan “Özgürlüğün de üçlemesi vardır”dedi. JIN JIYAN AZADÎ diye bağırdı.
Bu slogan bugün duyulmadı, bu slogan bugün söylenmedi. Heybesinde onlarca yılın hakikatini taşıyarak geldi. Kadın mücadelesinin her karanlık sokağını aydınlatarak, yanındakine omuz vererek geldi. Bu slogan bir güneşin aydınlığında ellerimize doğdu. Ellerimiz şimdi birbirine uzanmış, sözümüz bir ”evde ya da fabrikada, kırda ya da kentte Hindistan’da ya da Afganistan’da rojhilatta ya da İstanbul’da kampüste ya da Amed’de, Baro salonlarında ya da işçi direnişinde nerede olursak olalım yan yana omuz omuza kadınlar birlikte güçlü”.
Her hikayenin sonunda 3 elma düşer dedik ya; elma bilgeliktir, elma vefadır. Sözlerimin sonunda düşecekse şayet 3 elma, sahibi bellidir. Katledilen kadınlara, kadınlar katledilmesin diye toprağa düşenlere ve bugün kadın mücadelesinde yol yürüyenlere.