Türkiye'de yabancı kadınların faillerinin lehine çok büyük bir cezasızlık politikası yürütülmekte. Temmuz 2020'de Van Geri Gönderme Merkezinde elektriklerin kesilmesi sonrası üç güvenlik görevlisinin tecavüz ettiği kadının şikayeti sonrası soruşturma başlatıldı. Kadın faillerden sadece ikisini teşhis edebildiği için soruşturma iki kişi üzerinden devam etti. Her türlü teknolojik imkana sahip olan yargı ve adli tıp kadının vücudundan doku ve örnek alıp üçüncü faili tespit etmedi. Teşhis edilen iki kişiye ise 15'er yıl hapis cezası verildi. Her ne kadar karar metninin tamamına sahip olmasak da kanunda tecavüzün alt sınırı 12 yıldır
Göçe sürüklen kadınlar özelinde bakıldığı zaman bütün nedenlerin tek bir tetikleyicisi var, hayatta kalmak. Savaştan kaçmak, totaliter baskıcı rejimden kaçmak, ekonomik baskı ve buhranlardan kaçmak… Kadın zaten mevcutta maruz kaldığı tüm bu kötülüklerden kaçıp gittiği yerde nelerle mücadele etmek zorunda kalıyor onu da açıklamak gerekir. Türkiye jeopolitik konumu itibari ile sürekli olarak göç almakta ve almış olduğu göçlerde devlet olarak gelen göçmenlere sunmuş olduğu imkanları her yerde propaganda olarak da kullanmaktadır. Gerçek, anlatılandan bir hayli uzak maalesef. Gerçeği göçmen kadınlar arasında uyrukları özelinde ayrı ayrı açıklayacağız.
DAİŞ terörü sonrası Türkiye'ye çok fazla göçmen girişi oldu. Gelen kişilerde yaşlı, genç ve çocuk olmak üzere çok fazla kadın vardı. Bu kişilerin kayıt işlemleri eksik yapıldı. Bu da hukuki noktada pek çok probleme neden oldu. Sözlü beyan üzerine alınan kayıt nedeniyle bekar bazı kadınlar imam nikahımız var denilerek evli, evli bazı kadınlar ise erkeğin başkası ile evlenmesinin önünün açık kalması için bekar kaydedildi. Bu durum ise kadının boşanma ve velayet hakkını kullanabilmesinin önüne çok büyük bir engel koydu. Türkiye'de evli görünen kendi ülkesindeki bekar kişiler evliliği belgeleyemediği için boşanamamakta Türkiye'de bekar görünüp ülkesinde evli olanlara ise ya ülkende boşan ya da ülkenden getirteceğin evrak ile burada önce kaydını değiştir sonra boşan deniliyor. Zaten dezavantajlı olan, yabancı olduğu için çalışması bakanlığın vereceği izne bağlı olan ve izin verilmeyen kadını çok büyük bir evrak ve yargı yükünün altına sokmakta.
Yabancı'nın çalışması izne tabi olduğu için kadınlar ya çalışamıyor ya da kayıt dışı olarak hiçbir sosyal güvencesi olmadan emeğinin çok altında çalışıyor. Zaten kendileri için zor olan çalışma hayatına dahil olma simsarlar nedeniyle çok daha da zorlaşmakta. Simsarlarca kayıt dışı da olsa çalışabilecekleri iş yerleri haraca bağlanmış ve ilk aylığından simsara prim vermeyen hiç kimse iş bulamamakta. Bu nedenle de hiçbir ekonomik güvencesi olmayan kadınlar Türkiye'de maruz kaldıkları kötü muamelelere ses çıkaramamaktadır.
Türkiye her ne kadar kabul ettiği göçmenler üzerinden yardımseverliğinin propagandasını yapsa da alt yapı yetersizliği nedeniyle yeterli veri tabanı oluşturamamakta ve çocuk yaşta evlendirilen çocukları takip edememektedir.
DAİŞ terörü sonrası Türkiye'de yeni bir hayat kurmaya çalışan kadınların yaşadığı sıkıntıların belki de çok küçük bir kısmından bahsettik. Göç etmek zorunda kalan insanların sorunları yaşama hakkına erişim, emek sömürüsü ve kadınların, kız çocuklarının cinsel dokunulmazlıkları ile sınırlı değil. Göç olgusunun insanlar üzerinde çok ciddi derecede olumsuz psikolojik etkileri de olmaktadır. Dünyanın çeşitli yerlerinde birçok mülteci, ayrımcılığa maruz kaldığı için sosyal izolasyona maruz kalmaktadır. Sosyal izolasyon, ayrımcılık ve dışlama kimi zaman linç girişimlerine dönüşmektedir. Bunun bir örneğini 2021 yılında Ankara’da gördük. Mülteciler geldikleri ülkelerde maruz bırakıldıkları sözlü ve fiziksel şiddet, emek sömürüsü, güvencesiz yaşam sebepleriyle depresyon, kaygı bozukluğu gibi rahatsızlıklar yaşamaktadır. Bu durum ise mültecileri yaşayabilmek için geldikleri ülkelerde de öz kıyıma yani intihara sürüklemektedir.
Totaliter bir rejime sahip olan, din ve vicdan hürriyetinin olmadığı İran'dan gelen kadınlar açısından da durum çok farklı değil maalesef. Türkiye'nin de taraf olduğu Cenevre Sözleşmesine göre; İran'dan gelen kişiler iltica şartlarını sağladığı halde keyfi bir uygulama ile başvurular reddediliyor ve kişiler din ve vicdan hürriyetinin olmadığı ülkeye geri dönmek zorunda bırakılıyor. Geri dönmeyenler de sınır dışı ediliyor ve ülkesinden kaçmaya çalıştığı için de İran'da insan onuru ile bağdaşmayan cezalara maruz bırakılıyor. Başvurusu kabul edilip burada kalanlar açısından da durum çok farklı değil maalesef her ne kadar bütün yeterlilikleri sağlasalar da bulunmaya çalıştıkları her alanda yabancı ve kadın oldukları için sürekli mücadele etmeleri gerekiyor.
Türkiye'nin muhatabı bir diğer göç dalgası ise Rusya-Ukrayna savaşı sonrası oldu. Bu göç dalgası ile de savaş mağduru olan kadınlar üzerinden çok büyük bir taciz kampanyası gözler önüne serildi. Savaşın yıkıcılığını paylaşan kadınların görselleri üçüncü kişiler tarafından paylaşılıp sanki bir köle pazarından cariye seçiliyormuşçasına "misafirperver duygularla" ev açma, köydeki tarlanın satılması vaatleri verilerek kadınlar Türkiye'ye davet edildi. Bir şekilde Türkiye'ye gelen kadınlar yetişkin çocuk fark etmeden zorla ya da rıza inşası ile eğlence mekanlarında çalıştırıldı. Çocukların eğlence mekanında çalışırken videoları sosyal medyada paylaşıldı ve bunun güzellemesi yapıldı fakat devlet bu duruma karşı da hiçbir şey yapmadı sadece seyirci kaldı.
Türkiye'de yabancı kadınların faillerinin lehine çok büyük bir cezasızlık politikası yürütülmekte. Temmuz 2020'de Van Geri Gönderme Merkezi'nde elektriklerin kesilmesi sonrası üç güvenlik görevlisinin tecavüz ettiği kadının şikayeti sonrası soruşturma başlatıldı. Kadın faillerden sadece ikisini teşhis edebildiği için soruşturma iki kişi üzerinden devam etti. Her türlü teknolojik imkana sahip olan yargı ve adli tıp kadının vücudundan doku ve örnek alıp üçüncü faili tespit etmedi. Teşhis edilen iki kişiye ise 15'er yıl hapis cezası verildi. Her ne kadar karar metninin tamamına sahip olmasak da kanunda tecavüzün alt sınırı 12 yıldır. Kanunda bu suç nezdinde düzenlenen ve cezayı arttıracak olan dört adet nitelikli hal ise;
a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
b) Kamu görevinin, vesayet veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
c) Silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte,
d) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle," bunlardır, bu nitelikli hallerin her birinde verilecek olan ceza yarı oranında artırılır. Sadece kaba bir matematikle bile heyetin cezayı en alt sınırdan verip sadece bir tane nitelikli hali uygulayıp üstüne iyi hal indirimi yaptığını anlayabiliriz.
Bu olaya benzer bir başka tutum ise Mart 2023'te Karabük'te öldürülen Gabonlu üniversite öğrencisi Jeannah Danys Dinabongho Ibouanga’nın dosyasında görebiliriz. Dosyadaki bilirkişi raporunda Dina'nın telefonunda yapılan incelemelerde Karabük'te ırkçılığa maruz kaldığının ve kendisine cinsel tekliflerde bulunulduğunun tespiti sonrası dosyanın Avukatı Gülyeter AKTEPE verdiği bir röportajda, "Bugün duruşmada tam da bilirkişi raporlarına, tıpkı bahsettiğimiz çerçevede geçmiş olan bu beyanları söylediğimiz için mahkeme heyetinin ithamlarıyla karşı karşıya kaldık. Mahkeme heyeti, Türkiye'de ırkçılığın kesinlikle olmadığını, bir ırkçılık söz konusu olsaydı şayet binlerce göçmen öğrencinin burada okumayacağını söyledi. Kaldı ki burada Dina'nın ölümünden sonra da kaydını aldıran birçok göçmen öğrenci olduğunun gayet farkındayız. Türkiye'de göçmenlerin nasıl bir ırkçılığa maruz kaldığının farkındayız" dedi. Maktul Dina öldürüldüğünde 17 yaşında bir çocuktu ve telefonunda yapılan tespitte kendisine karşı birçok suçun işlendiği tespit edilmiştir. Çocuğa karşı işlenen suçlarda şikayet şartı olmamakla birlikte tespiti ile resen soruşturmanın başlatılması gerekirken; bilirkişi raporunu ihbar sayıp savcılığa suç duyurusunda bulunması gereken heyet Türkiye'de ırkçılık yok demekle yetinmiştir.
2017 yılında Türkiye'ye gelen ve bin bir zorlukla Türkiye'de hayatta kalmaya çalışan Faslı Asmaa HACHEM hakkında Zeynep KURAY 21 Ocak 2024 tarihinde yazdı ve Asmaa'nın başına gelenler gündemleşti. Sadece bu örnek özelinde bile yabancı bir kadının Türkiye'de maruz kaldığı onlarca problem var. Ucuz iş gücü olarak emek sömürüsüne maruz kalan Asmaa fahiş kira artışını karşılayamadığı için 2.5 3 yaşındaki çocuğu ile birlikte evden atılıyor. Sonrasında aleyhinde yapılan bir ihbar ile çocuğu Sosyal Hizmetler Müdürlüğünce zorla elinden alınıyor. Asmaa aylarca çocuğunu almaya çalışıyor fakat bir süre sonra çocuk koruyucu aileye veriliyor. Aylardır kayıtsız bir yabancı olarak farklı farklı kamu kurumlarına giren Asmaa çocuk koruyucu aileye verildikten sonra sınır dışı edilmek üzere geri gönderme merkezine alınıyor. Dışarıdan bakıldığında rutin bir prosedür gibi gözüküyor ama içinde kamu görevinin kötüye kullanılması var maalesef. Kolluk görevlisi kayıt dışı bir yabancıyı tespit ettiğinde refakatindeki çocukla birlikte Göç İdaresine teslim etmekle yükümlü olduğu kadını çocuğundan ayırmış ve çocuğu Sosyal Hizmetlere teslim ederek kadını serbest bırakmıştır. Çocuk koruyucu aileye verilmeden de kadın hakkında herhangi bir idari işlem yürütmemiştir. Çocuk koruyucu aileye verilmeden önce kadın idari gözetim altına alınsaydı çocuğu da yanına alabilecekti. Neden kolluk görevini bu kadar uzun süre ihmal etti bu ihmalden kim faydalandı bu husus hiçbir şekilde araştırılmadı.
Yabancı kadınlara karşı yürütülen bu cezasızlık politikasını besleyen pek çok etken olmakla birlikte en bariz olanı kadınların sesini çıkaramıyor oluşu.
Uyruk fark etmeksizin; hayatta kalmak için başka bir ülkeye göçen her kadın sadece kadın olduğu için birçok problemle baş etmek zorunda kalıyor. Bu problemlerin kaynağında ise erkek egemen temelli devlet politikaları ile reflekslerini insan hakları üzerinde temellendirmeyip güvenlik politikalarını esas alan devlet düzeni yer alıyor. Devletin sorumluluklarını hak temelli bir biçimde yerine getirdiği bir gerçeklikte, hayatta kalmak için ölüm tehlikesi bulunan göç yollarını göze alan insanların geldikleri ülkede de hayatta kalmak için bu denli mağdur edildiği, güvenli koşullara erişmek için mücadele etmek zorunda kaldığı, emeklerinin sömürüldüğü, kadınların ve çocukların ise cinsel dokunulmazlıklarının ihlal edildiği birçok durumdan söz etmeyecektik. Bu durumların yaşanmasını önlemek için, hukuk devleti ve sosyal devletin gerekleri yerine getirilmelidir. Bu alanlarda çalışan sivil toplum örgütlerinin faaliyet alanları genişletilmeli, desteklenmelidir.