Feminist mücadelenin etkisi sadece eyleme geçirebildiği kadınlarla ölçülemez. Hatta eylemlerde sokaklara dökülen on binlerce kadının aslında feminizme kulak veren kadınlar düşünüldüğünde sadece buzdağının görünen ucu olduğu bile söylenebilir
25 Kasım’da binlerce kadın erkek şiddetine karşı kadın dayanışmasının sesini yükseltmek için meydanlara çıktı. Aylar boyunca AKP’lilerin İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekmek ve kız çocuklarını tecavüzcülerle evlendirmek amacıyla atmaya çalıştıkları adımların önünü kesen kadın direnişi, bir kez daha alanlarda sesini duyurdu.
Pandemi koşullarına ve her gün artan polis baskısına rağmen kadınlar erkek-devlet şiddetine karşı mücadeleden geri adım atmayacaklarını gösterdiler. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kadınları katleden erkekleri ayıplamakla yetindiği bir ülkede meydanlara çıkan kadınların “birbirimiz için buradayız” demesi olağan kuşkusuz. Devlet, polisiyle yargısıyla görevini yerine getirmeyeceğini (ya da aslında görevini yapıyor erkekleri koruyor!) erkek devlet olduğunu, erkek şiddetini ancak ayıplayacağını ama engel olmayacağını itiraf ettiğinde biz kadınların kadın dayanışmasını büyütmekten başka çaremiz kalmıyor zaten.
Baskı ve şiddetin her gün arttığı koşullarda toplumsal muhalefetin örgütlediği eylemlere katılım da hızla azalırken, patriyarkanın kamusal alandaki en güçlü temsilcisi olan AKP iktidarı kadınları sokaklardan ve meydanlardan söküp atamıyor. 25 Kasımlarda ve 8 Martlarda erkek devlet şiddetine direnişi örgütleyen Kürt kadın hareketinden arkadaşlarımızın payına gözaltılar ve tutuklamalar düşerken Türkiye kadın hareketinin eylemlerine ise yasaklar geliyor: Las Tesis eylemleri, 25 Kasım yürüyüşleri ve 8 Mart feminist gece yürüyüşleri son iki yıldır engellenen eylemler. Ancak tüm bu yasaklara rağmen İstanbul Sözleşmesi’ni korumak için yapılan eylemlerin önünü kesemediler.
Kadınlar sokaklara çıkarken kendi hayatlarını savunmak için mücadele ettiğinin bilincinde. İstanbul Sözleşmesi’nden atılacak en ufak geri adımın tüm kadınlara evde şiddet olarak geri döneceğini, erkek şiddetinin meşrulaşacağını, cezasızlığın artacağını bilerek, uzaklardaki başka kadınları kurtarmak ya da korumak için değil bizzat kendi hayatlarımızı savunmak için meydanlarda sesimizi yükseltiyoruz.
Ancak ortada bir gerçek var, sadece meydanlarda yükselen binlerin ya da on binlerin sesi/direnişi çoğu zaman AKP iktidarını geriletmek için yeterli olmuyor. Ama kamusal alanda AKP iktidarında cisimleşen patriyarka 2012’deki kürtajı yasaklama girişiminden beri her atmaya çalıştığı adımdan vazgeçti. Bunun nedenleri üzerine düşünmek bundan sonrası için de gücümüzü ve kararlılığımızı korumak açısından önemli. Biz elbette mücadelemizi sokaklarda yükselen direnişimizle gösteriyoruz. Ancak esas olarak evlere yayılan feminizmin sokaklardaki sesi oluyor eylemlerimiz. Feminist mücadelenin etkisi sadece eyleme geçirebildiği kadınlarla ölçülemez. Hatta eylemlerde sokaklara dökülen on binlerce kadının aslında feminizme kulak veren kadınlar düşünüldüğünde sadece buzdağının görünen ucu olduğu bile söylenebilir.
Feminist hareketin örgütlülüğünün tek göstergesi kaç kadının kendine feminist dediği ve/veya eylemlere katıldığı değil kaç kadının evlerinde erkek egemenliğine, erkek şiddetine isyan ettiği, direndiğidir. Kadınların evlilik ömür boyu diyerek girdikleri evlerden, dayağa, tecavüze, ölüm tehdidine rağmen boşanarak çıkma kararlılığını göstermeleridir feminist mücadelenin örgütlülüğünün göstergesi. 1987 yılında kocasından dayak yediği için boşanmaya çalışan bir kadına hâkimin verdiği “kadının karnından sıpayı sırtından sopayı…” cevabı üzerine erkek şiddetine karşı başlayan kolektif/feminist isyan bugün kadınların ölümü göze alarak boşanmaya çalışmalarıyla kendini gösteriyor. Kadınlar artık kendilerine feminist demeseler de yıkılsın aile düzeni demeseler de kendilerini erkek egemenliğinden kurtarmak için ailenin dışına atıyorlar ve yeni hayatlar kuruyorlar.
Gördükleri şiddetin suçunun kendileri olmadığını, utancın kendilerine ait olmadığını sadece kadın oldukları için şiddet gördüklerini biliyorlar. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’nin ne olduğuna, meydanlarda yükselen feminist direnişin kendilerine ne söylediğine kulak veriyorlar. Aileyi koruyalım diyenlerin, evlerde canlarına kasteden erkeklerin ittifakı olduğunu bilerek iktidarın atmaya çalıştığı kadın düşmanı adımlara cevaz vermiyorlar. Kadınlar komşularıyla konuşuyor, anketlere cevap veriyor, sokaklarda uzatılan mikrofonlara konuşuyor ya da İstanbul Sözleşmesi Uygulansın diye yazan bildirileri gülümseyerek alıp katlayıp evde okuyor, bir şekilde tepkisini ifade ediyor.
Erkek şiddeti her evde ve kadınlar erkek şiddetinin aslında devletin himayesinde olduğunun bilincinde, bu nedenle kazanılan haklardan geri adım atılmasına direnç gösteriyorlar ve bu direnci AKP iktidarına/patriyarkaya bir şekilde gösteriyorlar. Hayatlarını savunmak için kendilerini öldürmeye çalışan erkekleri öldüren kadınların hemen hepsinin, erkek onları öldürseydi kendilerinden daha az ceza alacağını bildiklerini söylemeleri aslında yargının ve devletin erkekliğinin kadınlarca bilindiğinin ispatı. Feminist mücadelemizi, duvarlarda yazılarımızla, sokaklarda, meydanlarda eylemlerimizle gösteriyoruz ve biliyoruz ki biz aslında her evde örgütlüyüz. Her evde erkek baskısına direnmesi gerektiğini hisseden, bilen kadınlar var, sokaklardaki direniş gücümüzü de evlerdeki örgütlülüğümüzden, dayanışmamızdan alıyoruz.