Dünya göz yumduğu bu soykırım ve insanlık suçunu, yıllar sonra mahkemelerinde insanlık suçu olarak nitelendirirken, Türkiye yargı pratiği bırakın soykırım suçunu etkin soruşturmayı, neredeyse soykırım suçunun faillerini aklayan ve koruyan bir pratik sergiledi bugüne kadar
13 Kasım 2014 Şengal direnişinin ve özgürleşmesinin yıldönümü. Ağustos 2024 yılında IŞİD tarafından başlatılan işgal ve soykırım girişimi sırasında, tüm dünyanın şahitliğinde, Êzidî halkına yönelik bir soykırım gerçekleşti. Uluslararası verilere göre 400 bin kişi yerinden edildi, işgal sırasında aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 5 bin kişi öldürüldü, 6 bin 500’e yakın Êzidî kadın ve çocuk da “savaş ganimeti” olarak kaçırıldı. Kadınlar sistematik biçimde taciz ve tecavüze uğradı, çocuklar IŞİD’lilerin elinde, Êzidî kimlikleri parçalanıp yok edilerek katliamcı cihatçı örgütün insan malzemesi haline getirilmeye çalışıldı. Tespit edilebildiği kadarıyla Êzidîler’in gömüldüğü 50 toplu mezar ortaya çıkarıldı.
BM Suriye Araştırma Komisyonu’nun 2022 yılındaki açıklamalarına göre kurtarılanlardan sonra geriye kalan kadın ve çocuklardan oluşan 3 bin kişi hala kayıp.
IŞİD’liler, kimliklerini yok edemedikleri kadın ve kız çocuklarını, darkweb denen bir internet sitesinden açık bir şekilde satışa sundular. Yani 21. yüzyıl dünyasında internet üzerinden köle pazarları kurdular. Bu herkesin bildiği, muhalefete yönelik güvenlik araçlarının üst düzeye çıktığı günümüz dünyasında hiçbir devletin ne hikmetse müdahale edemediği/etmediği bir gerçekliğe dönüştü. İnsan onuru ve haysiyetine yönelik bu açık saldırı ve suçu önleme, insanları kurtarma araçlarının, yıllar süren esirliğin mağduru kadın ve çocuklar için ve nihayetinde insanlık için kullanılmıyor olması suç ortaklığının bir yönü olarak tespit edilebilir. Meselenin, Êzidîlerin ve dostlarının onurlu mücadelesi ile, çocukları, kadınları ve ailelerini tespit, istenen parayı ödeyerek kurtarma sürecinden çıkartılamamış olması da tüm insanlığın utancı ve bir başka suç ortaklığının vesikası olarak orta yerde duruyor.
Yakın zamanda Êzidî bir kız çocuğunun Ankara’da devam eden davası üzerinden Türkiye’nin, IŞİD’ in güçlenmesinde, etki alanını genişletmesindeki ideolojik ve lojistik desteği, soykırım eylemlerinin cezalandırılmasındaki tavrı, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği başta olmak üzere birçok hukuk ve insan hakları kurumu kadın üyelerinin çabası ile yeniden tartışmaya açılmış durumda.
Gazeteci Hale Gönültaş’ın takibi sonucu, Ankara’daki bir evde kaçırılan Êzidî bir kız çocuğu olduğu bilgisi basına ulaştı. Polis, IŞİD’ in yöneticilerinin olduğunu düşündükleri bir eve baskın düzenledi. Evde, Suriye bölgesinden kaçırılmış bir kız çocuğu olduğu tespit edilmesine rağmen bu suç açısından savcılığın hiçbir işlem yapmadığı, çocuğun aynı evde, kendisini “annesi” olarak tanıtan IŞİD’li kadının yanında bırakıldığı ortaya çıktı. IŞİD’in savaş ganimeti olarak el koyduğu çocuklar, Türkiye’deki savcının, polisin gözünde de hakları olan bir insan olarak görülmemiş, çocuğa karşı işlenen suç yargının gündemine girmemişti. Kadın avukatların işlenen suçun soykırım ve insanlığa karşı suç kapsamında olduğu gerekçesi ile yaptıkları şikayet başvurusu sonrası “çocuğun amcası” olduğunu iddia eden IŞİD’liye karşı insan ticaretinden dava açıldı. Bu da Türkiye’de bu konuda açılmış ilk dava. İnsanlığa karşı suç iddiası yönünden verilen takipsizlik kararına karşı avukatlar itiraz haklarını kullandı. Bu açıdan dosya Anayasa Mahkemesi incelemesindedir. İdare ve yargı mekanizmasının suçu basitleştirme çabası, kadınların ve kamuoyunun baskısı ve ısrarlı takibi ile kısmen boşa çıkartıldı. İlk aşamada tutuklanmayan sanık hakkında tutuklama kararı çıkartıldı. Diğer yandan da küçük çocuğun menfaati gerekçesiyle duruşmalara gizlilik kararı alınarak basının ve kamuoyunun takibi engellenmeye çalışıldı. Yetmedi kız çocuğunun menfaati için atanması zorunlu vasi olarak yine IŞİD’li biri atandı. İtirazlar üzerine bu karar da geri çekildi.
Soykırım tanımı ve tartışmasının engellenmesi bir refleks olarak bu süreçteki tüm kurumların ortak tavrına dönüştü. Kaçırılan, köleleştirilen yüzlerce-binlerce Êzidî kız çocuğu ve kadınların IŞİD’liler tarafından sınırdan, şehir değiştirir gibi nasıl geçtikleri, Türkiye’de nasıl barındıkları, kimlik kartlarını nasıl aldıkları sorularının bir kısım cevapları ise IŞİD’in gerçekleştirdiği katliam dosyalarında (özellikle 10 Ekim katliamı) vardı. O dosyalarda sınır geçişlerinin istihbarat örgütleri tarafından not edildiği, hemen hemen çoğunun kısa bir sorgu sonrası sınırdan geçtikleri bilgisi yer almıştı. Kimi uluslararası raporlarda da Türkiye’nin bu desteği eleştirilmişti.
Avrupa Parlamentosu, 2016 Şubat’ında IŞİD saldırılarını soykırım olarak tanıdı. BM İnsan Hakları Konseyi de 15 Haziran 2016’da yayımladığı raporda (“They came to destroy”: ISIS Crimes Against the Yazidis-A/HRC/32/CRP.2) soykırım suçu işlendiğini tespit etti. İsviçre, Luksemburg, Belçika, Hollanda, Ermenistan, Almanya, İngiltere soykırımı resmen tanıyan ülkeler arasına katıldı.
Frankurt am Main Yüksek Eyalet Mahkemesi’nin 30 Aralık 2021 tarihli kararı ise (OLG Frankfurt am Main Urt. v. 30.11.2021-5-3 StE 1/20-4-1/20) ulusal mahkeme önünde IŞİD ile ilgili soykırım suçu yönünden verilen ilk karardır. Mahkeme IŞİD üyesi bir Irak vatandaşının Êzidî bir anne ve küçük kızını köle olarak satın alması, işkence yapması, fiziki ve manevi olarak zarar vermesi ve nihayetinde küçük kızın ölümüne sebebiyet vermesi sebebiyle soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçlarının işlediğine karar verdi.
Fransız Yargıtayı da Lafarge firmasının yargılanabilmesinin önünü açan bir karar aldı. Suriye’de 2013-2014 yıllarındaki faaliyetleri sırasında IŞİD’den petrol alan şirket yöneticileri hakkında Fransa Yüksek Mahkemesi “sadece kriminal amacı olan bir örgüte milyonlarca doları bilerek aktarmanın insanlığa karşı işlenen suçlara suç ortaklığı olarak nitelendirilmesi için yeterli olduğu sonucuna varmıştır” (No. N 22-83.681 FS-B).
Dünya göz yumduğu bu soykırım ve insanlık suçunu, yıllar sonra mahkemelerinde insanlık suçu olarak nitelendirirken, Türkiye yargı pratiği bırakın soykırım suçunu etkin soruşturmayı, neredeyse soykırım suçunun faillerini aklayan ve koruyan bir pratik sergiledi bugüne kadar. Bu katliamların, sistematik taciz ve tecavüzlerin, kimliksizleştirme politikalarının yani soykırım suçunun bir şekilde ortağı olmuş, soykırımı önleme, bastırma ve cezalandırma yükümlülüklerini yerine getirmekten imtina eden devletlerin, dahli olan firmaların, kişilerin, yer ve zamana bağlı olmadan yargılama konusu yapılabilen soykırım suçlamasından kaçması mümkün olamayacaktır. Kadınların, birbirinden el alan, süreklileşen özgürlük ve eşitlik mücadelesi tüm o kız çocuklarına ve kadınlara en nihayetinde ulaşacaktır.
Son Not :
https://www.unhcr.org/news/stories/iraqi-doctor-provides-care-and-comfort-yazidi-survivors