Gülşen’in imam hatip liselilere ilişkin sözlerinden sonra Özgür Özel’in CHP adına yaptığı açıklamada imam hatipleri kendilerinin kurduğunu söyleyerek Gülşen’e yönelen devlet saldırısına zımni destek vermesi, genel olarak CHP’nin yanlış taktik adımı olarak değerlendirilerek eleştirildi. Her kritik dönemeçte CHP’nin İslamcı baskıya verdiği destek üç beş oy kaygısı olarak ele alınıyor. 2019 8 Mart’ındaki feminist gece yürüyüşünde ezan protestosu üzerine Kılıçdaroğlu’nun, doğruluğunu ispatla gereğini yap yargı önüne çıkar, minvalindeki resti de Boğaziçi Üniversitesi’nde Kâbe fotoğrafı nedeniyle LGBTİ+’lara yönelen saldırıda Faik Öztrak’ın CHP adına yaptığı açıklamayla AKP’ye destek olması da aynı yaklaşımın ürünleri. Gülşen son aylarda üst üste giyim kuşamı ve sahip çıktığı gökkuşağı bayrağıyla sadece AKP iktidarına değil, doğrudan devletin son yirmi yılda ideolojik harcının en temel unsuru haline gelen İslamcılığa meydan okumuş oldu. CHP’nin de aslında kadınlara/feminist harekete, öğrencilere ve LGBTİ+lara harekete yönelen İslamcı saldırılar karşısında çekinik, karmaşık bir tutum almasının temelinde, tüm laiklik söylemlerine rağmen devletin bu yeni ideolojik temellerini kökünden sarsmama niyeti/kararı belirleyici.
12 Eylül’ün yarattığı baskı 80’lerin sonunda yükselen sınıf hareketi, feminist hareket ve Kürt özgürlük hareketiyle aşılmaya başlandığında sermaye açısından da ihtiyaç duyulan iktidar/vitrin düzenlemesinde artık değiştiğini söyleyen Demirel’in DYP’si ile SHP demokrasi vaadiyle iktidara geldiler. 90’lı yıllarda neoliberal dönüşümün hız kazanması karşısında sınıf hareketi reel sosyalizmin çöküşünün (ve tabii 12 Eylül’ün) yarattığı ideolojik ve politik tahribat nedeniyle sınırlı (da olsa bugünküyle karşılaştırılamayacak oranda güçlü) bir tepki örgütlerken Kürt özgürlük mücadelesi tabir yerindeyse devletin nizamiye duvarında ciddi bir kırılma yarattı. Devleti koruma refleksinin ideolojik harcı milliyetçilik olduğunda sermaye grupları arasındaki çatışmada dönemin TÜSİAD sermayesi kendini zorlamaya çalışan MÜSİAD sermayesi karşısında 28 Şubat ile hegemonyasını korumaya çalışırken, devletin görünür yüzünden İslamcılığın dışlanması siyaseti devreye girdi. Söz konusu milliyetçi devlet restorasyonu 2001’deki anayasa fırlatma olayıyla tetiklenen ekonomik krizle beraber çöktü. Bu dönemde hem emperyalist metropollerle hem de TÜSİAD’da temsil edilen büyük sermaye ile uzlaşı arayan AKP, liberallerin de desteğiyle Müslüman demokratlık şemsiyesi altında neoliberalizmin en vahşi uygulayıcısı olarak iktidara geldi. Milliyetçiliğin tek başına devletin nizamını koruyacak ideolojik harcı sağlamayacağını gören egemenler 2007’den itibaren Cemaat eliyle gerçekleştirilen “Ergenekon” operasyonlarıyla İslamcılığa karşı milliyetçi hegemonyanın direncini kırarken, meşruiyet zeminini de İslamcı ve milliyetçi egemenlerin ortak düşmanı Kürt özgürlük hareketine yönelik KCK operasyonlarıyla sağlıyordu. AKP 2010 referandumu ve 2011 seçimleriyle toplumsal meşruiyet için gerekli en geniş siyasi yelpazeyi arkasına alarak devleti İslamcılaştırma/yeniden inşa girişimine geri dönüşsüz ve tavizsiz bir kararlılıkla hız verdi.
Bakanlığın adından kadını çıkarıp sadece aile bakanlığı haline getirmek, kürtajı yasaklama girişimi, aile bakanının eşcinsellik hastalıktır demesi, alkol yasakları, 4 + 4+4 ile Kuran ve Muhammed’in hayatının ayrı ders haline gelmesi, düz liselerin imam hatipleştirilmesi, aile irşad büroları adı altında medeni hukuktan sekülarizmin dışlanmaya başlanması, bu dönüşümün temel ve öncelikli adımları oldu. 80’lerde ve 90’larda kendini kolektif siyasal özne olarak örgütlemeye başlayan feminist hareket ve LGBTİ+ hareketin 2000’lerden itibaren güçlenişi ve direnci, AKP iktidarının devleti dönüştürürken özel alan başta olmak üzere bir bütün olarak toplumsal hayatı ve ilişkileri aynı biçimde dönüştürmesinin en önemli engeli oldu.
Kamuda çalışanlara yönelik başörtüsü yasağının 2013’te kalkması elbette AKP’nin başörtülü kadınların kamusal alandan dışlanmasına son vermek için attığı özgürlükçü bir adım değildi. AKP’nin yıllar önce yapabileceği değişikliği, kadınların bu yöndeki mücadelelerinin en güçlü olduğu 2000’lerin ortalarında değil de 2013’te yapma nedeni, başörtülü kadınların bu hakkı kendi mücadeleleriyle elde edilen bir kazanım olarak değil, İslami dönüşüme bağlı bir kazanım olarak görmeleri ve kaderlerini AKP iktidarına bağlamaları içindi. Kuşkusuz bu değişikliğin 2013’te yapılabilmesinin bir nedeni de seküler giyimli olarak kamuda çalışan kadınları baskı altına alabilecek şekilde devleti dönüştürme konusunda bir hayli yol alabilmiş olmalarıydı. Aynı şekilde 2013’te bu yasal dönüşüme CHP’nin karşı çıkmayışı da kuşkusuz yıllardır kamusal alandan dışlamaya çalıştıkları başörtülü kadınların hakkını teslim etmek için değil devlette ve toplumsal ilişkilerde İslamcılığın aldığı yola teslim olmaları nedeniyleydi.
Kürt özgürlük hareketinin siyasal etkinliğinin genişlemesi ve Kuzey ve Doğu Suriye’de inşa edilen özerklik ile birlikte çözüm sürecine zorlanan AKP devleti, 2013 Haziranı’ndaki Gezi İsyanı ile birlikte, Mısır’da, Tunus’ta yükselen İhvan hareketinin de etkisiyle güçlenen devleti dönüştürme, devlete hâkim olma hayallerinin ezilenlerin direnişine çarpacağını gördü. Gezi’de yükselen isyana Lice’deki kalekol direnişi eşlik ederken, kadınlar, LGBTİ+lar, doğa savunucuları, Kürtler, Aleviler, laikler, kendilerini AKP’nin yoksullaştırdığının bilincindeki çoğu örgütsüz işçi sınıfı bileşenleri başta olmak üzere tüm AKP karşıtları Gezi’ye sahip çıktı. Taksim’de kurulan barikatların varlığını sürdürdüğü her gün sadece AKP’nin değil devletin temellerinin de sarsıldığını gören Kılıçdaroğlu’nun, evlerinize dönün gençler demesi de bu yüzdendi (ve aynı şeyi Boğaziçi Üniversitesi’ndeki eylemlerde de söyledi). Ki barikatların savunulamadığı 11 Haziran’dan sadece dört gün sonra 15 Haziran’da AKP’nin Gezi Parkı’nı da boşaltmak için saldırmasıyla, AKP’ye karşı sistemin yasallık sınırları içinden yapılmak istenen bir muhalefete AKP’nin tepkisinin ne olacağı görülmüş oldu. O gün bugündür de görmeye devam ediyoruz…
2013 ve 2014’teki LGBTİ+ onur yürüyüşleri de sonraki yıllardaki tüm feminist gece yürüyüşleri de Gezi’de oluşan siyasal etkinlikle bağlantılı olarak kurucu bir sistem olarak hetero patriyarkayı doğrudan karşısına alan, kadın hakları ve insan hakları söyleminin çok ötesinde bir sistem dışı mücadeleyi örgütleyerek, on binlerle buluşmaya başladı/devam etti. Gezi’de feminist mücadele, LGBTİ+ mücadelesi, doğa ve yaşam alanlarının savunulması mücadelesi ile birlikte öne çıkan en önemli muhalefet dinamiği hiç kuşku yok ki sekülarizm arzusuydu. Buna rağmen CHP 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP ile anlaşarak bir siyasal İslamcıyı, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterirken devletin yerleşik nizamını artık Türk-İslam senteziyle milliyetçiliğin ve İslamcılığın birlikte korumasını kabullendiğini ve desteklediğini gösterdi. CHP’nin daha sonra defalarca yeniden gösterdiği sadece devleti değil şu veya bu oranda İslamcı devleti de koruma güdüsü aslında sekülarizm mücadelesinin AKP iktidarı ile sınırlı olmayacağını göstermeye devam ediyor.
2015’te 7 Haziran seçimleriyle birlikte AKP’nin iktidarı kaybetmesi, HDP’nin barajı yıkıp devletin temellerini sarsması ile AKP iktidarı sadece Kürt halkına değil tüm ezilenlere karşı kelimenin gerçek anlamıyla savaş başlattı. AKP devleti yeniden inşayı, 2015’te LGBTİ+ onur yürüyüşüne başlattığı yasağı yıllar içinde gökkuşağı bayrağını suç unsuru haline getirmesini, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi ve feminist gece yürüyüşünde kadınların dini baskılara karşı yükselttikleri ıslıkları, sloganları ve ritme uygun zıplamaları kriminalize etmesini hep dini- İslamcı referanslarla meşrulaştırdı. CHP ise sadece kimi meczup İslamcıların retoriğini eleştirerek bir “laiklik savunusu” yaparken Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik askeri harekâtlara resmen cihatçı çetelerle birlikte gerçekleştirilmesine rağmen destek verdi. Cihatçı selefi çetelerin işgal ettikleri yerlerde Afrin’de, Tel Abyad’da, Serekaniye’de şeriat yasalarına dayalı yönetimler kurmasını, kadınları örtünmeye zorlamasını, kadınların ve çocukların kaçırılıp satılmasını, LGBTİ+’ların işkenceye maruz kalmasını ve katledilmelerini onayladı. Tüm bunları artık siyasal İslam’la bütünleşen devletin bekasını ve nizamını korumak için meşrulaştırırken İstanbul’da, Ankara’da İstanbul Sözleşmesi eylemlerine üstü kapalı şerhlerle destek verdi. CHP’nin İstanbul Sözleşmesi’ne verdiği desteğin hiçbir adımında LGBTİ+’ların hakları konu edilmedi. CHP kurumsal olarak, feminist gece yürüyüşlerinde mor feminalı bayraklarla, gökkuşağı bayraklarıyla, sarı kırmızı yeşil fularlarıyla Türkçe, Kürtçe, Arapça basın açıklamalarıyla patriyarkaya, erkek şiddetine, heteroseksizme, kapitalizme, dini baskılara, milliyetçiliğe, ırkçılığa ve elbette aileye karşı örgütlenen bir feminizmle değil, kadın kurtuluş mücadelesini yasal kazanımlarla sınırlayan bir kadın hakları savunuculuğu ile yan yana geleceğini her daim ortaya koydu.
Bugün yaşadığımız topraklarda patriyarkal burjuva devletin üzerinde yükseldiği temelleri sarsma kararlılığını gösterenler sınıf hareketi, Kürt özgürlük hareketi, feminist hareket ve LGBTİ+ hareket. Ve devletin temel ayaklarından biri de son yirmi yıl içinde geçmişle karşılaştırılamayacak biçimde İslamcılık haline gelmişken verilecek her emek ve özgürlük mücadelesi siyasal İslam’ın hedef aldığı toplumsal hareketlerle yan yana gelmek, mücadelelerinin önünü açmakla yükümlüdür. Artık devlete kimliğini veren sadece milliyetçilik ve sınıf düşmanlığı değil. İslamcılık, nefret söylemiyle belirginleşen bir LGBTİ+ düşmanlığı ve kadın düşmanlığı devletin asli kimliğini tanımlar oldu. CHP’nin son olarak Gülşen’in tutuklanmasında olduğu gibi, istediği gibi giyinen, yaşayan ve LGBTİ+ hareketin simgesi gökkuşağı bayrağına sahip çıkan bir kadına yönelik İslamcı saldırganlığında takındığı hayırhah tutum, ardından Kılıçdaroğlu’nun imam hatiplere en iyi hocaları atayacağız açıklaması, CHP’nin AKP sonrasında da ne yapacağının göstergesi. Bugünün dindar oyları kaçırmama bahanesi o günlerde AKP muhalefeti bahane edilerek tekrarlanırken amaç AKP tarafından, İslamcı temele de oturtulmuş olsa, devletin bekasını korumak olacak. Bu nedenle önümüzdeki dönemde sınıf mücadelesinin de demokrasi mücadelesinin de ulusal özgürlük mücadelelerinin de yolu, sermayenin ve milliyetçiliğin yanı sıra siyasal İslam’ın hedef aldığı toplumsal kesimlere karşı da açıktan sekülarizmi, feminist hareketi ve LGBTİ+ hareketi desteklemekten, dayanışmayı örgütlemekten geçmeli. Sloganın özetlediği gibi; kurtuluş yok tek başına…