Bu bastırma ve çaresiz hissettirme, psikolojik olarak çöktürme ve itaat ettirme politikasıdır. Buna karşın tahakküm aracı olan bastırmayı fark etmek kendi içsel gücümüzü de fark ettirir. Bu farkındalık elbette dayanışma ve şiddete karşı yüksek ses çıkartmakla örüldü
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü, Dominik Cumhuriyeti’ni yöneten Rafael Trujillo diktatörlüğüne karşı eşit ve özgür bir yaşam için mücadele eden, Mirabal kardeşler olarak bilinen ve üyesi oldukları hareket içerisinde Kelebekler olarak anılan üç cesur siyasi muhalif olan Patria, Minerva ve Maria Teresa kardeşlerin mücadelesine dayanır. Diktatörlüğe karşı mücadele yürüttükleri için 25 Kasım 1960’ta diktatörlüğün polislerince arabaları durdurulduktan sonra boğazlanarak ve sopalarla dövülerek katledildiler. Daha sonra cesetleri arabaya geri koyulup uçurumdan aşağı atılarak kardeşlerin bir kaza sonucu öldüğünü göstermeye çalıştılar. Diktatörlük bu siyasi suikast ile Mirabal kardeşlerin mücadelesini ortadan kaldırmak istese de kardeşlerin bu şekilde canice katledilmesi halkta büyük bir tepki yarattı. Ölümlerinden 1 yıl sonra halk Trujillo Diktatörlüğü’nü devirmeyi başardı. Böylece Kelebeklerin ölümü Dominik’te devrimin doğuşunu yarattı. 50.000’den fazla insanın ölümünden sorumlu olan bir diktatörlüğün yıkılması için mücadele eden ve bedelini hayatlarıyla ödeyen üç kız kardeş 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nün sembolü oldu. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1999 yılında, 25 Kasım’ı ‘Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ ilan etti. O günden bugüne 25 Kasımlarda dünyanın her yerinde kadınlar, eşitsizliğe sömürüye şiddetin her türüne karşı ve bu şiddeti üreten, şiddeti yeniden var eden her türlü uygulamalara karşı yüksek bir ses ile karşı çıkıyor.
Bugün artık şiddet sadece fiziki bir durum değil birçok farklı biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Diyebiliriz ki kadınların mücadeleleriyle yer almaya başladıkları her yeni alanda yeni şiddet biçimleriyle karşılaşmaktadırlar. Bu durum da sürekli yeni şiddet tanımlamaları yapma gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla şiddeti ve neyin ne tür bir şiddet olduğunu her zaman kadınlar olarak birbirimize hatırlatmamız gerekmektedir.
Şiddet: Kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü zedeleyen her davranış şiddet tanımına girmektedir.
Bedensel olarak gücü, bir kontrol etme ve denetleme aracına dönüştürmek ve bu gücü aynı zamanda tahakküm kurma aracı olarak görme fiziksel şiddettir. Fiziksel şiddet varken psikolojik şiddetin varlığı da kaçınılmazdır. Bedenen uygulanan bu şiddet türünün amacı, egemenliği ve tahakkümü sürdürmektir. Bireyin ruhsal olarak bütünlüğünü, onurunu zedeleyici her şey psikolojik şiddettir. Psikolojik şiddet görülmeyen fark edilmeyen bir şiddet türü olup her alanda olduğu gibi kadına yönelik toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı olarak da en yoğun görülen şiddet türüdür denilebilir. Türkiye’de kadınların kamusal alanlardan çıkartılıp kapalı alanlara sıkıştırılmaya çalışılması, kazanımlarının ellerinden alınmaya ve aile kurumu içerisine kapatılması en büyük psikolojik şiddet örneklerinden biridir.
Psikolojik şiddet ile fiziksel şiddet iç içe olup bir bütünlük söz konusudur yani beden bütünlüğüne zarar verirken ruhsal bütünlüğün zarar görmemesi mümkün bir durum değildir. Yine farkında olunmayan veya toplumsal olarak söylenilmemesi gerektiğine inanılan cinsel şiddet; cinsel nitelikli olan ve kişinin rızası olmayan her türlü eylem ve harekettir. En çok da evlilik adı altında kadınlar bu şiddeti yaşamaktadır. Ekonomik gücü bir şiddet aracına dönüştüren erkeğin geçmişten bugüne paranın ve emeğin sahibinin kendisinin olduğunu ve ancak erkek olarak paranın gücünün kullanılabileceğine inandığı ve bu inançla kadına şiddet uygulaması, kadının emeğini görmemesi ekonomik şiddettir. Kapitalizm ve patriyarka, şiddeti ve bu saydığımız bütün şiddet biçimlerini gün geçtikçe yeniden var ediyor.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayanan ve gün geçtikçe dünyada sağ iktidarlar güçlendikçe kadına yönelik şiddet biçimleri var olan erkek yasa politikalarıyla bu şiddet kendini yeniden var edip aynı zamanda bu şiddeti yasalaştırıyor desek yerinde olacaktır. Halen günümüzde kadına yönelik fiziksel, ekonomik, psikolojik ve cinsel şiddetin en yoğun olduğu, kadın bedeninin ve emeğinin her geçen gün artan biçimde sömürü alanı haline getirildiği bir dünyada var olma mücadelesi veren ve bu şiddete karşı biz hayatı istiyoruz diyen kadınlar için 25 Kasım sadece bir anma günü değil tüm kadınların şiddetin her türüne karşı güçlü dayanışma ile bir araya geldikleri ve erkek şiddeti ile mücadele ettikleri, buna karşı ses çıkardıkları bir gündür.
Yaşamları boyunca her bir kadın aile, devlet, sermaye ve toplumsal alandaki tüm ilişki biçimlerinde her türlü baskı, ayrımcılık, sömürü ve şiddeti deneyimleyerek büyümüş ve bu şiddetin her türü hafızalarına kazınmıştır. Ancak 1960’ta Mirabellerden günümüze tarihin her döneminde kadınlar direnişi, mücadeleyi ve kurtuluşu yine kendi varlıklarında xwebun olma bilinciyle, bir araya gelerek direnişi örgütlemiş ve bu direnişle meydanlara çıkmışlardır. Kobane’den Şengal’e, Afganistan’dan Hindistan’a, kadınlar yüz yıllardır erkek şiddeti ve şiddetin her biçimi ile mücadele ederken çok güçlü bir dayanışma ve ortak zeminde mücadele geliştirmiş olup bu mücadele ve dayanışma aslında güçlü bir öz savunmayı ortaya çıkarıp beslemiştir.
Peki Kürt kadın hareketinin “ÖZSAVUNMA HAKTIR” sloganı ile duyulmaya başlayan ve son yıllarda feminist literatürde de çokça duyduğumuz bu kelime kadınlar için ne anlama geliyor?
Özsavunma en yalın ve kaba tanımıyla; kişinin kendini, karşı bir saldırı ve zarar vermeye karşı korumasıdır. Psikolojik olarak iyilik halini, fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü korumak için öz güce dayanan savunma biçimidir. Öz gücün kaynağı yine bireyin kendisinde olandır.
Kadın özsavunması, kadınların uğradıkları toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden doğan şiddete karşı kendilerini savunmalarını sağlar. Toplumsal cinsiyet rollerine meydan okuyarak zorla bastırılmış ve bu bastırılma ile aslında tahakküm altına alınmak istenen iradelerini açığa çıkaran, kendi yaşamlarının karar vericisi olmalarını sağlayacak zihinsel farkındalığa yol açan, dolayısıyla egemen eşitsiz ve cinsiyetçi yapılara- kişilere karşı kendi bütünlüğünü ve varlığını korumak amacıyla yapılan her harekete özsavunma diyebiliriz. Hayatta kalma ve kendini savunma deneyimleri herkes için biricik olsa da bu öz güç kaynağını dayanışma ve ortak mücadeleden alır.
Kadına yönelik şiddete dur denilmesi ve kadınların eşitlik ve hak mücadelesi vermesi sonucu dünyada birçok koruyucu hukuki düzenleme yapıldı. Her alanda her yerde duyduğumuz gündemleştirdiğimiz İstanbul Sözleşmesi, bu düzenlemelerin en önemlilerinden biri. Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir ve İstanbul’da imzalandığı için İstanbul Sözleşmesi adıyla anılmaktadır. Türkiye, Sözleşmeyi ilk imzalayan devletlerden biridir. Sözleşme, Anayasanın 90. maddesi gereği kanun hükmündedir ve diğer kanunların Sözleşme’de düzenlenen hususlardan farklı hükümler içermesi halinde Sözleşme’nin hükümleri esas alınır. Sözleşme hakkında anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz ve hükümleri yasama, yürütme, yargı organlarını, idari makamları ve diğer kişi ve kuruluşları bağlar.
İstanbul Sözleşmesi’ni kadınların insan haklarına ilişkin diğer sözleşmelerden ayıran özelliklerden ilki, Sözleşme’nin kadına yönelik şiddet konusunda bağlayıcılığı olan ilk uluslararası sözleşme olmasıdır. İstanbul Sözleşmesi ile kadına yönelik şiddetin kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizlikten kaynaklandığı vurgulanmış; kadına yönelik şiddet bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık türü olarak kabul edilmiştir.
Bu Sözleşmeye Türkiye’nin girmesi yukarıda da vurguladığımız gibi aslında kadınların mücadelesinin ortak kazanımıydı.
Yasaların gün geçtikçe erkek yasalar dediğimiz toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ören yasalar haline gelmesi ve kadın mücadelesinin yani eşitlik ve özgürlük mücadelesini tehdit olarak gören erkek adalet sistemi, içi boş türlü bahaneler ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Yasaların koruyuculuğunun olmadığı aksine fail azmettirici ve aklayıcı bir durumda olduğu ve cezasızlık politikalarının gün geçtikçe arttığı bir zeminde kadınların her türlü şiddete karşı bütünlüğünü korumak adına ve şiddete karşı kendini var etmesi özsavunmadır.
Erkek egemen güç ve iktidarların varlığını sürdürmesi çoğunlukla bastırma ve susturma politikaları ile olmuştur. Psikoloji biliminde çoğunlukla bastırmaya karşı eylemselliğin azalması öğrenilmiş çaresizlik ile açıklanır; Öğrenilmiş çaresizlik, kişinin istenmeyen bir durumla karşılaştığında, kendisinin ya da başkalarının davranışlarının sonucunun değiştirilemeyeceğine dair inancıdır. Diğer bir deyişle, kişinin olumsuz ve zorlayıcı bir durumla karşılaştığında veya kendisine zarar verildiğinde yapabileceği hiçbir şey olmadığına inandığı bir durumdur. Bu inanç nedeniyle kişi, çaba göstermeyi bırakır, umutsuz ve çaresizhisseder. Bu çaresizlik de öz güven ve öz gücü zedeler.
Bu bastırma ve çaresiz hissettirme, psikolojik olarak çöktürme ve itaat ettirme politikasıdır. Buna karşın tahakküm aracı olan bastırmayı fark etmek kendi içsel gücümüzü de fark ettirir. Bu farkındalık elbette dayanışma ve şiddete karşı yüksek ses çıkartmakla örüldü.
Türkiye’de 25 Kasımların eylemsellik tarihi tam olarak belli olmasa da ilk kadınların şiddete karşı sokağa çıkmaları, dayağa karşı sokaktayız eylemleri ile başlamıştı. Kadınların dayanışma ve ortak bir zeminde mücadele etmesi şiddete karşı gelmesi o günden bu güne her kadının öz kaynağı oldu. Erkek şiddetine karşı olan bu kendini ve varlığını koruma aslında erkek egemenliğine, patriyarkaya, cinsiyetçiliğe, dinciliğe, faşizme, kapitalizme meydan okumadır. Tüm bağlamda özsavunma dayanışmayı önemser ve dayanışmadan güç alır.
İran’da ahlak polislerinin katlettiği Jina Emînî’nin direnişinde dünyada kadın hareketlerinin dayanışması ve ortak bir zeminde buluşup şiddete karşı ses çıkartması yakın zamanda ahlak polislerinin şiddetine karşı kendi bedeni üzerindeki şiddeti ve tahakkümü teşhir etmek için kıyafetlerini çıkartıp öz gücünün farkında olup sokakta iç çamaşırlarıyla meydan okuyan Ahoo Deryaei’nin bedenim benimdir anlamına gelen özsavunmasına katkısı elbette ki oldukça fazladır.
Son Not:
Kıvılcım Turanlı, İstanbul Sözleşmesi, Feminist Bellek, https://feministbellek.org/istanbul-sozlesmesi