Kadınlar, jineolojî düşüncesi ile birlikte, tarihin görünmeyen bir köşesine itilen ama bütün bu itilmişliklere rağmen orada ısrarla varlığını sürdüren ve bugüne kadar ulaşan kadın hakikatini, kadın kimliğini açığa çıkarıyor
Hiçbir şey, hiçbir zaman kolay değildir. Olmamıştır. Emek ister, uğraş ister, düşünce gücü ister. Aslında çok şey ister.
İnsanlığın ortaya çıktığı ilk zamanlardan 21. yüzyıla kadar ve bugüne kadar emek; yaşamı, yaşamın devamını, biçimini büyük oranda belirlemiştir. Ama öyle salt kısa, plansız, örgütsüz ve amaçsız bir emekten bahsetmek istemiyorum. Yapıcı olan, bir amacı hedefleyen ve önceleyen ama bununla birlikte an’da gelişen şeyi ileriye taşıyan ve bunu örgütleyen bir emekten bahsediyorum. Çünkü emek dediğimiz şeyin; aslında mücadelenin ve direnişin etkileme ve belirleme gücünü, mücadelenin ve direnişin formunu oluşturduğuna, oluşturacağına inanıyorum.
Emek, Kürtçe’de “ked” anlamına gelir ve cümle içinde kullanıldığında dişil ek alır. “Emek” kavramının bu dişillik hali, özelikle Hint-Avrupa dil gruplarının çoğunda böyledir. Belki de bu sebepledir kadını; yaşamın kurucu, dönüştürücü, büyütücü unsuru yapan. Ya da tersinden bir okumayla kadının; yaşamı kuran, dönüştüren, büyüten gücü yani emeği; insanlığın maddi ve manevi yaratımı olan dilde, bu kavrama dişillik kazandırmıştır.
Eşit ve özgür bir yaşam için emek veren, vermeye devam kadınlar, toplumsal mücadelenin başat ve öncü dinamiği olmuştur. Bugün en somut, en canlı halini yaşadığımız İran’da Jin-Jiyan-Azadî felsefesi etrafında kadınları ve bir bütün olarak toplumu mücadeleye çağıran, toplumda bu denli dönüştürücü bir etki yaratan ve aslında sistemde kırılmalar yaratan düşünsel zemini bir kez daha konuşmak kıymetli olacaktır. Kadının yaşamla ve özgürlükle bağını kuran bir yerden söz üreten ama aynı zamanda bu sözü eyleme de döken düşünce gücünü, dolayısıyla kadın devriminin ideolojik ve düşünsel zeminini yani bilimini açığa çıkaran, çıkarmaya çalışan kadınların emeği, kuşkusuz karşılık buluyor.
Bugün Kürt Kadın Hareketinin geliştirdiği ve elbette dünya kadın hareketlerinin, dünya kadınlarının mirasından beslenerek büyüttüğü düşünsel güç; kadın devriminin, kadın kurtuluşunun ve buna bağlı olarak toplumsal kurtuluşun yöntemlerini sunmada büyük bir rol oynuyor. Kadın bilimi dediğimiz ve aslında kadının konumu ve yaşamla olan bağı sebebiyle yaşam bilimi de dediğimiz jineolojî, işte böylesi bir süreçte gelişmiştir.
Kadınlar, jineolojî düşüncesi ile birlikte, tarihin görünmeyen bir köşesine itilen ama bütün bu itilmişliklere rağmen orada ısrarla varlığını sürdüren ve bugüne kadar ulaşan kadın hakikatini, kadın kimliğini açığa çıkarıyor. Sadece açığa çıkarmıyor, aynı zamanda bu itilmişlikleri de bertaraf ederek kadına reva görülen yaşamı tersyüz ediyor. Kadının itildiği bu köşeler, bugün ve her zaman, aslında yaşam dediğimiz çemberin merkezi oluyor.
Bu çemberin merkezini hedef alarak toplumsal kırımı, toplumsal yıkımı yaratmaya çalışan bir akıl var. Adına erkek egemen sömürgeci devlet aklı dediğimiz. Kadın özgürlüğünün sağlanması için mücadele eden kadınlara karşı, toplumsal barışa ve toplumsal özgürlüğe giden yolları açmak için mücadele eden kadınlara karşı çok büyük bir öfke, çok büyük bir nefret besleyen akıldır bu. Evet bu akıl, öfke ve nefret besliyor, çünkü kendi varlığını sarsacak bir güç ile karşı karşıya kaldığını biliyor. Çünkü düşünen kadınlar, düşünce gücünü büyüten-örgütleyen ve hiçbir şartta bundan vazgeçmeyen kadınlar, toplum için büyük bir umut, toplumsal özgürlük için temel bir özne olur. Bu öznenin hem düşünsel hem eylemsel gücü, sistemde çatlaklar yaratarak ve bu çatlakları kolektif bir zeminde daha da derinleştirerek özgür bir dünyaya giden kapıları açıyor.
Özgür bir dünya ve bu özgür dünyayı yeniden inşa edecek, eden kadınlar; bu erkek aklın, bu devlet aklın, bu sömürgeci aklın en büyük korkusu oluyor. Çünkü kendi varlığı, yok olma ile karşı karşıya kalmış durumda. İşte bu sebeple düşünen ve düşünceyi örgütleyen kadınlar, direnen kadınlar, toplumsal direnişi büyüten kadınlar, toplumsal özgürlüğe emek veren kadınlar sistemin en büyük hedefi oluyor. Tıpkı Nagihan gibi…
Ama unuttukları bir şey var. Tutturamadıkları bir şey var. Aslında çok şey var. Düşüncenin kendisi, direnişin kendisi; insanın varoluşu gibi tarihsel ve toplumsaldır. İnsanlık tarihi boyunca tarihsel ve toplumsal olan, kolay kolay kaybolmadı. Tanrıçalardan, tanrıçaların direngen damarları kraliçelere kadar; Sara’lardan Nagihan’lara ve daha nice kadına kadar, özgürlük arayışları, direniş talepleri her zaman devam etti, ediyor. Bugün de kadınlar, düşünce gücünü örgütleyerek, bu gücü toplumsallaştırarak, mücadeleye emek vererek toplumsal özgürlüğün en büyük belirleyeni, en büyük dinamiği olmaya ve sistemi zorlamaya, yıkmaya devam ediyor.
*Jineolojî Dergisi Yayın Kurulu Üyesi