Çünkü artık gelinen noktada açıkça gördük ki feminist siyasetin varlığını ve meşruiyetini savunmanın yolu da mutlaka Em Xwe Diparêzin diyerek feminizmi savunmaktan geçiyor…
Mart 2019’da, cezaevinden çıktıktan sonra da, tecride karşı açlık grevini sürdüren Leyla Güven’i ziyarete gittiğimizde laf ister istemez 8 Mart’taki feminist gece yürüyüşüne, polisin önümüzü kesmesine rağmen on binlerce kadının fotoğraflara yansıyan direnişine gelmişti. Yüzümüzde kocaman gülümsemelerle 8 Mart’taki feminist direnişimizi, kararlılığımızı konuşmuştuk. Leyla açlık grevinin neredeyse 150. günündeydi ve bir sonraki sene 8 Mart’ta feminist gece yürüyüşüne katılmak istediğini söylemişti. Leyla direndi, direniş kazandı ve geçen yıl, 2020 8 Mart’ındaki feminist gece yürüyüşünde Leyla bizimleydi. Ardından bir yıl içinde önce vekilliği düşürüldü cezaevine girdi ve çıktı. Ama yılmayıp kaldığı yeren devam edince yeninden cezaevine kondu.
Ayşe Gökkan, TJA’nın sözcüsü olduğundan beri defalarca gözaltına alındı, her sefer bu erkek sisteme karşı mücadeleye devam edeceğini söyledi ve kaldığı yerden devam etti. Yıllardır kadın mücadelesi içinde göz önündeydi, attığı her adım takip ediliyordu ve geri adım atmayı kabul etmediği için o da bir bahaneyle tutuklandı.
Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel dört yıldan fazladır cezaevindeler, 25 Kasımlarda, 8 Martlarda yaptıkları konuşmalar ve kadın mitinglerine çağrı metinlerinde geçen ifadeler nedeniyle yargılanıyorlar. Kadınların erkekler tarafından öldürülmesine hayır demek için “özsavunma haktır” yazan pankartın arkasında yürüdükleri için yargılanıyorlar. Türkiye’nin dört bir yanından yüzlerce kadınla birlikte Diyarbakır’da buluşup barış istiyoruz dedikleri için örgüt yöneticiliğiyle suçlanıyorlar.
Ayşe, Gültan, Leyla, Sebahat ve Kürt kadın hareketinden onlarca kadın arkadaşımız erkek şiddetine karşı mücadele ettikleri, kadınların evden çıkıp toplumsal ve siyasal hayata katılmasının yolunu açtıkları, eşbaşkanlık uygulamasıyla siyasetin erkek temelini sarstıkları için cezaevindeler. Patriyarka ve bugün patriyarkanın cisimleştiği AKP her hakkı gasp edebileceğini, her mücadeleyi şiddetle bastırabileceğini düşünürken artık evlerin içinde, ailede erkek baskısına ve şiddetine boyun eğmeyi reddeden kadınları evlere geri döndüremeyeceğini görüyor, onun için de en çok kadınlara saldırıyor.
Leyla Güven geçen yıl 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü'nde.
AKP yetkililerinin yasallaşmış olmasına rağmen suç olarak göstermeye çalışmasının temelinde, eşbaşkanlığın sadece bir parlamenter vitrin siyasetinin ötesinde anlamlar taşıdığını görmesi yatıyor. Kadınların kendi hayatlarını değiştirmek, özgürlüklerini savunmak için verdikleri mücadelenin öne çıkan isimlerinin bir bir cezaevine konulmasının sebebi de kadınları eski hayatlarına geri döndürmek, evdeki erkeklere ve sokaktaki devlete itaate zorlamak. İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesine karşı kampanya süresince illerde eş zamanlı yapılan her eylemden sonra Kürt kadın hareketinin maruz kaldığı gözaltı ve tutuklamalar, iktidarın kampanyaya ve kadınların ortak mücadelesine yönelik tavrının somut göstergesi aslında.
Önce KHK’larla, kayyumlarla kadın dernekleri, kadın danışma merkezleri, alo şiddet hatları dâhil olmak üzere tüm örgütlenmeler dağıtılmaya çalışıldı. Eşbaşkanlar, Kürt kadın hareketindeki aktif arkadaşlarımız tutuklandı, kadın mücadelesi suç olarak tanımlanmaya başlandı. Sonra sıra İstanbul, Ankara, İzmir’deki kadın hareketi eylemlerine geldi; Las Tesis’te, 25 Kasımlarda polis saldırısı oldu ve iki yıldır da İstanbul Taksim’deki feminist gece yürüyüşü engelleniyor. Son olarak da STK’lara kayyum düzenlemesi olarak anılan yasa ile kadınların mücadelesinin bölünmesi, özellikle Kürt kadın hareketi ve LGBTİ+ hareketin yalnızlaştırılması hedefleniyor.
Tüm bu gözaltılar, tutuklamalar ve engellemeler sürerken, erkek şiddeti hem arttı hem vahşileşti. Bir günde dört kadının öldürülmesine, kadınların vahşice yakılmasına tanıklık eder olduk. Katiller, tacizciler ve tecavüzcüler kolayca salıverilirken, hayatlarına sahip çıkmak, ölmemek için öldüren kadınlar derhal tutuklanıyor, onlarca yıl ceza alıyor, müebbetle yargılanıyor.
Yine bir 8 Mart arifesindeyiz. Feminist gece yürüyüşlerine hazırlanırken pandemide artan yoksulluğumuza, ev işlerinin artan yüküne, hiç dinmeyen erkek şiddetine, kadın katliamlarına, AKP’nin haklarımıza yönelik saldırısına, transfobiye ve heteroseksizme karşı “feminizm özgürleştirir” diyoruz. Kürt kadın hareketi yaklaşık altı ay önce başlattığı kampanyasında Em Xwe Diparêzin (kendimizi savunuyoruz) dedi, biz feministler de tüm mücadele başlıklarının yanı sıra patriyarkanın cisimleştiği siyasal odak olarak AKP’nin saldırıları karşısında siyasal mücadelemizin meşruiyetini, siyasal varoluşumuzu savunurken, feminist dayanışmayı, enternasyonal bir feminist dayanışmayı örgütlemek durumundayız. Çünkü artık gelinen noktada açıkça gördük ki feminist siyasetin varlığını ve meşruiyetini savunmanın yolu da mutlaka Em Xwe Diparêzin diyerek feminizmi savunmaktan geçiyor…