Kadının ‘Xwebun’ olma sürecinin ne kadar sancılı olduğunu yaşayarak deneyimlemeye devam etmektedir. Kadın özgürlük deneyimleri ekseninde bunların her biri ayrı ayrı ele alınması gereken ve kendi içinde başlı başına yöntemler içeren konulardır
Hayatın kendisi tüm evren için bir tamamlanma istemi, çabası, yolculuğu gibi. Evrenin ve onun bir parçası olan enerji kendi hakikatine evrilmek için devam eden sonsuz akışı. İnsanda bu akışın içinde yol alırken kendini tamamlama, bir ötekinden ayrışmak için bir başka yola düşer. İnsanı diğer canlılardan ayıran o akışta kadın öncülüğünde bulunan anlam oluyor. Bu yaratım insanı yeni bir varlık gibi dönüştürür, toplumsallaşmaya akıtıyor. Burada kilit yerde duran şey ilk toplumsallaşmayı sağlayan kadının anlam arayışı oluyor. Toplumun yaratımıyla birlikte ilmek ilmek dokunan değerlerin tamamı da kadının özel çabasıyla gelişir. Tüm bu yaratımların acı erkekler kulübü tarafından çalınmasıyla başlayan kadının düşürülüşü, sömürgeleştirilmesi ile tüm bu tarih ters –yüz edilmek istendi.
O gün Tiamat’ın bedenin parçalarından “yaratılan” dünyada toprak altına gömülmek istense de o direngen damar hep diri kaldı. Kadınların hakikate ermek için oluşturdukları anlam arayışı da bir nehir gibi aktı.
Kaybedileni kaybettiği yerde arama düsturuyla yola çıkan Sayın Abdullah Öcalan da hem beton mezarlara gömülen Kürt gerçekliğini hem de kadının kaybettiğini bulması için bir paradigma ortaya koydu. Abdullah Öcalan, Kürt kadın hareketinin oluşumuyla başlayan yolda “Kadın Kurtuluş İdeolojisi”, “Kopuş teorisi”, “Sonsuz boşanma”, “Erkeği dönüştürme projesi”, “Toplumsal Sözleşme”, “Xwebun olmak” gibi mücadele biçimleri geliştirdi. Tüm bunların üzerine bir çatı gibi konumlanan Jineoloji ile de mücadeleye yepyeni bir ivme kazandırıldı.
27 yılı aşan bir komplo gerçekliğiyle karşı karşıya bırakılan Abdullah Öcalan ile birlikte bu fikriyatı hapsedilmek istendi. Abdullah Öcalan’a yönelik komplo için düğmeye basılırken, Suriye, Şam ona, tüm bu dünya da Kürtlere, kadınlara dar edilmek istendi. Tam da tüm saldırı ortamında bir grup genç kadın Şam’daki sofranın misafiri oldu. O engin güneşin ışığıyla zihinlerini yıkadı, o ışığın etrafında kendilerini yeniden buldu.
O sofrada Abdullah Öcalan ile birlikte o derviş dergahında çorbayı yudumlayanlardan biriydi Nagihan. Nagihan Akarsel, Abdullah Öcalan’ın elinden tuttuğu, yüreğiyle ve bilinciyle güç verdiği hayatına yön verdiği kadınlardan biriydi. Nagihan o sofradan daha aç olarak kalktı. Hakikate, kadının özgürleşmesine duyduğu bir açlıkla kalktı ayağa. 9 Ekim sabahı bir halkı tümden sömürgeleştirmek için düğmeye basıldı ancak bu topraklarda da Nagihan’larda da maya tutmuştu.
Baskıya, hapsedilmeye rağmen Nagihan’ın anlam arayışı, hakikat sevdası hiç sönümlenmedi. Bu arayışına ilk olarak gazetecilikle başladı. Yok edilmek, sesi kısılmak istenen bir halkın sesi, sözü, çığlığı oldu. En çok da Kürt kadınına mikrofonunu uzattı, derdini dinledi, hayatını, direnişini yüreğinden kalemine akıttı. Yazmak hep mücadelesinin ana silahı oldu. Yazarak bir hakikati yaratmak, anlam arayışını büyütmek istedi. Tanrıçanın direngen damarlarını taşıyan Nagihan toplumu toplum yapan değerleri yaratan kadının bilgeliğiyle zihninde, yüreğinde, kaleminde ürettiğini kendine saklamadı. Her birimiz için bir öğretmene döndü ama bunu hiçbir zaman alt-üst, hiyerarşi ilişkisi kurarak yapmadı. Herkes onun konuşmasındaki, yürüyüşündeki, kalemindeki, sözündeki zarafetten feyz aldı, öğrendi. Bakışıyla, ilgisiyle, herkesi ruhuna, yüreğine dokundu. Yoldaşını içine alarak, dokunarak, eleştirmekten korkmayarak büyüttü.
Anlam arayışının sürekliliğini, üretim aşkıyla yanan halini hep hissettirdi, seni de o arayışın içine çağırdı, sendeki iyiyi büyüttü, eksiğinle savaşman için yol gösterdi. Dersim’in dervişilerinin, Zap’ın Kanatlı komutanı Mordem’in, teslimiyete karşı direnişin sembolü olan Beritan’ın, ikinci güneş yaratımlarına karşı bedenindeki ateşle gerçek ışığı gösteren Sema’nın yüceliğini özümsedi. O ışığıyla da etrafındaki her bir yoldaşına, muhabire, haber kaynağına yol gösterdi.
Anlam arayışı büyüdükçe yürüdüğü yollar daha da uzadı. Kaybedileni kaybedilen yerde aramak için tam da bir derviş gibi yollara düştü. Bu arayışını da ancak 9 Ekim öncesi elini tutarak güç aldığı Abdullah Öcalan’ın dünya direniş hareketlerine kazandırdığı Jineoloji bilimiyle yapabilirdi. Êrfin’den Şengal’e, Hewreman’dan Süleymaniye’ye kadının kaybedilen yaratımlarının peşine düştü. İnançlardaki, kadın yaratımlarını aradı, 40 sayısının izini sürdü, tapınaklardan geçti, bilge bir Êzidî kadının ışığının taşıyıcısı oldu. Hep aradı, araştırdı, kalemiyle duruşuyla da bu birikimini paylaştı.
Jineoloji onun yaşam perspektifi oldu. Bu bilime biçtiği anlamı da Jineoloji dergisine kalem aldığı bir yazısında şöyle tarif etti: “Kadın eksenli bir yaşamın her şeyden önce sistemin karşısında durmak, sisteme karşı direnmek ve alternatif bilgi yapılanmalarını, yöntemlerini oluşturmakla, toplumsal dokudaki hakikate dayanmakla bağlantılı olduğu gerçeğini esas almaktadır. Kadının ‘Xwebun’ olma sürecinin ne kadar sancılı olduğunu yaşayarak deneyimlemeye devam etmektedir. Kadın özgürlük deneyimleri ekseninde bunların her biri ayrı ayrı ele alınması gereken ve kendi içinde başlı başına yöntemler içeren konulardır. Burada anlatmak istediğim kendini tanımayan, gücünün farkında olmayan kadınların mücadele bilinci ve gücü ile hep birlikte nasıl güçlendiklerini ifade etmektir. Ve jineolojî’nin dünyada yaşanan sorunların kaynağına inerek köklü çözümler bulmayı acil bir görev olarak önüne koyduğu gerçeğidir.”
Tüm bu paradigmanın yaratıcısı Abdullah Öcalan’ın bir kez daha Ortadoğu halklarına yol açtığı bir süreçte yol yürürken Nagihan’ın “öğrencisi” olarak onun gözüyle bakma ihtiyacı duyuyorum. Özgürlüğün, demokratik toplum yaratımının kadının ellerinde şekil bulacağı bu sürece Abdullah Öcalan’ın selam gönderdiği Jineolojî gözüyle bakmak, kadının hakikatini yansıtmak bir görev olarak önümüzde duruyor.