Bugün Türkiye kadın hareketi bir dönüm noktasındadır. Kendi kazanımlarını korumak, gasp edilen haklarının yeniden tahsis edilmesi ve bu saldırılara yanıt verebilmek için süreç daha bütünlüklü ve kapsayıcı bir duruş gerektiriyor
İstanbul Sözleşmesi'nden çekilen iktidar, bu kararına paralel bir şekilde kadın kurumlarını baskı, gözaltı ve tutuklamalarla pasifleştirmeye çalışıyor. 20 Mart'ta gece yarısı ansızın İstanbul Sözleşmesi'nden çekildiğini açıklayan bu iktidar, aynı zamanda Diyarbakır merkezli Kürt kadın kurumlarına yönelik baskın, gözaltı ve tutuklamlarını da arttırdı ve halen de sürdürüyor. 2016 ve 2020'de HDP'li belediyelere kayyum atayarak, bu belediyelere bağlı tüm kadın kurumlarını teker teker kapatan AKP-MHP iktidarı, kadın düşmanlığını aslında hiç gizlemedi. Ensar Vakfı'nda küçük çocukların tecavüze uğramasını "bir kereden bir şey olmaz" sözleri ile meşrulaştıranların maskesi aslında 6 Haziran 2011'de Kadın Bakanlığı'nı kaldırılarak yerine Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nı kurmasıyla, kadının yerinin sadece aile kurumu içinde olduğunu açık bir şekilde ilan etmesiyle açığa çıkmıştı. Aynı iktidar, kadını kamusal alandan uzaklaştırabilmek, erken yaşta evlendirip, erkeğin hizmetine koşturabilmek için adım adım ve sistematik bir biçimde kendi kadın politikasını devreye koydu. Kadını organizeli bir şekilde kamusal alandan uzaklaştırıp, kölelik koşullarına mahkum eden iktidarın gaspçı, mülkleştirici, köleleştirici, zorba erkek-devlet yaklaşımı şimdi de kadın cinayetleri, şiddet, tecavüz, işsizlik, yoksulluk ve hukuksuzluk ile kadını eve kapatmaya çalışıyor.
Kadınlar sınırları aşarak birbiriyle dayanışıyor
Kadına şiddeti teşvik eden AKP, her şeyi kendine hak gören erkekliği palazlandırılıyor. Palazlandırılan erkeklik-erkekler ise kadınları iradesizleştirmek, parçalamak ve köleleştirmek için bir kıyım, bir soykırım gerçekleştiriyor. Bu nedenle AKP-MHP iktidarı kadınların tüm örgütlü yapısına saldırıyor ve bu örgütlüğü dağıtmaya çalıyor. Çünkü bu iktidara en çok muhalefet eden, politikalarına karşı en çok direnen kadınlardır. İstanbul Sözleşmesi'nin fesih ve Rosa Kadın Derneği'ne yapılan saldırılar da AKP-MHP iktidarının kadın düşmanı politikalarının bir devamıdır.
AKP'nin kadına yaklaşımı özünde ideolojiktir, bir yandan kadın kırımı politikaları ile kadınları sindirerek teslim almaya çalışıyor, diğer yandan özgür kadın modeline karşı kendi itaatkar, erkek egemen sistemin sürdürücüsü kadın modelini oluşturarak topluma sunuyor. Kadınlar aslında tüm bunlara başkaldırıyor. 8 Mart alanlarını dolduran kadınların duruşu bunun en somut ifadesidir.
Kürt Kadın Özgürlük Hareketi dünyada ciddi bir gelişme ve yükseliş halindedir. Bu Türkiye'de de böyledir. Kadınlar aynı zamanda geçmişe göre daha örgütlü, daha bilinçli bir duruş sergilemektedirler. Zaten erkek egemen sistemi derinden sarsan da kadınların bu örgütlü kimliği ve özgürlük duruşudur. Arjantin, Polonya ve Fransa'da görüldüğü gibi kadınlar hak mücadelesinde sonuç alıyor. Sınırları aşarak birbiriyle dayanışıyor, talepleri ve mücadelelerini sahipleniyor. Dünyanın en uç noktasında yaşanan bir gelişme ve bir kadın kazanımı tüm dünya kadınlarını doğrudan etkiliyor, diğer kadınlara cesaret veriyor.
Bugün küresel çapta en aktif ve kesintisiz mücadele yürütten kadınlar aynı zamanda mücadelelerine evrensel bir ruh da kazandırıyor. Bu durum egemenleri korkutuyor. Kadınların özgürleşmesinde kendi sonunu gören kapitalist, erkek egemen sistemin temsilcileri, kadınların bir araya gelmesini, dayanışmasını engellemek için her türlü saldırıda bulunuyor. Sırf kadınlar sırtlarını düzeltmesin diye kapitalist sistem eğittiği erkeği kadına karşı bir şiddet, kıyım makinası aracı olarak kullanıyor. O yüzden kadın katillerine cezasızlık uyguluyor, kadını siyasal, ekonomik ve toplumsal alanın dışına itiyor.
Elbette sistemi en çok da Kürt Kadın Hareketi korkutuyor, bu nedenle öncüler ya da öncülük yapabilecek kadın aktivistler 5 Nisan'da olduğu gibi sistematik bir şekilde gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Kürt kadınlarının sınırları aşan dönüştürücü gücü, eş başkanlık, eşit temsiliyet ve DAİŞ'e karşı yürütülen mücadele ile özsavunma alanındaki başarısı tüm dünya kadınları için bir örnek ve bir ilham kaynağı olmuştur, olmaya da devam ediyor. Dünya kadın özgürlük mücadelesine hem düşünsel hem de teorik olarak büyük kazanımlar getiren Kürt kadınları, ideolojik gücünü ve politik etkisini her geçen gün arttırmaktadır ve dünya kadın hareketlerine öncülük yapan bir konumdadır.
Kadınların ortak mücadelesi kazandırır
Bugün Türkiye kadın hareketi bir dönüm noktasındadır. Kendi kazanımlarını korumak, gasp edilen haklarının yeniden tahsis edilmesi ve bu saldırılara yanıt verebilmek için süreç daha bütünlüklü ve kapsayıcı bir duruş gerektiriyor. Özellikle Kürdistan ve Türkiye kadın hareketinin ortak bir mücadele hattı, yol haritası oluşturması elzemdir. Kürt kadın hareketi ile Türkiye kadın hareketi güçlerini birleştirdikleri taktirde ülkenin en örgütlü gücü, en güçlü muhalefeti olması kaçınılmazdır. Kadınların ortak mücadelesi Türkiye'nin demokratikleşmesini sağlayacak motor güçtür. Dolayısıyla örgütlü kadın mücadelesi, kadınlara özgürlüğün yolunu açtığı gibi Türkiye toplumunu da özgürleştirir.
Kadınların erkek egemenliğine ve faşizme vereceği en güçlü cevap böyle bir ortak mücadele hattını oluşturmaktır. Bu anlamda kadınlar, toplumun en ufak hücresine kadar örgütlü, kendini çoğaltan, yenileyen, büyüten, ortak taleplerle her an harekete geçecek dinamik ve devrimci güç olmalıdır. Kadınların bunu başarmaktan başka kurtuluş şansı yoktur. “Dünya yerinden oynar kadınlar özgür olsa” sözü sadece bir slogandan ibaret olmamalıdır. Bu noktada kadınlar, yaşanabilecek bir dünya hatırına önce kendilerine sonra diğer kadınlara bir şans tanımalı ve özgürlük için özgürlük aşkına ortak mücadeleyi geliştirmeli ve yükseltmelidir. Başka türlü bu faşist iktidarın yıkılması mümkün değildir. Erkek egemen sistemin tek korkusu kadındır, kadının birgün özgürleşmesidir. Çünkü kadın özgürleşirse tüm toplum da özgürleşir ve özgürleşen toplumda egemene yer yoktur.