Kürt Kadın Hareketi, kadın özgürlükçü paradigmasıyla artık dünyada gündemleşiyor. Dolayısıyla demokratik aile kurumunu dünyaya armağan edecek olanın Kürt kadını olması uzak bir ütopya değil artık
Aileyi, aileyle özdeşleştirilen kadını ve ikisinin varlığı üzerinden yüceltilen egemen erkeği anlatmak, yakın geçmiş ve bugünde, kadının sömürgeleştirildiği ve en çok vurulduğu ilişkiler alanını aydınlatmanın da yolu olsa gerek.
Dünya toplumlarında ve Kürdistan’da ailenin tarihsel kökeni temel ve genel geçer benzerlikler göstermekle beraber aslında çok farklı. Bugünün aile yapısını anlamak, bin yıllar önce örülen erkek egemen sistemin yarattığı ve tarih boyunca değişik form ve biçimlerde şekillendirdiği aile kurumunu ve “mikro devletçik”in analizi ile mümkün olur.
Ailecilik, tarih boyunca aileyi sarsılmaz şekilde kurumsallaştırmış, kadını toplumsal üretim ve yönetimden uzaklaştırmıştır. Aile, kadın açısından; mülkleştirme, egemenliğine tabi kılma üzerine kurulmuş ve bugün dahi içinden çıkılmaz bir sorun haline getirilmiştir.
Halbuki; ‘aile’ tanım olarak, öncesi ve bugünkü anlamın çok ötesinde, özellikle Aryenik dillerde, geçmiş ve geleceğin bütünlüklü anlaşılmasına katkı sunacak bir bağa işaret eder. Kürtçe’nin Dımıli lehçesinde aileye key / ké, ezbat, ocak denir. Ké – ev, ezbat – geniş aile anlamına gelir. Bu anlam sadece kadın-erkek ve çocuklarla sınırlandırılmış bir aile tanımının çok ötesindedir ve literatürde büyük ya da geniş aile olarak çağrışım yapar. Ev olarak tanımlanan yer, ortak yaşam alanı olarak karşılık bulur; Ezbat ise, kabile hatta belki de aşireti çağrıştıran, sülaleyi hatırlatan, geniş aile ilişkilerini anlatır. Ocak, büyük alenin içindeki bugünkü çekirdek aile denilen ve aynı ateşin etrafında toplanan, sönmeyen ateş etrafında yani aynı çatı altında süren yaşamı içerir. Yine Kurmanci lehçesinde aile anlamına gelen malbat kelimesi; mal-ber (ürün, değirmen, düşünce, icat, kurmak) ve par-pat-bat (eşit oranda dağıtmak, paylaşmak, inşa etmek) kelime köklerinin birleşmesinden oluşuyor* Ki kadın burda “bermali” olarak adlandırılır, yani malbatı bekleyen, koruyan ve sürdürendir.
Ürünleri ortak ve eşit paylaşmak komünal yaşayan toplulukların ortak etiğiyken Kürdistan’da aile, bu etikle oluşmuş toplum birimi ve yaşam alanı olarak belki de hala varlığını sürdürmektedir. Bu yüzden bu temel üzerinde ailenin demokratikleştirilmesi ve demokratik ailenin geliştirilmesi önerilebilmektedir.
Günümüz dünyası ve Kürdistan’da aile, tarihsel süreçte mülkiyetçiliğe, cinsiyetçiliğe bulaştı / bulaştırıldı, öyle ki ortak yaşam ve üretim kültürüne ait kırıntılar bile yok edildi. Ortak bir yaşamı kuran, sürdüren ve zenginleştiren öz ve özellikler silindi. Halbuki bu özün temeli Anasoylu klana dayanıyordu ve bu klan yapı olarak, kadın-erkek tekil ilişkisine indirgenmeyen, toplumsal ilişkiler alanı ve ağını ortaya koyan topluluk yaşamını sağlıyordu. Bunun içinde kadın ve erkeğin yaşamın sürdürülmesi, yeniden üretilmesi temelinde doğal bir paylaşımı, ilişki ve iletişim biçimi vardı; bir özelleşme, sahip olan-olunan ilişkisi yerine, gönüllü olan ve sevgiyle de beslenen birlikteliğe dayanan eşyaşam kültürü bu yapıda kendini yaşatıyordu**
Tam da bu yönüyle Kürdistan’da aile kavramının neolitikle bağını kurmak hala mümkün, çünkü içindeki maya hala yaşıyor. Ve şimdi, Kadın öncülüğünde-örgütlülüğünde yaratılan toplumsallığa bir gidiş var. Tam da bu yolculukta kapitalist uygarlık ve erkek egemen zihniyet tarafından tersine çevrilerek ailenin kurumsallaştırılması serüvenini daha net görmüş ve anlamış oluruz.
İlk toplumsal yapı olan, kandaş ilişkilere bağlı ve geniş bir aileyi andıran klanların anasoylu topluluk oldukları ve kadının bu toplumsallıkta cinsel yaşam ve ilişkilerde belirleyici rol üstlendiği, çocukların ana yanında kaldığı, babanın tanınmadığı, soyun anaya dayalı devam ettirildiği, ananın klan içinde doğan bütün çocukların anası olduğu bir statü söz konusudur. Günümüzde bile tek tanrılı dinler en son mezar başında kişiyi annesiyle tescillemektedir.
Batı kültüründe ise durum bundan çok farklıdır. İngilizce’de aile anlamına gelen family sözcüğü, Latince kökenlidir. Latince’de famulus evcil köle, familia ise bir adama / erkeğe ait kölelerin tümü anlamına gelir. Arapça kökenli olup Türkçede de kullanılan aile ise, evlilik ve kan bağına dayanan; karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik olarak tanımlanıp biliniyor.
Özellikle çekirdek aile olarak son aşamaya ulaşan, sadece anne-baba ve çocuklara dayanan ilişkilerin geliştirildiği bu tanımlarda baskın karakter, yani ailenin sahibi, tabi ki erkek. Bütün erkeklerin ve ailelerinin sahibi de “büyük baba” olan “erkek devlet” oluyor. Tarih, devletin ve onun aparatı dinsel kurumların istediğinde çocukları aileden alarak kendi formatlarında yetiştirip kendi amaçları için kullandığının örnekleriyle doludur. Ayrıca aile içinde eğitilen çocuk bile devletin istediği formatta bir birey olarak yetişiyor. Son hafta içinde İzmir’de yoksulluk yangınına kurban verilen bebekler için ne diyordu devlet misyoneri: Çocukları istedik anne vermedi, o zaman sorumlu annedir. Ve anne gözaltına alınıp neredeyse hapse gönderiliyordu.
Her toplumda evlenme ve boşanmanın devlet denetiminde ve izninde olması devletin varlığını aile kurumu üzerinden de sürdürmeye çalıştığının kanıtıdır. Devletin aile kurumu üzerine müdahalelerine dönük bu ve bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bundan sonraki süreç, aile kurumunun oluşum sürecidir ki; bu kurumda erkek(lik) din, devlet ve vatandaşlıkla; kadın(lık) ise aile ve evle özdeşleştirilir. Bu sayede ideolojik bir kurum olarak şekillenerek karşımıza çıkan aile, tanrısal yasalarla kadının zapturapt altına alınmasının mekanı haline getirilir. Kadını aile ile tanımlayıp sınırlayan bu ideoloji, kadının her adım atışı, davranışı, duygu ve düşüncesini kontrol altında tutmaya yarayan çok etkili bir sisteme dönüşmüştür.
Duruma bir de hukuk cephesinden baktığımızda aslında bu cepheden de farklı bir görüntünün söz konusu olmadığını görmek mümkün. Toplumsal yaşam ilişkilerinin yasalarla düzenlendiği ve hala günümüzdeki hukuk sistemlerine ilham veren Roma Hukukunda, özellikle ve ayrıca tanımlanan aile hukuku, temelini erkek-baba reisliğine dayandırır ve sonrası tüm hukuk düzenlemelerinde bu durum gelenek olarak devam eder. Halbuki bu hukuksal form, içinde köleliği barındıran, devleti ve erkek egemenliğini meşrulaştıran bir örgütlenme ve hukuksal düzenleme şeklidir.
Hukukla beraber toplumu dizayn eden devletçi-iktidarcı zihniyete dayanan tüm aygıtlar/mekanizmalar, özellikle kadın için tanımlanmış özel alanın çevrelendiği aileyi, kutsanmış ve dokunulmaz kılınmış bir çekirdeğe; kadını ve erkeği ayrı ayrı yutan koca bir kara deliğe dönüştürmüştür. Tabi aile adı etrafında şekillenen ideolojik ve sistemsel yapıları irdelemek kadar, erkek sistem tarafından çarpıtılan veya özünden-etiğinden kopartılan toplumsal ilişkiler alanını kadın özgürlüğünü esas alarak yeniden örmek de konunun bir başka boyutudur ve bir başka yazının konusudur.
Kurulu aile-ev düzeniyle ataerkil aile, devletli sistemin bütün çelişkilerini içinde barındıran bir “mikro devlet”tir, erkek de devletin evdeki başkanı konumundadır. İlk sınıfsal sömürü alanı, erkeği özneleştirerek baba ve reis kılarken kadını erkeğin hizmetçisi ve çocuk doğurma nesnesine dönüştürür. Bunun temelleri belki de ilk devletleşme ve onun yaratıcısı olan ve aslında aileye dayalı “hanedan”lıktır. Ataerkil kurum ve kültürün temelinin atıldığı hanedanlık, kral ya da Tanrı-Kralların aile egemenliğidir ve klandan daha büyük, mülkiyeti tanımış ilk geniş aile kurumudur. Buradan itibaren “sahip” büyük bir aileye sahiptir, çok eşlidir ve her şeyin ve herkesin sahibidir, bugünkü devlet gibi. Halbuki günümüz çekirdek ailesinde bile tek eşlilik sadece kadın için geçerlidir. Müslüman toplumlarda 4 + cariyeler, diğer inançlarda gizli çok eşlilik ve çocuk sahibi olmak yine mülkiyet ve iktidar alanına sahip erkekler içindir.
Ailecilik ve hanedancılık aileyi, bir devlet ideolojisi olarak; klan, kabile, aşiret geleneğini, toplumsallık ve ana kültürünü taşıyan özelliklerinden arındırmış, iktidara hizmet eden önemli bir araca dönüştürmüş, sözde “geleneksel aile” diye bir çarpıtma ve manipülatif obje de oluşturmuştur. Bu haliyle çözümlendiğinde geleneksel aile yapısının çökmeye mahkum olduğu aşikarken, bunun yerine nasıl modern aile kurulacağı sorusu herkesin ve her kesimin sorduğu temel sorulardan oluyor. Ve yine dikkat edilirse aile için demokratiklik, hukuk, eşitlik gibi olmazların yanından bile geçilmiyor. Ama bu konuda Kürt Kadın Hareketi, kadın özgürlükçü paradigmasıyla artık dünyada gündemleşiyor. Dolayısıyla demokratik aile kurumunu dünyaya armağan edecek olanın Kürt kadını olması uzak bir ütopya değil artık.
Kadın için, sıfır maliyetle ömür boyu hizmet ve boyun eğmeyi, ilişki biçimi ve çalışmasında görülmemiş bir yazgı haline getiren ailecilik, kapitalist modernitenin sanıyorum ki son kalesidir. Mülksüzlerin mülksüzü, ilk sömürge ve en eski köle olan kadın için cinsel taciz, tecavüz, her türden şiddet ve istismarın; işkence, ölüm, katliam ve eşitsiz iş bölümünün üretildiği bir yapıya dönüştürülen aileyi derinlikli çözümlemek; iktidar ve devletten, toplumsal cinsiyetçi rollerden arındırma gereği tüm yakıcılığı ile karşımızda dururken; sekiz yaşındaki Narin çocuğu bile kendi içinde yok ederek eriten bir aile kurumundan çocukları ve kadınları korumak başka türlü mümkün olmayacak gibi görünüyor.
Aleksandra Kollontai, Komünizm ve Aile adlı eserinde evliliği, birbirini seven ve birbirine güvenen iki kişinin birlikteliği biçiminde tanımlar*** Bu tanımlamadan doğru bir bakış açısı geliştirerek, aile kurumunun rol dayatmalarına karşı olmak veya kabullenmemek temel itirazımız olmakla birlikte bu itiraz tek başına sorunun tahliline ve çelişkinin çözümüne yetmez. Esas olarak aileyi, kapitalist aile kurumundan kurtarmak ve arındırmak, kadın-erkek ilişkilerine yüklenen iktidarcılığın sorgulanması, aşılması temel mücadele konusu olabilir.
Tarih ve yaşamın bilgisinin/bilgesinin de gösterdiği gibi;
Devlet ve iktidar karşıtı aile yapısını tartışarak, ailenin toplumsal özüyle buluşan karakterini (üretim ve paylaşım yeri, yaşamı inşa mekanı) yeniden ortaya çıkarttığımızda ancak o zaman özgürlüklerin gelişimi sağlanabilecektir. Ve yine aile, yaşamın her alanında özgür sevgi/aşka dayanan, demokratik-eşit-özgür-uyumlu-birbirine saygılı kadın-erkek ilişkileri yaratıldığında ve bu ilişkilerle örüldüğünde, toplumsal kökleriyle buluşacak, demokratikleşecek ve her bir kadın için mezarlarımız, zindanlarımız veya işkencehanelerimiz olmaktan çıkacaktır.
Kaynakça:
* Kürtçe Etimoloji Sözlükleri
**Jineoloji 3 Aylık Bilim ve Kuram Dergisi- Sayı 18
***Aleksandra Kollontai, Komünizm ve Aile