“Tanrı bu dünyanın yalnızca yaratıcısıdır, sürdürücüsü değil. Dolayısıyla bu evreni cennet ya da cehenneme çevirmek biz insanların elindedir,” der Êzidî Yaratılış Efsanesi
Tarih 3 Ağustos 2014’ü gösterdiğinde, Şengal dağlarının eteklerine kapkara bir karanlık ve toz dumanı çöker. Kimilerinin fotoğraflarda gördüğü, kimilerinin yaşadığı o topraklarda, canlarını ve çocuklarını kurtarabilen kadınların ayak sesleri, tarihin en eski ağıtlarıyla bir kez daha kulakları sağır edercesine yükselir arşa… Bu kaçış onlar için ilk değildi: Osmanlı döneminde, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Saddam rejiminden…
DAİŞ saldırısı, yalnızca Êzidî kadınlarının bedenlerine yönelmiş bir saldırı olarak ele alınamaz. Bu, bin yıllık kastik kodların ve kapitalist modernitenin; kadın bedeni, kimliği ve yaşam duruşu üzerinde farklı biçim ve şiddet formlarıyla kendini yeniden üretme sürecidir. Bu kodlar; kimi zaman 12 yaşındaki bir kız çocuğunun “bakire” olduğu için Rakka pazarlarında “cennet karşılığı ganimet” olarak satılmasında, kimi zaman bir kadının bedeninin Musul sokaklarında zincirlenerek sürüklenmesinde, kimi zaman çocuklarının gözleri önünde katledilmesinde ya da evli olduğu erkek tarafından her gün sistematik tecavüze uğramasında ortaya çıkar. Aynı zamanda, haber takibi yapan kadınların maruz kaldığı saldırılarda ve devletin şiddeti cezasızlıkla olağanlaştırdığı her anın içinde bu kodlar yeniden ve yeniden üretilir.
Başka Bir Hikâyede Kadın…
Elindeki kamerasıyla kara üniformalı kastik katillerin hakikati gizlememesi için yollara düşen gazeteci Deniz Fırat, beş gün sonra Mexmûr’un Karaçox bölgesinde yaralanır. Deniz Fırat yalnızca bir gazeteci değildi. Onun kalemindeki kelimeler, objektifindeki görüntüler, dilindeki ifadeler yalnızca bilgi vermiyordu; o, bu coğrafyanın tanıklığını, kadim toplulukların direnişini ve kadınların yüzyıllardır susturulmak istenen çığlığını taşıyordu.

Deniz’in yaşam hikâyesi; bilinçli bir direnişin, göçün, en sevdiklerinin ölümüne tanıklığın, yanı başında katledilen halkının hikâyesiydi. Türk devletinin zulmünden Wan’ın Elbakê ilçesinden Rojhilatê Kurdistan’a (İran) göç eden ailesi, ardından Xakurkê’ye yerleşir. 1991-1992 yıllarında Türkiye ile KDP iş birliğinde Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik saldırılara tanıklık ederler. Ablaları Sarya ve Binevş, Özgürlük Hareketi’ne katılır… Ve tarihin garip bir oyunu mudur bilinmez, Deniz de tam da Sarya’nın şehadet yıl dönümünde toprağa sırlanır…
Deniz’in hedef alınması tesadüf olamazdı. Çünkü Deniz yalnızca savaşı kaydetmedi, erkek egemen iktidarı tüm çıplaklığıyla teşhir etti. Kadınların kaçırıldığı, pazarlarda satıldığı, yok sayıldığı, tecavüze uğradığı ve öldürüldüğü bir çağda, Deniz objektifiyle o vahşeti teşhir etti. Ve hedef alındı.
Kastik Katillerin Tarihsel İntikamı
Ve yıl 2015… Kastik katillerin kadına tarihsel öfkesinin ve intikamının vücut bulmuş hâlidir Ekin Wan. Bedeni işkenceyle katledilmiş, çırılçıplak soyulmuş ve bir kamyonetin arkasında sürüklendikten sonra görüntüleri kaydedilip sanal medyada teşhir edilmiştir. Bir kadının bedeni Musul sokaklarında zincirlenerek sürüklendiğinde ortaya çıkan zihniyet kodlarının, Ekin Wan’ın çıplak bedeniyle metropollere taşınmış hâlidir bu. Katillerin isimleri ve coğrafyaları farklı olsa da kadınlara karşı tarihsel öfkeleri, kin ve intikamları aynıdır.

Ekin Wan’ın bedeninin teşhir edilmesi, kastik katillerin korkusunun en yalın ve çıplak hâliydi. Bu saldırı yalnızca bir kadının bedenine işkence değil; bir halkın iradesine, kadın kurtuluş ideolojisine, bir cinsin tarihsel direnişine yönelmiş, arka planı olan politik ve sembolik bir saldırıydı.
Başa dönersek, ne demişti Êzidî Yaratılış Efsanesi: “Tanrı bu dünyanın yalnızca yaratıcısıdır, sürdürücüsü değil. Dolayısıyla bu evreni cennet ya da cehenneme çevirmek biz insanların elindedir.”
Öyleyse sormalıyız: Bu kopkoyu karanlık dünyayı yaratan, ardından suskunluğa gömülen o kastik tanrılar geride sadece bir pişmanlığın gölgesini mi bıraktı? Yoksa tanrılar artık gökten yere inip, modern çağlarda kendi gölgelerinde farklı biçim ve görünümlerde tanrılar mı yarattı: Devlet, sermaye, para, savaş… Kadınların bin bir emek ve bedelle yarattığı cenneti bir çırpıda cehenneme mi çevirdi?
Ve bugün, o tanrıların yarattığı cehennemle yüzleşenler yine kadınlar oldu. Ama aynı zamanda bu cehennemi parçalayacak olan irade de kadınların kolektif bilincinde, tarihsel hafızasında ve yeniden inşa ettiği direniş biçim ve formlarında. Kadınlar, köhnemiş bu kastik sürekliliği teşhir ettikçe, kastik tanrılar ve modern torunlarının yaptıkları kötülükler tarihin çöp sepetine atılacak, kadınların ve ezilenlerin tarihi yeniden yazılacaktır.
Söz, Tarih ve Yaşam Yeniden Yazılıyor
Kadın şahsında toplumu yutan kanlı iktidarların ve erkek egemen zihniyetin yarattığı bu cehenneme karşı kadınlar; ana tanrıça kültüründen aldıkları feyzle yeniden ve ısrarla yeni bir toplumsal yaşam kuralım. Yüzümüzü Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısına dönerek, bizden çalınan komünal toplum değerlerinin tek kurtuluşumuz olduğunu bilince çıkararak okuyalım, inceleyelim, araştıralım, yazalım, düşünelim ve en önemlisi tüm bunlarla öz savunmamızı alalım.
Kadınlar; Êzidî dağlarında, Musul’un sokaklarında, Rojava’nın kamplarında, sokaklarında metropollerin meydanlarında ve dünyanın dört bir yanında sadece direnmekle kalmıyor, bir toplumu yeniden yaratıyor. Deniz’in kamerasında, Ekin’in çıplak bedeninde, Şengalli kız çocuklarının bakışlarında, Êzidî kadınlarının hawarlarında yankılanan şey, Demokratik Toplum çağrısıdır.
Ve bu çağrı, kadınların elleriyle yeniden yeşerecek güce, bilgiye ve tarihsel akla sahip. Kadınlar bu çağrının tarihsel öznesidir. Şimdi sözün, tarihin ve yaşamın yeniden yazılma zamanıdır.