“Özgürlük Sosyolojisi” kitabında “Aile, aşılacak bir toplumsal kurum değildir, fakat dönüştürülebilir. Hiyerarşiden kalma kadın ve çocuklar üzerindeki mülkiyet iddiası terk edilmeli, eşler arasında sermayenin her türü ve iktidar ilişkileri rol oynamamalıdır. Cinsin sürdürülmesi gibi güdüsel yaklaşım aşılmalıdır. Erkek-kadın birlikteliği için en ideal yaklaşım, ahlaki ve politik topluma bağlı özgürlük felsefesini esas alanıdır. Bu çerçevede dönüşüm yaşayacak aile, demokratik toplumun en sağlam güvencesi ve demokratik uygarlığın temel ilişkilerinden biri olacaktır.” diyerek değişim dönüşüm sürecini özetliyor
Üzerine çokça tartışılan konuların başında “aile” olgusu geliyor. Çok farklı yaklaşımlar olsa da genelde iki zıt yaklaşım öne çıkıyor. Bunlardan biri, aileye ulvi anlamlar yükleyerek kutsallıklar atfeden, belli yönleriyle de aileyi dokunulmaz kılanlar. Diğer tarafta ise aileyi her türlü geriliğin merkezi olarak gören, çok keskin bir dille reddeden ve toplumsal hakikati görmezden gelenler. Elbette ki her iki yaklaşım da toplumsal dinamikleri ve daha da önemlisi ailenin iktidar ve erkek egemen sistemle ilişkilerini görmezden gelip bu keskin yaklaşımların içinde kadının toplumsal alanın dışına itilmesini görünmez kılıyor.
Bu nedenle her iki görüşten azade, aile olgusunu değerlendirmek ve bir yaklaşım belirlemenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Tarihsel süreçler içerisinde toplumsallıkla ilgili birçok şeyin inşa edilmiş olduğu hakikatinden yola çıkarak yaklaşmak elbette ki önemli. İktidar ve devlet olgularının toplumsal olanı sürekli değiştirmek ve iktidarın hizmetine sokmak için her fırsatı değerlendiren bir inşa süreci içerisindeler. Toplumsal her olgu ve değer sürekli bir iktidar ve devlet baskısı altında. Sanırım bu konuda en çok uğraşılan, iktidar ve erkek egemen sistemin hizmetine konulmaya çalışılan olgu aile olmaktadır. İktidarların devamcısı olarak erkek egemen kültürün yaygınlaştırılması, ev içi görünmez işlerle emek sömürüsünün kadın emeği üzerinden süreklileşmesinde ailenin rolü herkesçe bilinen bir gerçek. Ailenin iktidar, devlet ve erkek egemen anlayışla bağını Sn.Öcalan Özgürlük Sosyolojisi kitabında şöyle ifade ediyor:
“Aile, bu toplumsal bağlamda ‘erkeğin küçük devleti’ olarak inşa edilmiştir. Uygarlık tarihinde aile denilen kurumun, mevcut tarzıyla sürekli yetkinleşmesi, iktidar ve devlet aygıtlarına verdiği büyük güç nedeniyledir. Birincisi, erkek etrafında iktidarlaştırılan aile, devlet toplumunun hücresi kılınmaktadır. İkincisi, aile ile kadının sınırsız karşılıksız çalışması güvenceye alınmaktadır. Üçüncüsü, çocuk yetiştirip nüfus ihtiyacını karşılamaktadır. Dördüncüsü, rol modeli olarak tüm topluma kölelik ve düşkünlük yaymaktadır. Aile, bu içeriğiyle aslında bir ideolojidir.”
Bu bağlamda kadın kazanımlarıyla ilgili her tartışmada AKP iktidarının ısrarla aile ve aile yapısı üzerinden bir hatırlatma yapması tarihsel bağlamdan ayrı düşünülemez. İktidarın kadın düşmanı politikalarında kadınları sıkıştırmaya çalıştığı “makbul kadın” sınırları ailenin sınırları içerisindeki görünmez kadın olarak tanımlanabilir. Güçlenen kadın özgürlük mücadelesinde bu sınırları kabul etmek elbette ki mümkün değil. Aksine buna karşı mücadele hattını güçlendirmek ve demokratik bir toplumun inşasında ısrarcı olmak önemli. Çünkü mevcut iktidar aklı bu değişim ve dönüşümün yaratacağı demokratik etkinin farkındadır ki her an bir ideolojik saldırı hali içerisinde. Televizyon dizilerindeki aile modellerinden tutalım da iktidar sözcülerinin kadınların her haklı talebini “aile yapısı ile özdeşleşmiyor iddiası” ile özel savaş saldırılarına konu etmeleri, çocuk sayısını belirlemeye çalışmaları dahil çok yönlü bir saldırı halindeler. Aile kurumunun nüfus ve demografik yapıya şekil vermenin de aracı olması itibariyle kadını anne ve çocuk doğurma denklemine sıkıştırmaya çalışan politikaların hedefi haline getiriyor. Toplumsal alandan uzaklaştırılmaya çalışılan kadının kendi bedeniyle, yaşam tarzıyla, yaşamıyla ilgili söz ve karar sahibi olmaları da engelleniyor.
İnsan aklıyla inşa edilmiş her yapı, her olgu ve her toplumsal form illaki değiştirilip dönüştürülebilir. Yeter ki kaba ret ve inkârcı bir yaklaşımla ele alınmasın. Zira her retçi yaklaşım karşısındakini besler niteliktedir. Sanırım reddetmek her zaman amiyane tabirle işin kolayına kaçmak olur. Doğru temelde biçim vermek, değiştirip dönüştürmek zor olan olsa da uzun zamanda demokratik toplumun gelişimine katkı sunmak demokratik aileyi, demokratik toplumun da öğesi haline getirir.
Yine “Özgürlük Sosyolojisi” kitabında “Aile, aşılacak bir toplumsal kurum değildir, fakat dönüştürülebilir. Hiyerarşiden kalma kadın ve çocuklar üzerindeki mülkiyet iddiası terk edilmeli, eşler arasında sermayenin her türü ve iktidar ilişkileri rol oynamamalıdır. Cinsin sürdürülmesi gibi güdüsel yaklaşım aşılmalıdır. Erkek-kadın birlikteliği için en ideal yaklaşım, ahlaki ve politik topluma bağlı özgürlük felsefesini esas alanıdır. Bu çerçevede dönüşüm yaşayacak aile, demokratik toplumun en sağlam güvencesi ve Demokratik Uygarlığın temel ilişkilerinden biri olacaktır.” diyerek değişim dönüşüm sürecini özetliyor.
Toplumsal cinsiyet rollerini aşarak kadın özgürlük mücadelesinde güçlenen kadın, demokratik ailenin de gelişmesinde büyük katkı sunacaktır. Kuşkusuz bu tek başına kadının görevi de değil, iktidarın dayattığı ve inşa ettiği erkeklik rollerinden arınan erkeklerin de bu sürece katkısı olacaktır. Demokratik bir toplum iktidar ve hiyerarşi ilişkilerinin çözülmesi ve aşılması ile mümkündür ki bu da demokratik bir aileyi mümkün kılan sürecin kendisidir aynı zamanda.