Yürütülen bu asimilasyon politikası zaman içerisinde sadece kısmi şekiller değiştirmiş Haydi Kızlar Okula, Kardelenler gibi projelerle Türk toplumunda sürekli bir kurtarılması gereken mağdur Kürt kadın imgesi yaratılmıştır. Bu imge sadece politikanın konusu değil, edebiyatın, filmlerin, dizilerin konusu olmuş, bu imaj düzenli olarak yeniden yeniden üretilmiştir
Yeni bir devlet inşasında egemen ulusta yaşayan kadınlara dair yapılan cinsiyetçi düzenlemelerin ifşası uzun zamandır yapılıyor. Erkek akılla üretilmiş ulus-devlet modeli kendi kurumsallaşmasını modern kadınlıklar ve modern erkeklikler üzerinden yaparken geçmişinden aldığı feodal ataerkiyi modern ataerkiye uyarlamakta gecikmemiş, mimariden çalışma hayatına aile yapısından sosyal yaşamın örgütlenmesine kadar her alanda bunu inşa etmiştir. Fakat bunu yapan ulus-devletler yok etmek istedikleri kimliklere sahip kadınlara tarih boyunca başka bir politika ile yaklaşmış, kendi kimliğinin varlığını egemen altına almak istedikleri kimliğe sahip kadınların yokluğu üzerine kurmuştur. Ezilen kimliğin üreme hakkına müdahaleden, kültür aktarımının engellenmesine, anne aracılığı ile anadilin öğretilmesinin önüne geçilmesine, tecavüz ederek fetih duygusunun şahlandırılmasına kadar “köklü” çözümlerin kadınlara saldırılarak gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Dünya tarihi bu acı deneyimlerle doludur. Bu deneyimlerden biri de Kürt kadınlara ait.
1923 yılı Kürtler açısından toplumsal tarihlerinde bambaşka bir ifadeye sahip. Lozan’ın kabulü, geniş bir coğrafyada yaşayan Kürtlerin ulus-devletler içerisinde sınırlarla parçalanması ve sonrasında art arda yaşanan trajik hikayelerle, hakikatlerle dolu. Yeni kurulan Türk ulus-devletinin toplumsal mühendislik projesi ile bütün azınlıkların Türk-Sunni kimlikleri altında eritilmeye çalışıldığı, isyanların kanlı bastırıldığı, köklü asimilasyon politikalarının hayata geçirildiği yüz yıllık büyük bir kırım tarihi. 1924 Anayasası, 1925 Takrir-i Sükûn, 1925 Şark Islahat Planı, Umumî Müfettişlikler, art arda hazırlanan programlar ve Kürtlerin nasıl “ıslah” edileceğine dair yazılan ve hayata geçirilen onlarca rapor ve en önemlisi yaşanmışlıklar var.
1919’da kapatılan (bir yıl faaliyet gösterebilen) Kürt Kadınları Teali Cemiyeti üyesi bir kadının Tiflis’te yayınlanan Zarya Vastoka isimli bir gazetede yazdığı köşe yazısında derneğin “konstantinapolis milliyetçilerinin hilekârlıkları yüzünden” kapandığına dair küçük bir yazı yayınlanmış. Aynı hilekârlıklar 1923’ten sonra da devam etmiş, Kürt kadınların tarihi bu hilekârlıklarla, kurnazlıklarla mücadele tarihine dönüşmüş.
Dahiliye Vekili Cemil Uybadın’ın söylediği gibi “Şark, Umumî Valilik ve müstemleke (sömürge) usulüyle idare edilmelidir” politikasının hayata geçirilmesinin en somut örneklerinden biri ilk önce 1925 Şark Islahat Planına yerleştirilmiş, Kürt kadınlar için neler yapılması gerektiği defaatle dile getirilmiş;
“Mükemmel kız okulları açılmalı, kızların okula rağbet edilmesi teşvik edilmelidir. Özellikle Dersim’de bir an önce yatılı okullar açılmalı ve Dersim Kürtlüğe karışmaktan kurtarılmalıdır. Fırat’ın batısındaki vilayetlerde dağınık bir şekilde yerleşmiş olan Kürtlerin Kürtçe konuşması yasaklanacak ve kız okullarına önem verilerek, kadınların Türkçe konuşması sağlanacaktır.” Dilin ve aslında bir halkın kimliğinin yok edilmesinin en önemli yolunun kadınlardan geçtiğini bilen ulus-devlet aklı uzunca isyan dönemlerinden sonra yüzünü özellikle kadın ve çocukların asimilasyonuna çevirmiş. Osmanlı’dan beri Ahali-i Gayr-i Mutia yani itaat etmeyen halk olarak görülen Dersim halkının özellikle belirtilmesinin inanç ve kimlikle bütünleşen ve bunun kadın kimliğiyle olan güçlü bağının varlığından da geldiği devlet erkanı tarafından da bilinmektedir. Kaldı ki en güçlü asimilasyon politikasını uyguladığı Dersim’de yapılanlar toplum mühendisliği nedir, nasıl yapılırın da en somut örneklerinden biri olmuştur. 38 Tertelesi’nden sonra Dersimli kadınların, kız çocukların asker, subaylara hizmetçi, ikinci üçüncü eş olarak verilmesi yıllar sonra ortaya çıkan en acı hakikatlerden biri olmuştur. Dersim’in kendi coğrafyasında asimilasyonu ise yine köyünde, evinde kalabilen kız çocukları üzerinden yürütülmüştür. Elazığ Kız Enstitüsü, adeta Kürt ve Alevi Dersim’in asimilasyon labaratuvarına dönüştürülmüştür. Elazığ Kız Entitüsü’ne Dersim’den kız çocukları zorla getirtilmiş, Dersimlilerin direnci ile karşılaşınca araya milliyetçi Sıdıka Avar girmiştir. Sıdıka Avar, Elâzığ Kız Enstitüsü’nün öğretmeni olarak sonbaharlarda Dersim’de “çocuk toplamış”, okulda bu çocukların eğitimi ile de birebir ilgilenmiştir. Dersimli aileler Avar köylerine geldiğinde çocuklarını vermemek için kimi zaman onları saklamış, kimi zaman erken evlendirmeyi tercih etmişlerdir. Avar, Kürtçe’nin yasaklandığı, Alevilik inancının unutturulmaya çalışıldığı, “medeni, çağdaş” cumhuriyet çocukları yetiştirmeye çalışmıştır. Yaptığı bu büyük hizmetleri Dağ Çiçeklerim isimli kitabında daha sonra anlatmış, Avar’ın bu çalışmaları dönemin gazetelerinde “Bir İnsan Yaratmanın Hikayesi”[1] başlığı ile yer bulmuştur. Kürtlere “vahşi, barbar, ehlileşmesi gereken insanlar” olarak bakan cumhuriyet kadroları, kız çocuklarını asimile ederek bunu başaracağını düşünmüştür. Avar, bu okulda “eğittiği” kızları sonrasında köylerine göndererek burada kızların kendi köylülerini asimile edeceğini, Türklük ve Sunnilik ideolojisinin köylerindeki temsilcileri olacağını düşünmüştür. Dersim’de yaygın köy okulları açmayı hedeflemiş, Elâzığ Kız Enstitüsü’nden mezun olan kızları, Akçadağ Köy Enstütisi’ne geçiş yapmalarını sağlamış[2], kendi köylerinde öğretmen yaparak hem onları denetlemeye devam etmek istemiş hem de böylece Dersimli genç kadınların kendi halkını asimile etmesini hedeflemiştir.
Uygulanan bu korkunç asimilasyon yönteminin kökeninde yatan Kürtlerin “insanlaştırılması” projesini kadınlar ve kız çocuklar üzerinden yürüten kadrolar Kürt kadınları kurtarılmaya muhtaç olan ama aynı zamanda ve tezat bir şekilde de her an başlarına bela olacak kadar saldırgan, vahşi birer varlık olduklarını düşünmüştür. Bu vahşiliğin giderilmesi için çocuk yaştan eğitilmeleri gerektiğini, ailelerinin yanlarında kaldıkları sürece kimliklerinden kopmayacaklarını fark eden devlet aklı Kürt çocuklarına yönelik asimilasyonu Yatılı Bölge Okulları (YİBO) ile devam etmiş, ilk olarak 1939’da hayata geçirilen YİBO’ların 1962’de yasa ile kurulması kararlaştırılarak bütün memlekette açılması planlanmıştır. Ne var ki Yozgat, Kayseri, Uşak, Niğde, Isparta gibi illerde 2000’lerin başına kadar neredeyse hiç açılmayan YİBO’lar, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak, Muş, Siirt gibi illerde 1962’den itibaren yoğun olarak açılmış, Kurdistan’da açılan YİBO sayısı Türkiye’de açılan YİBO sayısını her zaman ikiye üçe katlamıştır.
Yürütülen bu asimilasyon politikası zaman içerisinde sadece kısmi şekiller değiştirmiş Haydi Kızlar Okula, Kardelenler gibi projelerle Türk toplumunda sürekli bir kurtarılması gereken mağdur Kürt kadın imgesi yaratılmıştır. Bu imge sadece politikanın konusu değil, edebiyatın, filmlerin, dizilerin konusu olmuş, bu imaj düzenli olarak yeniden yeniden üretilmiştir.
Halide Edip Adıvar’ın Zeyno’nun Oğlu (1927), Mükerrem Kamil Su’nun Sevgim ve Izdırabım (1934), Esat Mahmut Karakurt’un Dağları Bekleyen Kız (1936), ve Refik Halid Karay’in Yezidin Kızı (1939) romanları klasik Türk edebiyatının doğuş yıllarında, cumhuriyetin inşa etmek istediği Kürt kadın profilini edebiyatta işleyen metinler olmuştur.
Çatışma temalı olarak ortaya çıkan bu metinlerde Kürt kadınların Türk askerlerine aşık olması ve finalde evlilik yoluyla kurtuluşları anılan yazarların çoğunun başvurduğu bir kurgudur.[3] Romanların yazıldığı yılların Kürt kız çocuklarının ailelerinden zorla koparıldığı ve Türklere eş olarak verildiği yıllara tekabül etmesi, bir devlet politikası olarak uygulanan aklın edebiyatta rızaya dayalı bir süreçmiş gibi anlatılması Türk edebiyatının devletin Kürt politikasının hizmetinde olduğunu gösteren çıplak bir gerçeklik. Bu metinler Kürt kadınlar tarih sahnesinde yerini almaya başlandığı dönemde dahi incelikle işlenmeye devam etmiştir. Ayşe Kulin, “Bir Gün” (2005) isimli romanında Leyla Zana’nın hayatını yazmak istemiş Leyla’nın bunu kabul etmemesi üzerine kendi hayal dünyasından bir Kürt kadın olarak Leyla’yı yaratmıştır. Roman’da Leyla’yı kitapta benzeştirdiği karakter olan Zeliha, tipik “köylü, cahil” tiplemesidir. Bu açıdan teşhis cahil olunca haliyle tedavisi de “eğitim” olmuştur. Kürt mağdur kadın imajının yaratılması için cumhuriyet tarihi boyunca o kadar yoğun bir propaganda işlenmiştir ki Türk kamuoyunda Kürt kız çocuğu okutmak neredeyse sevapların büyüğünü işlemekle özdeş hale gelmiştir. Burs vermek isteyenler Kürt kız çocuğu aramış, kimi kurumlar eğitim desteği vermek için “bölgeden” gelmiş olmayı bir avantaj olarak programlarına eklemiştir.
Bu örgü konaklarda yaşayan ve namus cinayetine kurban giden “zavallı, doğulu, mağdur” Kürt kadınların yaratıldığı dizilerde, filmlerde devam etmiş, medya, eğitim, edebiyat, politika dört bir koldan “cahil, mağdur” Kürt kadın imgesi yaratma yarışına girmiştir. Erkek egemenliğinden beslenen bu ulus-devlet algısı modernizasyona olan ihtiyacı bir türlü bitmeyen Kürt kadın madunlar yaratmıştır. Bu kadınlar bazen namus cinayetine kurban gidiyor, bazen berdel yapılıyor, Türkçe bilmedikleri için sürekli medeniyetten geri kalıyor, Kürt erkekleri tarafından hunharca eziliyor, evlerinde bir köşede sinmiş bir Türk yetkilisinin kendilerini kurtarmasını bekliyor…
Kürt kadın hareketinin ortaya çıkışı ile birlikte mağduriyet hikayesi sona erdi. Mecliste olan kadınlar, sokakta olan kadınlar, siyasette olan kadınlar, derneklerde olan kadınlar, erkek şiddetine karşı nerede olursa olsun mücadele eden kadınlar… Yazıyor, okuyor, düşünüyor, üretiyor. On yıllardır cumhuriyet tarafından inşa edilen Kürt kadın kimliğinin karşısında yıllardır kendilerine dayatılan kimliğin reddi üzerinden kurulan bir direnişçi özne inşa ediliyor. Hala daha ısrarla üretilmek istenen bu özne inşasına Kürt kadınlar her yerde itiraz ediyor. Kendi adlarına yazılan romanlara, çekilen filmlere, yapılan akademik araştırmalara yüz yılın hesabını sorarak, kendi adlarına kendi adlarını koyarak yeni bir özne inşa ediyorlar.
Sevgili Zeynep Türkyılmaz’ın Avar’a dair yazdığı yazısını bitirirken yazdığı şu cümleler bir hakikat olarak çağın ortasında duruyor;
“Her ne kadar operasyondan arda kalanları, kolonyalist şiddet ve “şefkatin” iç içe geçtiği okullarda Dersim’i ehlileştererek, medenileştirerek ve Türkleştirerek Tunceli yaratmaya çalıştılarsa da hem Dağ Çiçeklerinin kendileri hem de çocukları ve öğrencileri Cumhuriyetin ideallerinden çok da uzaklara düşen kendi yollarını seçtiler.”[4]
[1] Gülistan Yarkın, “İnkâr Edilen Hakikat: Sömürge Kuzey Kürdistan”, Kürd Araştırmaları, 30 Haziran 2019, https://www.kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-26. (Son Erişim: 15 Ağustos 2023)
[2] Sıdıka Avar ve “Dağ Çiçekleri” hk bilgi için; Zeynep Türkyılmaz, “Dersim’den Tunceli’ye Bir Kolonizasyon Projesi; Sıdıka Avar ve Dağ Çiçeklerim”, Kürt Tarihi Dergisi, Sayı:21, 2015, 32-37.
[3] Nazime Ceren Salmanoğlu, Farklılığın Anlatısı: Türk Romanında Kürt Kadının Temsili, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 2014, 83.
[4] Sıdıka Avar ve “Dağ Çiçekleri” hk bilgi için; Zeynep Türkyılmaz, “Dersim’den Tunceli’ye Bir Kolonizasyon Projesi; Sıdıka Avar ve Dağ Çiçeklerim”, Kürt Tarihi Dergisi, Sayı:21, 2015, 32-37.