Doğa, Ege ve Karadeniz’de sermayenin çıkarları için tarumar edilirken, Kürt kentlerinde ise savaşın bir parçası olarak tahrip edildi, tarumar edilerek AKP’lilerin talanına açıldı
AKP iktidara geldiği günden bu yana Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında eşi benzeri görülmemiş bir doğa kırımı yaşanıyor. Edirne'den Karadeniz’e, Ege'den Botan'a tüm Türkiye ve Kürt kentlerinde ormanlık alanlar, dereler, meralar bir avuç AKP’linin ekonomik çıkarı uğruna rant alanlarına dönüştürüldü, talan edildi. Doğa, Ege ve Karadeniz’de sermayenin çıkarları için tarumar edilirken, Kürt kentlerinde ise savaşın bir parçası olarak tahrip edildi, tarumar edilerek AKP’lilerin talanına açıldı. Şırnak ve ilçelerinde bölge ağaçsızlandırıldı, sayısız maden ocağına yer açıldı.
CHP tarafından hazırlanan ‘2018 Doğa Hakları Raporu’ bu yıkımın önemli boyutunu gözler önüne serdi. Rapora göre, Temmuz 2018’deki Bakanlar Kurulu kararı ile İstanbul, Kocaeli, İzmir ve Kütahya’da 1600 hektar ormanlık alan orman sınırı dışına çıkarılarak yapılaşmaya açıldı. Sadece 2018 yılında 3 binin üzerindeki projeye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, “Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) gerekli değildir” raporu verildi.
Varlığını sürdürebilmek için yeni kaynak arayışlarına yönelen AKP, Türkiye’nin doğasına yönelip, sermayenin çıkarları doğrultusunda yeşil alanları özelleştirip daha sonra talana açarak devasa bir doğa kırımı gerçekleştirdi. Karadeniz’de rant alanına dönüştürmediği, parsellemediği, satmadığı bölge neredeyse kalmadı.
Kürt kentlerinde ise bu doğa-kırım politikasını bir üst seviyeye çıkaran AKP, doğanın sömrüsünü savaş politikalarıyla iç içe yürütüyor. “Güvenlik" adı altında hergün başka bir nehrin üzerine HES kuruyor. Kurulan HES'lerin sayısı 39'a çıkarken, Dicle Nehri ve kolları Batman Çayı, Kulp Çayı, Sarım Çayı, Botan Çayı, Bitlis Çayı, Kezer Çayı, Habur Çayı, Hamam Çayı, Hezil Çayı, Zap Suyu, Cemilkatlı Deresi, Nehil Çayı kurumayla yüz yüze kaldı. HES'lerle Hasankeyf gibi binlerce yıllık tarihi miras yok edildi. Bu doğa talanının, coğrafi bozulumun bir yanı ekonomik rant elde etmek ise diğer yanı Kürt halkına ait değerlerin, tarihi mirasın yok edilmesidir. Belleksizleştirme, değersizleştirme, varlığına ait izleri silme, kısacası asimilasyondur. Yani Kürt’ün sadece toplumsal varlığını, fiziki olarak ortadan kaldırma değil aynı zamanda dağını, taşını, suyunu ağacını kökten yok etmektir. Dolayısıyla Kürt kentlerinde yapılan doğa ve çevre yıkımı AKP’nin Kürt’e karşı yürüttüğü bir soykırımı savaşıdır.
Dikkat edilirse son dönemde en çok güdeme oturan konu Kürt kentlerindeki ağaç kıyımı oldu. Dersim'de uzun yıllardır orman yangınları ile yapılmak istenen bu kez Botan'da korucular eliyle ağaç kesimiyle yapıldı. Cudi, Gabar ve Besta'daki ağaç kıyımı 3 yıldır sürüyor. Dünyada soyu tükenmekle yüz yüze olan meşe ağaçlarının tonlarcası hergün kesilerek tırlarla Türkiye’nin batı kentlerine götürülüyor. Ormansızlaştırma; Kürt kentlerinin yalnızca doğasını, barındırdığı hayvan ve bitki türlerini değil, aynı zamanda toplumunu, inancını, yaşam alanlarını da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Bir taraftan asker gözetiminde korucular yüzlerce ton ağaç kesilirken, orman yakmalar ve barajlarla bölge sussuz bırakılarak halkın tek geçim kaynağı olan hayvancılık da yok ediliyor. Dolayısıyla geçim kaynakları kurutulan insanlar, göç etmek zorunda bırakılıyor.
Şimdi bunlara karşı ne yapılabilir? Kürt kentlerindeki ekosistemin yok edilmesinin önüne nasıl geçilebilir? Bu doğa kırımı durdurulabilir mi?
Bu yaşananları durdurmanın tabi ki yolları vardır. Başta topluma, doğaya dayatılan bu kırımı kabul etmemek, reddetmek gerekir. Toplumsal anlamda bir karşı koyuş gerekir. Buna toplumun önde gelen kesimleri, aydınlar, sanatçılar ve akademisyenler inisiyatif alarak öncülük yaparak, yüksek sesle doğa kırımına dur diyebilmesi gerekir. Özellikle gençlerin cesaretini toplayıp bu iktidardan hesap sorması gerekir. “Bu ülke bizim, öyle peşkeş çekemezsiniz, talan edemezsiniz” demesi gerekir. Bu herkes için toplumsal bir görevdir. İnsan çevresiyle, doğasıyla, suyuyla bir bütündür. Bu bütünlük salt söz değildir. Çevrenin insanın şekillenmesi üzerinde etkisi vardır. Havanın, suyun etkisi vardır. O yüzden 17 Eylül'de Cudi dağına yapılan yürüyüş oldukça anlamı ve doğaya sahip çıkmak boyutuyla güzel bir örnektir. Sadece Kürt kentleri değil tüm Türkiye'den gelen çevre aktivistleri ve siyasetçiler doğaya sahip çıkmanın bir insanlık görevi olduğunu gösterdi. 8 Ekim’de ise, Dersim'de Seyit Rıza Meydanı'nda benzer bir eylem gerçekleştirilecek. On yıllardır devletin talan politikaları altında olan Dersim'de gerçekleştirilecek olan bu eylem oldukça önemlidir. Doğa severler, savaş karşıtları, kadınlar, gençler, Aleviler, anti-kapitalistler bu eyleme katılmalıdır. Çünkü; havamızı, suyumuzu ve ormanlarımızı korumak her şeyden önce bir anti-kapitalist mücadeledir.
Doğa mücadelesi parçalı değil, bütünlülüklü bir mücadele gerektirir. Botan'da kesilen ağacın Ege'de, Karadeniz'de yaşayan insanların da yaşamını etkilediği, Fırat suyuna yapılan bir barajın Suriye'de yaşayan binlerce insanın günlük yaşamını etkilediğini bilerek, Karadeniz'deki, Ege'deki çevre mücadelesini Kürt kentlerindeki çevre mücadelesi ile birleştirmek, ortak mücadele etmek gerekir. Bu ortak mücadele geliştirilebildiği oranda AKP’nin Kürtlere soykırımı durdurulabilir, doğanın kırımı, talanı önüne geçilebilir. Başka türlü doğası tahrip edilmiş, tek bir ağaç bırakılmamış, suyu HES’lerle kurutulmuş bir coğrafyada yaşamak mümkün değildir.