2023 yılında yaşanan şiddet çetelesine göre, en az 320 kadın katledildi, 189 kadın ise şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Şiddet oranının bu kadar yüksek olduğu bir yerde kadınlar gerekli kurumlara ulaşabiliyor mu? Ulaştığı kurumlardan yeterli desteği alabiliyor mu? Bu kurumlar onun yaralanmasını, ölmesini, psikolojik olarak etkilenmesini engelleyen, önleyen bir yerde mi?
Toplumsal aşamalara baktığımız her an, her zaman ve dönemde kadın üzerinde egemenliğin devamını sağlamak temel hedef haline gelmiştir. Binlerce yıldır görmezden gelinen, meşrulaştırılmaya çalışılan ve gün geçtikçe artan kadına yönelik şiddetin temelinde yatan nedenleri kadınlar yüksek sesle konuşarak, örgütlenerek ve mücadele yöntemleri geliştirerek ortadan kaldırmaya çalışıyor. Elbette bunun daha çok yolu var; kadına şiddeti ve bu şiddet karşısında geliştirilen yöntemleri daha fazla konuşmak mücadelemizi daha da güçlendirecektir.
Kadına yönelik şiddetin tarih boyunca süregelen tanımlarında kadına yönelik şiddet genellikle bireysel bir sorunun ötesine geçerek, dünya genelinde ciddi bir insan hakları ihlali ve toplumsal bir sorun olduğunu gösteriyor. İşte bunun için kadınlar dünyanın öbür ucunda şiddete uğrayan kadının sesi olarak, bulunduğu her alanda karşı çıkarak, kadın mücadelesini uluslararası düzeyde birleştirmek için bugün daha fazla adım atıyor.
Fakat toplumlardaki kadınların özellikle devlet temelinde şekillenen ideoloji üzerinden bu genel benzer şiddet diline farklı yöntemlerde, maruz bırakıldığı görülmektedir; Sömürge sorunu yaşamayan bir kadın uğradığı şiddeti anlatırken dil sorunu yaşamayabilir fakat sömürge sorunu yaşayan bir kadın karşı karşıya kaldığı şiddeti anlatırken bir şiddete daha maruz kalabilmekte ama ortak olan, yer ve mekan fark etmeden kadınların toplum içinde sürekli ikinci konumda ve şiddeti hak eden olarak görülmesidir. Bundan dolayıdır ki birkaç gün önce geride bıraktığımız 2023 yılında kadınların ölüm ve şiddet raporları hala çok kabarık hala bu dosyalar çok az ceza hatta bazen hiçbir ceza verilmeden kapatılabiliyor. İyi hal indirimi sistemin kendisini sürdüren ve karşılıklı bir beslenme şeklinde devam ettiği bu erkek şiddetini desteklemesi olarak varlığını korumaktadır. Ve bu aslında tarih boyunca çok tanık olduğumuz bir sistemi yürütme ve hatta yüceltme şeklidir. JINNEWS’ın, kadına yönelik 2023 yılında yaşanan şiddet çetelesine göre, 2023 yılında en az 320 kadın katledildi, 189 kadın ise şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Şiddet oranının bu kadar yüksek olduğu bir yerde kadınlar gerekli kurumlara ulaşabiliyor mu? Ulaştığı kurumlardan yeterli desteği alabiliyor mu? Bu kurumlar onun yaralanmasını, ölmesini, psikolojik olarak etkilenmesini engelleyen, önleyen bir yerde mi? Bu soruların cevabı elbette öncelikli olarak devletin sorumluluğundadır. Çünkü bir sözleşmemiz var. Devletin tanınmasını, meşruluğunu sağlayan da bu sözleşmedir; bu sözleşmenin asıl tarafı olan biz halkın her türlü hakkını (yaşam, eğitim, sağlık, düşünce vd…) korumak, gözetlemek, yaşatmak zorundadır devlet. İşte bu noktada asıl taraf olanların içinde yerini alan kadınların bütün bu haklarının daha geri planda tutulması ve yaratılan sınıf anlayışı içinde en alta itilen kadının eşit yaşama çekilme anlayışının var edilme girişiminin açık bir şekilde yaratılmaması sorunu var. Hatta bu alt görülen sınıfın içinde ezildikçe ezilen kadının görülmemesi, duyulmaması bir tercih gibi görünmekte.
Şu gerçeklikte göz ardı edilemez elbet; şiddetin farklı türlerine ilişkin toplumsal bilinç arttıkça, kadınların farklı şiddet türlerine ilişkin duyarlılıkları ve onların birer eşitsizlik biçimi olarak görünür kılma eğilimleri artıyor. Onun için açılan her kadın kurumu kıymetlidir ve sayıları da artmalıdır. Örneğin bugün Kadın Zamanı Derneği’nin doğuşu da fark edilen eksikliklerin ortadan kaldırılmasının amaçlanması sonucudur. Yukardaki soruların bir başka versiyonunu da yaratan başka bir ayrımcılık sorunundan yola çıkarak özellikle yüksek bir nüfusa sahip Kürt kadınlar için sisteme sorularımız var; Türkiye’de de anadili farklı kişiler bu farklılığa cevap olacak yapılara erişebiliyor mu, kendini anlatabilecek, yaşadıklarına çare ararken gerekli kurumlara erişebiliyor mu, bu kurumlar ona kendini iyi ifade edebildiği ve rahat hissettiği dilde cevap olabiliyor mu? Bu sorular kadınların bu kadar şiddete, hak ihlaline maruz kaldığı bir ülkede ciddi sorular olarak yerini korumaktadır. Cumhuriyetin ilanından bu yana süregelen dil politikaları neticesinde anadil hakkı ihlal edilip, zorunlu Türkçe eğitim öğretime tabi tutulanların yanında kadınlar daha da dezavantajlı konumda kalmaktadırlar. Kadın kimliğinin meslek yaşamında da evde de bir dezavantaj olduğunu biliyor ve erkeklerin egemen dili yani aktif kullanılan dili toplumsal cinsiyet temelli sorunlardan kaynaklı daha çabuk ve etkin öğrendiğini biliyoruz. Devletin bütün kurumlarında Türkçenin aktif kullanılması ve hala Kürtçe’nin kabul edilmeyen dil olarak durması kişilerin haklarına erişimini etkilemekte ve engellemektedir. Metropol bir şehir olan İstanbul’da yaklaşık 6 milyon Kürt bulunuyorken ve kadına yönelik şiddet oranın hem yoğun olduğu hem de mevcut cezasızlık politikalarından ötürü şiddetin bu kadar arttığı bir dönemde aktif bir şekilde çift dilli (Kürtçe ve Türkçe) şiddet başvurusu alan tek derneğin Kadın Zamanı Derneği olması aslında Kürtçe’nin alan olarak ne kadar daraltıldığını gösteren bir örnek olarak yerini korumakta. Mecliste, Belediyelerde, sivil toplum örgütlerinde, okullarda, havalimanlarında, mahkeme salonlarında ve diğer bütün alanlarda Kürtçe’nin kabul görmemesi, olduğu belirtilip tercüman desteklerinin faal olmaması, varsa dahi bunun duyuru ve bilgilendirmelerinin yapılmaması hem görünür kılmamakta hem de kadınların anadilde başvuru mekanizmalarına erişiminin önüne set kurmaktadır. Kürt kadınların bir nevi yaşam alanlarını daraltmakta, ifade gücünü kırmakta, hak taleplerinin anlaşılır olmasını önlemektedir.
Erkek şiddeti, devlet şiddeti, toplumun oluşturduğu kalıplar bir yana dursun ‘’konuşma özgürlüğü’’ denen kavramın dahi Kürt kadınların zamanın içerisinde elinden alındığını görmekteyiz. Sadece düşüncelerini ifade etme özgürlüğünden bahsetmiyoruz. Dayatılan ve artık büyük oranda başarı kazanmış dominant bir dilin yarattığı sınırlar içerisinde düşüncelerini kendi diliyle en iyi şekilde ifade edemeyişinden ve bu ifade edemeyişin, dışa vuramayışın yarattığı volkan etkisinden bahsediyoruz. Bu bütün şiddet biçimleri arasında Kürt kadınları yoran en ağır şiddet türünün bu olduğunu görüyoruz. Yeni bir dünya algısını ortaya çıkarmak ve yaşamsallaştırmak ve özgürlük mitleri ile büyümek kadınlara iyi gelecektir.
Bununla birlikte bu türden farkındalıkların artışı ile birlikte diğer toplumsal eşitsizlik biçimlerine karşı da kadınların daha duyarlı hale gelmekte oldukları görülüyor. Bir de bunun üstüne toplumdaki hukuki sistemlerin ve kurumsal yapıların zayıf olması da kadına yönelik şiddetin yayılmasına, artmasına sebep olduğunu eklersek şiddetle mücadele eden mekanizmaların eksikliği veya etkisizliği, sorunun devam etmesine neden olduğunu görmekteyiz. Toplumsal sorunların temelinde zaten kadının özgürlük sorunu yer almaktadır.
Bunun çözümü ise; kadın zihninin özgürleştirmesinden ve hayatı bu temelde değerlendirmesinden bağımsız değildir. Elbette ki dünyanın farklı yerlerinde şiddetin farklı yöntem ve biçimleriyle karşılaşmaktayız. Kadının özgürlüğünü hedef alıp bunu toplumun her alanına akıtmak bize iyi gelecek olandır. Dünyanın her an her yerinde mevcut sistemin, eril aklın çoğalttığı şiddet biçimleri ile yine farklı ve biricik yöntemlerle şiddete karşı direnen kadınlar olduğunu biliyoruz ve bu kadınlarla mücadelemizi güçlendiriyoruz. Zamanın fanusunda sıkışmış gibi hissetsek de fanusun dışından yansıyan ışığın bizim özgürlüğümüz olduğunu biliyor ve bu minvalde mücadeleye devam ediyoruz. Devletler, savaşlar, binalar, sınırlar, silahlar, kimlikler… birer tahakküm aracı olarak kullanılan diğer bütün her şey. Şiddeti yaratan, büyüten, dönüştüren her şey bizim tekrar tekrar biçimlendireceğimiz öğeler haline gelecektir.
Genel hatları ile tanımı ve kapsamı bir hayli geniş ve zorlayıcı olan şiddeti bir de var olduğumuz kimlik üzerinden değerlendirmek, bunun mevcut zorluklarını dile getirmek belki de daha zorlayıcı olacaktır fakat mücadelemizin kökünü de bu beslemektedir. Şiddeti ve çatışmaları bireysel, kültürel ve toplumsal bağlamları içinde farklı şekillerde ele almak ve konuşmak gerekir çünkü. Devletler ulus devlet inşa süreçlerinde kadınları belirleyici bir faktör olarak görmesi ataerkil geleneğin millet etrafında çizilmesi ve yaratılacak kimliği kadının taşıması ve bu görevin ona verilmesi anlamı taşımaktadır. Bütün bu milliyetçilik, ulus ve ulusal kimlik inşası projelerinin erkekler tarafından yaratılan süreçler olduğunu unutmamak önemlidir. Kadınlar milletin simgesel formu olarak kurgulanırken, erkekler de her zaman başrol oyuncusu olarak kurgulanmıştır. Yani tamamıyla erkekler tarafından üretilen ulus devletler süregelen işleyiş ve savaşlarla düşman olarak nitelendirdiği ve politikalarını bunun üzerine organize ettiği için devletin zararlı olarak gördüğü kimliğe mensup kadın hem kadınlıktan hem o kimlikten yana katmerlenmiş şiddete maruz kalıyor.
Biliyoruz ve inanıyoruz ki bu savaş politikaları ile, kimliklerin hapsedilmesi ile, dil üzerinde kurulan tahakküm alanı ile mücadele edecek mirasımız ve gücümüz var. Ne zamanki kadınlar özgür yaşam talebinde bulunmaya buna dair yöntem ve çözüm geliştirmeye çalışıyorlarsa erk zihniyet tarafından kadına yönelik bir savaş düğmesinin butonuna basılıyor. Tehdit, katliam, yok sayma, bedeni üzerinde tahakküm kurma en ağır şekilde işletiliyor. Evde, sokakta, alanlarda, iş yerlerinde, savaş meydanlarında, kamplarda, yollarda, yerin altında ve üstünde özgürlük için kadınlar mücadele etmeye devam edecek. Nar taneleri gibi savrulacağız dört bir yana sonra tekrar birleşeceğiz özgürlüğümüz için. Eşit, özgür, şiddetsiz ve kendi varoluşumuz içinde hareket etmek için sürecek bu mücadele