Genel Kurul'da yapılan tüm görüşmeler gibi bütçe görüşmeleri de parmakları çok olanın kazandığı bir oyun… Cinsiyet eşitlikçi, halkçı bütçe yapımı otoriter rejimin iradesini sokakta kırmakla başlayacak…
Bugünlerde Meclis Genel Kurulu hummalı bir çalışma içerisinde. 12 gün kesintisiz sürecek olan Bütçe Kanun Teklifi görüşmeleri sona doğru yaklaşıyor.
Görüşülen bütçe teklifi; eşitsizliğin, sömürünün, ayrımcılığın, adaletsizliğin, erkek egemenliğinin rakamlarla ifadesi gibi. Emeğin payının küçüldüğü, servetin payının büyüdükçe büyüdüğü bir sömürü bütçesi ile daha karşı karşıyayız.
Bütçe görüşmeleri kapıya dayanan seçimler ile birlikte daha çok miting havasında geçiyor. Tartışmalar öyle boyutlara varıyor ki, çıkan kavgada aldığı darbe sonucu muhalefetten bir milletvekili neredeyse ölüyordu. Kürtçe konuşan bir milletvekilinin mikrofonunun kapatılması tartışmaların bir başka boyutu olurken, cinsiyetçi dil ve küfürler de havada uçuşabildi. Neyse ki grubumuzun müdahalesiyle cinsiyetçi dil konusunda genel kurul uyarıldı ve bu dili kullananlar kınandı.
13. yy. Magna Carta’dan bu yana kazanılmış bir hak olan bütçe hakkı; muktedirlerin sınırsız sömürüsüne, savaş gibi eylemlerinin halka yüklediği meşakkate bir sınır çizmeyi hedefliyor. Tabii kazanılmış bütün haklarda olduğu gibi bu hakkı kullanabilmek, koruma bilincini, örgütlülüğü, dayanışmayı muhafaza ettikçe ete kemiğe bürünebiliyor.
Dolayısı ile bütçe görüşmelerinin, bütçe yapım sürecinin aslında salonlarda değil, önce sokaklarda yapıldığını söylemek yanlış olmaz. Sokakları özgürleştirilebilen ülkelerin bütçeleri de halkın taleplerine daha yakın olmak zorunda kalıyor.
Bu açıdan kadın mücadelesi derslerle dolu. Kadınlar “Kadının adı yok” konumundan bugünlere kazanımlarını yüz yıllar süren bir mücadeleyle var edebildiler. Kadınlar; eğitim hakkı, oy hakkı, mülkiyet hakkı, yasalar önünde eşit olma hakkı, erkeklerle eşit haklara sahip olmalarına kadar, sınıf, milliyet, anadili, ırk, kadına karşı şiddet, ev işi, doğum kontrolü, cinsellik ve üreme konusu gibi pek çok konuyu kendileri için politikanın konusu haline getirebildiler. Dalga dalga süren bu uğraş son olarak feminist hareketin 3. dalgasıyla sosyal, ekonomik, politik ve kültürel farklılıkların yanı sıra cinsel tercih farklılıklarını da kapsamına alarak daha da genişledi, genişliyor.
Ekonomide atılacak adımlar kadınları ve erkekleri farklı şekilde etkiliyor. Bu yüzden kadınlar Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçe (TCDB) teklifleri ile cinsiyet eşitliğini teminat altına alacak politikaları da inşa etmeye çalışıyor.
TCDB perspektifi, cinsiyet eşitsizliklerinin teşhir edilmesi ve devletleri baskı altına almak için önemli bir araç olsa da tahakküm ilişkilerini ve kapitalizmi sorgulamadığı için sistemin yüksek duvarlarına hapsolduğu da bir realitedir.
Bütün dünyada kadınlar her yerde görünme kavgası verdiği gibi, ekonomide de emeklerinin görünmesi için önemli bir mücadele veriyor. Ekonomi bilimi ev içi emeği göz ardı etmeye devam ediyor. Yine, yeniden ve bir kere daha varlığımızı ispatlamak zorunda kalıyoruz. Kadınların emeği ekonomiye iş gücü sağlarken, bakım emeğini üstlenirken bütün bu faaliyetlerin ekonomideki yerinin inkar ediliyor olması giderek alevlenen bir tartışmaya dönüşüyor.
AKP, ekonomi politikalarını belirlerken bu politikaların kadınları nasıl etkileyeceği gibi bir derdi yok. Kadın Bakanlığı’nı kapatan, İstanbul Sözleşmesi’nden tek adamın kararıyla çıkan, kadını aile içinde tanımlayan, bağımsız bir birey, yurttaş olarak kadını tek başına muhatap almak istemeyenlerle karşı karşıyayız.
Türkiye’de hükümet temsilcileri pandemiyi iyi yönettiklerini sürekli olarak yüksek sesle ifade ederken alttan alta geleneksel toplum yapısını muhafaza etmenin ne kadar da büyük bir fark yarattığını ima ediyorlar. Onlara bakarsanız “Batıda cenazeler evlerde günlerce kalmıştır, ama Türkiye öyle mi?”
Böylece kadını aile içine hapsetme politikalarının bütün toplum için ne denli önemli olduğunu ima etmiş oluyorlar. Pandemiyi iyi yönettikleri savları doğru olmadığı gibi, kadınların bu yükü alarak ödediği bedellerin de ne farkındalar ne de umursuyorlar. Buna karşılık kadınların “annelik görevi”, evde bakıma muhtaç olan kişilere bakması, ev içinde yapılan üretim gibi faaliyetlerinin makroekonomiye katkısı konusu ise üstünde durulmaya değer görmedikleri konular. Ama biz kadınlar bu konularda düşünüyor ve tartışıyoruz. Kadın mücadelesi ev içinde harcadığı emeğin karşılığını alıp oturmak için ev içi emeği konusunda sesini yükseltmiyor, aksine ev içi işlerini erkeklerle ve toplumla paylaşmak istediği için bakım ekonomisine dikkat çekiyor. Kadın emeğine el koymak için kadınlar üstünde kurulan eril tahakkümü teşhir etmek istiyor.
Pandemiden sonra Batıda bakım emeğine projeksiyon tutuluyor ve kamu eliyle bu hizmetlerin geliştirilmesi üstünde çalışılıyor. AKP’nin pandemiden çıkardığı ders ise bakıma kaynak aktarmak yerine kadınları aile içine daha çok hapsedecek politikalar. Bütçenin cinsiyetçi politikaları bununla da kalmıyor, neler olduğuna bakmak için Kadın Bakanlığı kapatıldığı için yerine ikame edilen Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın politikalarının bütçedeki izdüşümüne bakmak gerekiyor. Burada kadına yönelik şiddet, kadın yoksulluğu başta olmak üzere kadına dair hiçbir tasarruf göremiyoruz.
Bütün dünyada kadınlar vergiler toplanırken ve kaynaklar dağıtılırken eşitlik istiyorlar. Hangi kaynakların, hangi politikaların cinsiyet eşitsizliğini artıracağını bilmek, harcamaların dağılımını ortaya çıkarmak, hizmetlerin hangi bölgelere, kadınlara ya da yoksullara ne kadar ulaştığını belirlemek, ev içi emeğin boyutlarını ortaya koymak vb. yaklaşımlar bütçenin tasarımı konusundaki çarpıklıkları sergilemek açısından ayrıca kadınları güçlendirmek için nasıl olması gerektiğini tartışmak açısından da son derece önemlidir.
Özellikle son 7 yılda toplumun üstüne ağır bir şekilde çöken baskıcı rejimin bütün heybetiyle bütçe metinlerine de çöktüğünü söyleyebiliriz. Erdoğan’da vücut bulan iktidar blokunun otoriter yapısı parlamentodaki parmak sayısı üstünlüğü ile yürütülüyor. Öyle ki, 2018’den bu yana Saray mamulü bütçe metinlerinin bir virgülü dahi değiştirilemedi. Genel Kurul'da yapılan tüm görüşmeler gibi bütçe görüşmeleri de parmakları çok olanın kazandığı bir oyun. Buna demokrasi demek yerine parmatokrasi demek daha doğru olsa gerek.
Bütçe görüşmeleri komisyonda sürerken 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Günü’nde İstanbul ve Diyarbakır gibi pek çok ilde polis şiddetine ve ablukasına rağmen kadınlar sokakları terk etmedi. Dibent’in bacağını kıran erkek devlete, kadınlar otoriter iktidarınızı sokaklarda kıracağız mesajı verdiler.
Evet, cinsiyet eşitlikçi, halkçı bütçe yapımı otoriter rejimin iradesini sokakta kırmakla başlayacak, örgütlü mücadeleyi büyüttüğümüz, parlamentolarda halkın temsilcilerinin, emekçilerin, ezilenlerin temsilinin, fermuar sistemiyle kadın temsilinin ve kadın bakış açısının varlığını güçlü bir şekilde var ettiğimiz mekanizmalarla güçlenecek. “Hayatlarımız, emeğimiz, özgürlüğümüz için susmuyoruz” sloganlarıyla sokakları terk etmeyen bütün kadınlara selam olsun.