sokaktaki bir erkeğin tacizini şiddetini teşhir etmek kolayken “erkek şiddetine son” pankartını eylemlerde gururla taşırken nasıl oluyor da bizim yanımızdaki “erkeklerimiz”in pir u pak olduğunu düşünebilir halde buluyoruz kendimizi?
gün geçmiyor ki bir kadın çalıştığı iş yerinde, sokakta, okulda, evde yani yaşadığı her yerde tacize, cinsel şiddete uğramasın. ve bu kadınlar uğradıkları erkek şiddetini günlerce, aylarca süren karın ağrıları ve iç sancıları sonucunda açıklamak zorunda kalmasın.
çok kafa yordum bir erkek çocuğu doğurmuş bir kadın olan bana birisi gelip dese ki “oğlun falan kadını taciz etmiş” ne derim. ilk tepkim ne olur? her halde büyük bir acı olur. ilk tepkim yürek acısı olurken ilk sözüm “yapmıştır erkektir” olur… olur…
sendikacılık günlerimden bu yana çok taciz vakası duydum, tanık oldum, tacize uğradım. bunu yapanlar yabancılar, “başkaları” değil birlikte mücadele ettiğimiz insanlardı. sokaktaki bir erkeğin tacizini şiddetini teşhir etmek kolayken “erkek şiddetine son” pankartını eylemlerde gururla taşırken nasıl oluyor da bizim yanımızdaki “erkeklerimiz”in pir u pak olduğunu düşünebilir halde buluyoruz kendimizi?
nasıl olmuş da yakınımız olduğu için o erkekle o kadar özdeşlik kurup onun şiddetinin sorumluluğunu üstümüze alıp “acaba” veya “yok o yapmaz” noktasına gelmişiz? nasıl olmuş da içten içe hep bildiğimiz gerçeğe sırt çevirmişiz?
yüzleşmek çok zor olduğu için mutlaka. onca zaman yatırım yaptığımız evlilik veya ilişki “şirketimiz” eğer “erkeğimizin” suçunu kabul edersek temellerinden sarsılacak diye kuşkusuz. yeni bir başlangıç zor olacak, maddi ve manevi kayıplarımız olacak, el alem ne diyecek…
kocamız, oğlumuz, hayatımızın erkekleri niye hayatımızın bir parçası değil de tamamı olmuş diye düşünmekten bu kadar kaçarken veya hiç aklımıza getirmezken, neden “bu benim suçum değil, bunun sorumlusu ben değilim, bana bulaşmasın çamurları” deyip sırtımızı dönüp gitmiyoruz?
neden tacize uğradım, cinsel şiddete uğradım diyen kadına inanmayı değil de içten içe bütün erkeklerin potansiyel tacizci olduğunu bile bile köhnemiş evlilik kurumuna bu kadar sıkı sıkıya sarılmayı tercih ediyoruz.
erkeklerin pervasızlığının altına yatan “bana bir şey olmaz” diyen bir erkeklik hafızasının varlığından haberdarken ve güçlerini buradan aldıklarını bilirken ve bu güç bizi dışlayan bir güç iken nasıl olur da hâlâ o güçle dayanışmayı tercih eder oluyoruz?
aslında kadınların da ortak bir hafızası var. hemen her kadının içindeki gizli ses, hatta gizlemeye çalıştığı ses “erkeğinin” bu potansiyele sahip olduğunu bilir. önemli olan bu sesi açığa çıkartmak.
yıllar yıllar önce “bağır herkes duysun, erkek şiddeti son bulsun” diyen feministler bu sloganı klasikleştirirken işte bu ortak kadın hafızasından yola çıkmışlardı.
yani görmüşlerdi ki kol kırılıp yen içinde kaldığında şiddet son bulmuyor. yani görmüşlerdi ki “bir kere ile bir şey olmuyor” değildi, oluyordu. yani yıllara yayılan feminist mücadelemiz bize gösterdi ki erkek şiddeti hem politik hem sistematik ve hedefinde bütün kadınlar var.
yine gördük ki erkek şiddetinden, şiddet uygulama hakkını kendinde görmekten hiçbir erkek muaf değil…
hal böyleyken şiddete maruz kalmış kadına ”acaba”, ”ama” “olmaz öyle şey ‘benim erkeğim’ yapmaz” diyerek değil de “bunun sorumlusu ben değilim şiddet uygulayan belasını bulsun” deyip kadından, tacize uğrayandan yana tavrımızı alırsak yolumuzun üzerinden bir taşı daha kenara atmış, yolu kolaylamaya el vermiş oluruz.
evet, hiç kolay değil, ama evet mümkün…
hem bunu yaptığımızda belki “aile yıkılmayacak kale değil” deyip o kaleden bir taş daha çekip yıkılmasını kolaylaştırmaya da katkı sunmuş oluruz.
aslında içimizde ki sese kulak verir patriyarkanın ideolojik bombardımanından uzaklaşabilirsek, ki kolay olmadığını onlarca yıllık deneyimlerimizden biliyoruz, yüzümüzü birbirimize dönüp birbirimizin gözüne bakarsak hayatın daha kolay olacağını da biliyoruz. ve bunu defalarca deneyimledik.
kadın dayanışması güçlendirir bilgisi bizde var, yeter ki bu bilgiye sırtımızı dönmeyelim…