Kadınlar hayatlarında da coğrafyalarında da devrim yapıyorlar. Aralıksız bir koşu bu!
Kadınların muazzam bir güce dönüşen mücadelesi dünyada da Türkiye'de de yüz yılları bulan (acılı ve coşkulu) mücadelelerin birikimidir. Teori ile pratik arasında ülke sınırlarını aşan bağlar kurulmuştur, kurulmaktadır, daha gelişkin ve verimli olanları da mücadele içinde kurulacaktır.
Nice uğraklardan geçilerek gelindi buraya. Burjuvazinin “kutsal aile”si başta olmak üzere ömür boyu peşlerini bırakmayan geleneksel değer yargıları, gerici önyargılar ve toplumsal cinsiyet rollerinin sınırlarını parçalama uğraşını sürdürdü kadınlar. Faşizme karşı direnişi var olma mücadelesinin bir ayağı haline getirdiler, devrimlere kan ve cesaret taşıdılar.
Tarihte o kadar çok örnek var ki, hepsini dile getirmek olanaksız. Sözgelimi 1939-1942 arasında Avrupa'da faşizme karşı direniş ağının önemli bir parçasını kadınlar oluşturuyordu. İspanya'da, İtalya'da, Yunanistan'da, Hollanda'da… Almanya'da bu ağlara katılan kadınların sayısı erkeklerle neredeyse eşitti.
Toplama kamplarındaki, polis merkezlerindeki, hapishanelerdeki öyküleriyle tanışırız onlarla. Öfke ve sabırla silahlanmış kadınların mütevazı da olsa mücadeleye kattıkları izleri bize kadar gelen çok değerli kazanımlardır.
Türkiye ve Kürdistan hapishaneleri ve işkence merkezleri de kadınların direngenliğine tanıklık etmiş örneklerle doludur. '80 sonrası teslim alınmak istenen işkenceleriyle ünlü Amed, Mamak ve İstanbul hapishanelerinde faşist cunta kadınları teslim alamadı. Kadın oldukları için ayrıca işkence görüp aşağılanmalarına rağmen hiçbir yaptırıma uymadılar. Tescilli işkencecilerden Raci Tetik’in ‘Kadınları ölü balık gözüne çevirmeyi başaramadık’ itirafı teslim alınamayanların direnci nedeniyle dudaklardan dökülüvermiştir.
*
Onların savaşı asla ruhsuz ve şarkısız olmadı. Tam da kadınların yapıp eyledikleri her şeyde olduğu gibi çok yönlü, çok renkli ve kapsayıcıydı. Dayanışma ve ortaklaşmacılık, el ele vermenin güçlendirici güveni yoldaşları oldu. Kimseyi dışarda bırakmamak için kafa yoruldu.
Muhatapları onları, onların emeğini ve eylemini sürekli küçümseyip yok saydığı için kadınlar bodoslama gitmezler. Yoklaya yoklaya yol almaya çalışırlar, sonuçları gördükten sonra daha gelişkin planlar kurarlar, stratejileri değişmese de taktik hamlelerini farklılaştırma yetenekleri sınırsızdır.
Zorluklara, olmaz denilene akın üstüne akın tazelemekte kadınlar gerçekten emsalsizdir. Hiçbir zaman sıfırdan başlandığı duygusuna kapılınmıyor, çünkü sıfırdan başlanmıyor asla.
*
8 Mart 1979… Yüz bini aşkın İranlı kadın, Humeyni’nin getirdiği başörtüsü yasasını protesto etmek için sokaklara inmişti. Altı gün sürdü protestolar. Nisan 1979’da İran İslam Cumhuriyeti kuruldu ve rejim değişikliğinden sonra yasal evlilik yaşı kız çocukları için on üçe, erkek çocukları için ise on beşe düşürüldü.
43 yıl geçmiş üzerinden… İçten içe kaynadı İran, mayalandı mücadele. Geri çekilmeler, yenilgiler oldu, reform vaatleriyle yolundan saptırıldığı oldu ama üzerine inşa edilen devasa bir mücadele pratiği vardı.
İşçiler, öğretmenler, öğrenciler, esnaf, diktatörlüğün baskılarıyla nefes alamaz hale gelen her kesimin ayağa kalktığı İran'da gerici molla rejimi kitle mücadelesini bastırmak, kadınlara ayar vermek için onlarca genç kadın ve erkeği katletti, yüzlercesini zindanlara tıktı. Dalganın önünü alamayınca bu kez meseleyi “başörtüsü”ne kilitlemeye kalktı. Direnişi kırma yollarından biri olarak başörtüsü zorunluluğu ya da nasıl örtüneceği konusunda yeni düzenlemelere gitmeye hazırlandığı haberleri kapladı ortalığı.
3 günlük grevde mikrofonlara konuşan bir kadın eylemci, "Artık başörtüsünü geçtik. Biz burada bir devrim yapıyoruz” diyordu.
Kadınlar hayatlarında da coğrafyalarında da devrim yapıyorlar. Aralıksız bir koşu bu!