Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Bitmeyen olağanüstü hal, kayyım ve delirmenin meşruluğu

Ruşen Seydaoğlu Ruşen Seydaoğlu
10 Kasım 2024
Yazı
0
0
SHARES
308
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Gülistan, Devrim, Saniye… Batman, Mardin, Halfeti halkı… Olağanüstü hâl kisvesiyle uygulanan kayyım atamaları karşısında “geçici ve istisnai” olmayan direnişleriyle yürüyorlar, yürütüyorlar

Haklılar tarafında, kimsenin şiddetin herhangi bir biçimiyle övündüğü yok.

Pek tabii; kimsenin “olağanüstü hal”in ahlaksızlığı karşısında öylece duracak hali de yok.

Bilhassa; zulmün, işkencenin, kadınlara uygulanan fiziki ve sivil ölüm politikalarının, kadın kırımıyla yaratılan toplumsal tahribatın ne denli ağır olduğunu bilenler, yürüttükleri mücadeledeki pratiklerini özsavunma olarak tarifliyor, yaşamı savunuyorlar.

Tahakküm ve hiyerarşiye dayalı yönetimler, ahlak-hukuk yerine talimatlar ülkesini ikame ettiği, herkesin polise dönüştürüldüğü, polis barikatı vesilesiyle işlettiği, polis barikatının yaşadığımız sokakları, geçtiğimiz yolları ve kazandığımız belediyeleri çevrelediği tecrit halini “yaşam” diye kabullenmemizi istiyor, ne büyük gaflet!

“Yaşam” dedikleri, olağanüstü hâlin kendini çağdaş siyasette gitgide artan bir hükümet paradigmasına dönüştürmesi. Olağan ve olağanüstü denilenlerin ustalıkla değiştirilmesi, “geçici ve istisnai” diye sunulanın hiçbir zaman geçici ve istisnai olmayacağı ve nihayetinde hükmetme tekniği olarak yerleşeceği.[1] Olağanüstü hâl edimi olarak kayyım atamaları da tam olarak bu programın bir parçası. Dayandığı bütün politikalarla istisnaları kurala-rejime dönüştürmenin denemeleri.

Yeni değil elbette, erkeğin, tanrının ve nihayet Führer’in sözü yasa gücüne sahip[2], deme cüreti gösterenlerden beri devlet soyut bir merhale olmaktan çıkarılıp insanlaştırılıyor. Devletin fiziksel formuna tayin edilenler, zihinsel ve psikolojik olarak da devletleştiriliyor. Devlet hükümetten, hükümet de polis-yurttaşlıktan ibaret bir hâl alıyor. Bir anlamda, hesaplarına gelmeyen bütün eleştiriler, protestolar ve itaat ettiremedikleri bireyler karşısında paradoksal bir fenomen olarak “yasal iç savaş” yürütülüyor.

Üstelik, sanki kayyım atamak suretiyle başlayan bu “yasal iç savaş”, polis-yurttaş ve itiraz eden, direnen ahlaki-politik yurttaş arasındaymış gibi servis edilebiliyor. Yetmiyor, olağanüstü hâl ilan edebilme yetkisini elinde bulunduran erkek-egemen, bu vesileyle gücünü ve direnenlere saldırılarını bir yandan şiddet pornografisi şeklinde performe ederken diğer yandan idari soruşturmadan bahsediyor. “Devlet benim” diyen aklın, “yasasız yasa gücüyle” hareket eden bedenlerin nasıl yaratıldığını görünmezleştirmeye çalışıyor.

Ancak bunun karşısında direniş de insanlaşıyor, kitleselleşiyor.

Gülistan, Devrim, Saniye… Batman, Mardin, Halfeti halkı… Olağanüstü hâl kisvesiyle uygulanan kayyım atamaları karşısında “geçici ve istisnai” olmayan direnişleriyle yürüyorlar, yürütüyorlar. Nefrete karşı, cinsiyetçiliğe karşı, ırkçılığa, ayrımcılığa karşı haklı bir deliriş bu. Kudreti de cesareti de taşıdığı toplumsal değerlerden, kadın değerlerinden geliyor. Bir sistemin, eşbaşkanlık sisteminin temsilleri olmak için çıktıkları yolda, belediye eşbaşkanı seçilerek Batman’da kadın düşmanı hizbullaha, Mardin’de aileciliğe, Halfeti’de halkların kutuplaştırılmasına karşı kadın özgürlük paradigmasını yaşamın kendisi haline getirmeye girişiyorlar.

Başlarken taşıdıkları iddiayla bugün hâlâ yürümeye devam ediyorlar. Yatağa aç girmemek, şiddet gördüğü evden çıkabilmek, çıktığında sokakta kalmamak, çıktığı sokakta güvenle yürüyebilmek, anadilini konuşabilmek, anadilinde yaşayabilmek, toprağında üretmek, ne üreteceğini, ürettiğiyle kolektif olarak ne yapabileceğine karar verebilmek, yoksulluk ya da holdingler zengin olsun yüzünden toprağından edilmemek için toplumun kendi kendini yönetmesi gerektiğini bilmenin haklı yürüyüşündeler. Tüm bunlar ve daha fazlası için halkın onları seçtiğini bilmenin, bu sorumluluğun yürüyüşündeler.

Aksine tahammül edilemeyecek bir yürüyüş bu.

Çünkü olağan olan Kürtlerden, kadınlardan, sosyalistlerden, direnenlerden nefret ettikleri gerçeği karşısında delirmektir. Bu çıplak nefret, elleri, ayakları kelepçelenerek duvar dibinde sıralamaktadır. Bedeni dışında kendini savunabileceği hiçbir aracı olmayan ama üzerine onlarca silahlı polis çullandığı için sadece zafer işareti yapan parmakları görebilmemizdir. Bir karış mesafeden yüze gaz sıkmanın, saf kötülüğe dayandığına aşina edişlerindedir. Yedi-yirmi dört kadın bedeninin kutsallığından, mahremiyetinden dem vurup söz konusu direnen kadınlar olunca öfkeyle alev alan gözlerde, yerlerde sürükleyip dinmeyen nefretlerini küfürlerle ifade ederek gözaltına almalarındadır.

Bildiğimize, gördüğümüze katlanamadığımızdan deliririz, olağan bir haldir bu. Olağanüstü olan onların yaptıklarıdır. Delirmemize sebep onlardır.

Çünkü “Günden güne ufalan ekmekler

Pasta yesin efendiler ama

Gaz tenekesi ile su kuyrukları

Ve bir başbuğun buyrukları

Başbuğun buyrukları” ile bizi onlar delirtti.

Ve delilik artık en çok sahip çıkmamız gereken yanımızdır. Bunca saldırı karşısında insan kalabilmemizin belki de tek yoludur. Sokağı bitmeyen olağanüstü halden, olağanüstü halin şiddetinden, işkencesinden, denetimsizliğinden, talimatlardan, tecritten kurtararak Kürt’ün, kadının, halkların demokratik yönetimine kavuşturacak olan da; bürokrasiden, sistem içi ve zorlama yapılardan, onların müzakere merakından kurtaracak olan da tahammül edememeye, delirmeye alan tanımaktan geçiyor olabilir. Belki de tarih boyunca kadınların, halkların direniş kültürü, direnenlerin kadim bilgisi ve inançları boşuna deliliğe delil olmamıştır. 


[1] Giorgio Agamben “Olağanüstü Hal” içinde Şiddetin Eleştiri Üzerine, der. Aykut Çelebi, İstanbul: Metis Yayınları, 2010, 167.

[2] Nazi rejimi organizatörlerinden Adolf Eichmann’ın Führerle ilgili sözleri.

Etiketler: DirenişKadın DayanışmasıKadın Mücadelesikayyıma hayırKayyımlar GidecekKayyumSayı 89
Önceki İçerik

Kadın Devrimi’nden konfederalizme: Direnişin yeni toplumsal düzeni Kobanê

Sonraki İçerik

Cadı mıyız, av mı? Bu korku niye?

Sonraki İçerik
Cadı mıyız, av mı? Bu korku niye?

Cadı mıyız, av mı? Bu korku niye?

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.