Vatan ve millet gibi yüceltilen değerler, çeteci eğilimleri gizlemek için kullanılan birer aparattan ibarettir. Milliyetçilik aslında yalan bir ideolojisidir
Milliyetçi ideolojiyi aynı etnisite, dil kültür, gelenek ve inanca sahip bireylerin belirli bir coğrafyada yaşama arzuları ve bu arzunun ideolojik yansıması olarak algılamak, onun özünde bulunan egoizmi ve yıkıcılığı görmemek anlamına gelir. İdeolojik temelinde katıksız bir bireycilik bulunan ve ben, benim ailem, benim kabilemden başlayıp benim milletime uzanan milliyetçi düşünce kendisini ve kendinden olanı başkalarından ayrıştırmakla kalmaz aynı zamanda bu ayrıştırmayı bir üstünlük olarak göstererek ırkçılık noktasına varır. Elbette buradaki ben erkekliği ve onun devamında gelen yapılar ise ataerkil bir sistemi ifade eder. “Başkaları” ne kadar insan-dışı olarak tanımlanırsa, kendisi de hiyerarşi basamaklarını o kadar hızlı tırmanır. Türkiye’de örneğin başka halkları insandışılaştırmak suretiyle kendi üstünlüğünü pekiştirmeyi, her fırsatta tekrar edilen şu söylemlerde rahatlıkla görebiliriz. Türk milleti üstündür, kanı asildir ama diğer milliyetler mesela Araplar kirli, Kürtler medeniyetten uzak, aleviler kuyrukludur, kadınlar eksik etekli ve akılsızdırlar vb. Cinsiyetçilik milliyetçiliğin bu hâliyle ayrılmaz bir parçasıdır. Milliyetçi ideolojide, erkeklik yükseltilirken erkek olmayanlar aşağılanır ve milliyetçi saldırganlığının hedefi olurlar.
Öyle ki dünyanın hemen her yerinde aşırı sağcı milliyetçi partilerden tutalım, kendisini nasyonalist Kürtler olarak tanımlayan aşırı sağcı küçük gruplara kadar tüm milliyetçiler; kadınları, çocuklar ve LGBTİ+ bireylerini hedef alırlar. Çünkü onlar yeterince erkek ve yeterince insan olarak görülmezler. Erkeklik Milliyetçi ideolojinin en büyük silahıdır. Savaş ve çatışma durumlarında düşmanı, etek giydirme ile bir başka deyişle erkekliğini elinden alma yani kadınlaştırma ile tehdit etme, milliyetçi ideolojinin kadını insan olarak görmediğinin bir başka kanıtıdır. İnsandışılaştırılanların eşitliğinden veya haklarından söz edilemez. Onlar ancak ve ancak köleleştirilebilir ve yönetilebilirler. Bu düşünce tarzı milliyetçiliğe yayılmacı ve savaşçı bir karakter kazandırır. Savaşlar ve çatışmalar milliyetçi erkekliğin güç gösterileridir. 7 Ekim Hamas saldırısında dünyaya yayılan ilk görüntülerde hepimizin şahit olduğu şey, tam da erkekliğin gövde gösterisidir. Ellerinde silahlarla işkence ettikleri bir kadının bedeni üzerine oturarak duyururlar ‘zaferlerini’, aynı şekilde Türk askerleri 2015’te Hakkarili bir ailenin yatak odasında ellerinde silahlarla yaptıklarını dünyaya gösterirler. Öldürülen kadın gerillaların bedenlerinin teşhir edilmesi ya da bedenlerin tahrip edilmesi veya Şengalli kadınların ISID tarafından kaçırılması, köle pazarlarında satılması, milliyetçiliğin dincilik ile buluşan cinsiyetçi yüzünün yansımalarıdır.
Vatan meselesi ve kadın
Milliyetçi ideolojinin vazgeçilmezi olan vatan, teritoryal, hakimiyetin kurulduğu yerdir. Milliyetçilerin öldürücü bir aşkla bağlı olduklarını iddia ettikleri ve kutsadıkları vatan kavramını kadın bedeniyle sembolleştirmeleri tesadüf değildir. Vatan üzerinde kurulan hakimiyet ilişkisi, kadınlar üzerinde de benzer şekilde inşa edilmeye çalışılır. Buradan hareketle aşırı milliyetçi politika kadınların bedenleri üzerinde söz kurmayı ve hakimiyet oluşturmayı hedefler. Somutlaştıracak olursak: Amerika’dan Avrupa’ya, Latin Amerika’dan, Ortadoğu’ya kadınların giyim kuşamlarından, kürtaj hakkına varana kadar aslında kadınları ilgilendiren ve sadece kadınların karar vermesi gereken konularda milliyetçi politika, kendi egemenliğini tesis etmeye çalışır ve müdahaleci bir rol üstlenmeye çalışır.
Kapitalizm ve milliyetçilik.
Milliyetçiliğin özünde bulunan erkek egemenliğinden ve bireycilik olgusundan bahsetmiştim. Bu durum aslında kapitalizmle ilgilidir. Milliyetçilik kapitalizme bağlı olarak gelişen bir siyasal formdur. Kapitalizm, kadınların ve işçilerin görünen-görünmeyen emeklerine ve her türlü üretimlerine el koyma rejimidir. Bu yüzden de el koyma ve talan etme kültürü kapitalizmin siyasal formu olan milliyetçilik ideolojisinin doğasında vardır. Vatan ve millet gibi yüceltilen değerler, çeteci eğilimleri gizlemek için kullanılan birer aparattan ibarettir. Milliyetçilik aslında yalan bir ideolojisidir. Tüm mesele çıkarlarıdır. Önce benim milletimin diye girilen yolun sonu benim aileme ve benim akrabalarıma uğradıktan sonra benim çıkarlarıma ulaşır. Dünyada ve Türkiye’de aşırı milliyetçi partilerin hemen hepsinin bir yanı karanlıktır. Ya kendileri suç üretir ya da suç örgütleriyle yan yana dururlar. Türkiye’de para uğruna bebekleri katleden hastane çetesi, kadınları fuhuşa zorlayan çeteler, uyuşturucu çetelerinin, kara para aklayan çetelerin, kendilerini milliyetçi olarak tarif eden partilerle ve kişilerle ilişkili olmaları da tesadüf değildir. Bizlerin izlerken kanının donduğu olaylar milliyetçi ideolojinin normalidir. Normalidir çünkü onlar açısından sadece kendi çıkarlarının bir kıymeti vardır. Attıkları her adım toplumsal çürümeyi ve yozlaşmayı derinleştirir. Bu çürüme ve yozlaşmaya toplum ne kadar alıştırılırsa onlar da o kadar kârlarına kâr katarlar.
Milliyetçi aklın kadın ve çocuk yaşamı üzerindeki tahribatları
Türkiye özeline biraz daha yakından bakacak olursak; kadın katillerinin, kadına yönelik her türlü şiddeti uygulayanların cezalandırılmaması, milliyetçi dinci ataerkil ideolojinin, kadınların hayatına nasıl yansıdığının göstergesidir. Kadınların görünen ve görünmeyen emeklerine el konulması, eğitim, sağlık gibi haklardan kadınların yararlanamaması veya daha az yararlanmaları, kadın bedeninin bir kuluçka makinesine indirgenmek istenmesi, soyadı hakkından nafaka hakkına kadar uzanan konularda erkeğe tabiiyeti güçlendiren her türlü politika, milliyetçi aklın kadın yaşamı üzerindeki tahribatını gösterir. Bütün bunlara rağmen Türkiye’de güçlü bir kadın mücadele geleneği oluşmuştur. Ancak bu durum ne yazık ki çocuklar açısından söz konusu değildir. Milliyetçi cinsiyetçi, dinci politikalardan en çok zarar gören kesim Türkiye’de çocuklardır. Türkiye’de çocukları koruyan bir politika olmadığı gibi çocukları kendi emelleri doğrultusunda şekillendirmeye azmetmiş bir akıl vardır.
Ne yazık ki Türkiye’de çocuklar için tehlikeler daha doğar doğmaz başlar. Hastane çetelerinin ellerinden kurtulabilirler, Narin veya Leyla gibi aile fertlerinin eliyle katledilebilirler. Tecavüzcü dedelerden, sapık bakkallardan kendilerini kurtarmayı başarabilenler, devlet destekli Kuran kurslarında taciz ve tecavüze uğrayabilirler. İntihara sürüklenebilirler ya da yurt yangınlarında yanabilirler. Ancak tüm bunların hesabını soracak kimseleri veya adaleti yerine getirecek bir hukuk mekanizması yoktur. Kaçırılırlar, organları satılır ve devlet yurtlarında fuhuşa zorlanırlar. Bunun hesabını sormaya çalışan Dilek Ekmekçi gibi insanlarsa, deli gömleği giydirilerek, susturulmaya çalışılır. Türkiye’de en büyük suçlar çocuklara karşı işlenir. Bu suçları işleyenlere baktığımızda dincilik ve milliyetçilikle hasbihâl olmuş kişileri ve yapıları görürüz.
Bu ekstrem örneklerin dışında; yoksulluk, kendi anadiliyle kendilerini geliştirmeme, yeterli eğitim alamama, erken yaşta evlendirilme ve çalıştırma milliyetçi politikaların çocuklara reva gördükleridir. Bütün bu politikalarla baş edebilmenin yolu güçlü bir örgütlülükten ve ciddi bir zihniyet değişikliğinden geçiyor. Bunun yol ve yöntemleri başka bir yazının konusu ancak şu kadarını söyleyebilirim, milliyetçiliğin ne olduğunu ve nasıl yansımaları olduğunu doğru olarak bilince çıkarmakla bu mücadelenin ilk adımı atılabilir.