8 Mart’ta, Newroz’da, açlık grevi eylemlerinde, Cumartesi direnişinde, İstanbul Sözleşmesi eylemlerinde ve daha gözümüzün, gönlümüzün uzanabildiği her yerde, beyaz laçekli kadınlar, beyaz laçeğin geleneğinden şerbetlenmiş kadınlar direniyor
Beyaz laçek (tülbent) Mezopotamya kadınlarının mitolojik bir sembolüdür. Ana kadın kültürü, analık hukuku, ana soylu toplum yapılanması Mezopotamya’nın kadim halkları açısından yaşamın kendisi demektir. Tüm yaşam onun etrafında örülmüştür. Ahlaki ve politik toplumun özleri, şifresi kadının varlık dinamiklerinden ilham almış, onun yaşam etiğinden eğrilmiştir. Ana soylu toplumlar açısından kadın kimliği, toplumun kimliği anlamına gelir. Bu anlamda kadının anlam oluşturuculuğu çarpıcıdır. Patriyarkanın çıkışına kadar bu gelenek tüm gücüyle anlam oluşturmuştur, sonrası ise yok olmamış, bastırılsa da, sönümlense de devletli uygarlık merkezlerine uzak tüm alanlarda yaşamın detaylarında yeşermeye, anlam oluşturmaya devam etmiştir.
Bu gelenek kimi totemlerle ya da sembollerle dile gelmiştir. Yaşamın en büyük sağaltıcı, eğitici gücü ana-kadının başındaki beyaz laçek bunun en somut örneklerinden biridir. Beyaz laçek, bir analık sembolüdür. Ananın yaşam oluşturucu gücü düşünüldüğünde aslında bir anlamda laçek de onun dile gelen, anlam taşıyan totemidir. Bilen bilir, eskiden aşiret kavgalarında ya da iki erkek arasındaki kavgada kadının yere attığı beyaz laçek kavgayı durdurur. Bir emirdir laçeğin yere düşüşü, buyruktur, talimattır. Bir müdahaledir, toplum savunmasıdır, erilliğin her türlü kaba- kanlı yöntemine karşı toplum ahlakının isyanıdır. Nomos (Antik Yunan’da kural, gelenek) ya da dilimize yerleşmiş haliyle namusun çağrısıdır. Namusun kadın bedeninin, kaba ve eril ahlakçılığın çok ötesinde toplumsal etik sınırlarında değerlendirildiği toplumsal kültürden bahsediyoruz elbette. Kimi Hindistan kabilelerinde beyaz laçeğin gördüğü görevi, kadın kanı görür. Bir kavga, savaş esnasında kadın eğer savaş meydanına kanını akıtırsa kavga, savaş durur. Kadının yaşam kültürü oluşturuculuğu dünyanın her bir coğrafyasında farklı sembollerle ifadelendirilmiştir. Burada önemli olan, ana-kadının varlığı ve sözünün kadim halklarda her şeyin üstünde tutulmasıdır.
Peki ne zaman düşer beyaz laçek kadının başından? Büyük bir yas durumunda ya da büyük kötülük (teologyada şer) durumlarında kadının beyaz laçeğinin yerini siyah bir laçek alır. Siyah laçeğin de bir anlam dünyası vardır. Pek çok anne, yaşama umut ve inat haykırma adına ne olursa olsun beyaz tülbendinden vazgeçmezken, bazen de acısının, isyanının, öfkesinin nişanesi olarak beyaz tülbendini usulca başından indirir ve yerine siyahını takar. Bu da bir mesajdır anlayana, bu da bir dile gelmedir anlamak isteyene…
Geldiğimiz koşullarda, her şeyin üstünde tutulan ana kadın olgusuna ve onun saygın totemi beyaz tülbende saldıracak kadar kötücülleşmiş bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız. Teolojide kötülük kavramı genelde şer sözcüğüyle karşılık bulur. Her türlü bencil, fena, etik dışı düşünce ve davranış olarak tanımlanır. Çağımızı tasvir ederken hangi tartışma yürütülür bilinmez ama erkek egemenlikli iktidar şer’in en örtüsüz halini sergilemeye devam ediyor. Bilge içinde bulunduğumuz çağa ‘Maskesiz Krallar, Çıplak Tanrılar Çağı’ demişti. Artık toplum karşıtı, kadın karşıtı, kültür karşıtı her türlü eylem gözler önünde gerçekleşiyor. Bu şer hali, çoktan beri unutturulmak istenen toplumsal değerlerin kodlarıyla oynuyor. Toplumsal değerler ortadan kaldırılmıyor, şekil değiştirtiliyor, toplumun varoluş dinamikleriyle oynanıyor, ortak yargılar faşist-cinsiyetçi kodlarla yeniden örülüyor. Sosyal medya bu kodların tetikçisi olarak görev yapıyor. Adeta ‘Bu kadar da olur mu?’ dediğimiz hiçbir şey kalmasın isteniyor. Bu serzenişin yerini; devlettir yapar, iktidardır yapar, işbirlikçidir yapar, erkektir yapar gibi, olanları gittikçe sıradanlaştıran, ‘normalleştiren’ bir ruh hali ve üslup alıyor. Toplumsal değerlerin en üstünde tutulan analık olgusu bu saldırı zincirinden fazlasıyla nasibini alıyor.
Beyaz laçeğine dünyanın umudunu sığdırmış kadınlar her yerde direnmeye devam ediyor. Sadece o laçeği takmaya devam etmeleri bile, insanlığa, dünyaya bir mesaj niteliğinde adeta… Bir duruş sergiliyor, hayata devam azmi aşılıyor, başından indirmediği beyaz-siyah laçeğiyle ana soylu tarihle mayaladığı anlam ve direniş ören tutumunu koruyor.
Emine Şenyaşar adliye önündeki adalet nöbeti direnişini her türlü erkek devlet şiddetine maruz kalsa da sürdürüyor. Songül Anne hepimizin tanıdığı bildiği, yıllardır her türlü demokratik eylemin en ön saflarında, özgürlüğü haykırmış bir kadın yakın zamanda tekrar tutuklandı. 8 Mart’ta, Newroz’da, açlık grevi eylemlerinde, Cumartesi direnişinde, İstanbul Sözleşmesi yaşatır eylemlerinde ve daha gözümüzün, gönlümüzün uzanabildiği her yerde, beyaz laçekli kadınlar, beyaz laçeğin geleneğinden şerbetlenmiş kadınlar direnişini sürdürüyor. İşte budur toplumun kültürel kodlarıyla oynayan iktidarı bu denli korkutan, uykularını kaçıran gerçeğimiz… Bu sebeple ahlak, sınır, ölçü, edep bilmeden saldırıyor.
Bu gerçek, tutuklanma, baskı, işkence hatta katlimize sebep de olsa, bizi yaşatan, yaşamak ve daha güzel yaşatmak için elimizde kalan en büyük argümanımız budur. O da çok iyi biliyor ki, sonunu getirecek olan bu gelenektir. Tarihin kökleri üzerine yeşeren ana soylu geleneğin devamcılarıdır sesi, zılgıtı, isyanı sokakları, meydanları, dağları, ovaları dolduranlar… Beyaz laçeğin gücü, kudretidir bizi büyüten. O laçeğin analarımızın başından düşmesine destur vermemek bizim, tüm kadınların boynunun borcudur. Dünyayı beyaz laçeğin anlamına boyamaktır boynumuzun borcu…