Ne çok benzerliğimiz var değil mi İran'la? Kadın düşmanı yönetim, neo-liberal politikada ısrar, yoksulluk, hak gaspları, milliyetçiliği öne çıkarıp savaş politikasında ısrar… Benzerimiz İran'da emekçiler isyanda… Emek isyana başlarsa, sırtındaki kamburu atar
Pandemi yüzü hürmetine şimdiye kadar yasaklanan işten çıkartmalar, 1 Temmuz itibarıyla kaldırıldı. Akabinde patronlar tarafından “ekonomik gerekçelerle” binlerce insan kapı önüne konuldu. Bayram tatili nedeniyle durdurulan resmi işlemler, tatil sonrası işçi çıkartmalarla rekor düzeyde olacak gibi.
Yoksulluk-yolsuzluk diz boyu, evine ekmek götüremeyen, çoklu kredi kartı borç sahibi insan sayısı gün be gün artıyor. Yoksulluk sarmalında olan toplum, şiddet kültürü çukurunda; ya şiddet uyguluyor ya da şiddete maruz kalıyor. Komşuluk ilişkilerin de dahi, güven keskin kılıca dönüşmüş. İktidarın yarattığı korku imparatorluğu, suskun ve korkan bir toplum oluşturmak amacıyla muhalif kesimleri tehdit ediyor, konuşacak olanlara da gözdağı vermek amacıyla her türlü çetevari cezalandırma aygıtları uygulanılıyor. Mafyavari cezalandırma yöntemlerine karşı çıkan ve zorunlu olarak yurt dışına çıkan muhalif kesimden insanların ölüm listesi çıkartılıyor, darp edilip, ölümle tehdit ediliyorlar… Gelecek kuşkusu duyan, endişeli bir toplum enkazı yaratıldı.
Kadın düşmanlığını derinleştiren egemen siyaset dil ve yaratmış olduğu atmosferde erkekler hiç tereddüt etmeden kadınları katlediyor, katliam yöntemlerine bir de yakmayı eklediler. Bayram arifesinde bile kadın düşmanı politikalardan beslenen erkekler (baba, oğul ya da eş) kadınları yakarak katlettiler.
Gıdası ırkçılık olan iktidar bloğunun her sıkıştığında “paçayı kurtarmak” için başvurduğu ayrıştırıcı dilin faturası Kürtlere kesiliyor, kesilmeye devam ediyor. Ya öldürülüyorlar ya da linçe maruz kalıyorlar. Irkçılık siyasetinden beslenen güruh, İzmir'de Deniz Poyraz'ı, Konya'da Hekim Dal'ı katletti, Muğla'da HDP binasına, Afyon'da ve Ankara'da Kürt emekçilerine saldırdı. Bu linç ve saldırılar yaşananların münferit olmadığını bir kez daha ortaya koydu.
Sel felaketinin yaşandığı Karadeniz bölgesinde çözümsüz kalan iktidar, çay üretim merkezi Rize'de Rizelilere bir avuç çay poşeti fırlatıp, selin 'ilahi gücün bir sınavı' olduğu illüzyonunu yaratmaya çalışıp, tıpkı Soma'da maden patlamasında 301 emekçinin can kaybında yaptıkları gibi "işin fıtratında ölüm var" benzeri fetvalar ile sorumluluktan sıyrılmaya çalışıyor.
Artık sabır kalmadı, şiddet ve ırkçılık siyasetinin karın doyurmadığını işsizler-yoksullar çok iyi biliyor. Bu devran, bu düzen, bu sistem artık devam edemez. Emek ayaklanıp isyana başlarsa, emeğin gazabı sırtındaki kamburu atar. Hiçbir zaman emeğin gücüne olan inancımı yitirmedim. Adalet-eşitlik ve barış içinde insanca yaşanabilir bir yolun emeğin örgütlü mücadelesiyle mümkün olacağına dair umudum hâlâ var. Emek bir gün hesap soracak, inancımı komşu ülke İran'da yaşanan işçi grevleriyle ilişkilendirmek istiyorum…
Ülke olarak siyasal ideolojiden, ekonomik krize birçok benzerlikte olduğumuz yanı başımızdaki İran'da emekçilerin gerek geçmişteki yükseliş tarihi, gerekse şimdilerde zapturapt altına alınışı ve yöntemlerinin aynı oluşu tesadüf mü? Araştırma konusu olabilir. Karşılaştırma yapıldığında benzerlik daha da anlaşılıyor gibi.
Şah Rıza Pehlevi, 1957 yılında iktidara gelirken, bağımsız sendikaları yasaklıyor, binlerce sendika yöneticisi, aktivist ve üyesini tutukluyor, onlarcasını idam ediyor. Şah'ın gizli polis örgütü SAVAK, sarı sendikalar üzerinde denetim sağlıyor. Petrol gelirinin artmasıyla 1963-1977 tarihleri arasında, işçi ve kadın işçi sayısı artıyor. 1977'de ilk işçi gösterileri petrol sektöründe başlıyor.
1978'de merkez bankası, karayolları ve elektrik şirketlerinde çalışan emekçiler de gösterilere katılıyor. Bu muazzam grev ve direnişler, 1979 başlarında Pehlevi rejiminin felce uğrayıp çökmesinde önemli rol oynuyor. Aynı dönemlerde DİSK'in öncülüğünde Türkiye'de büyük direniş ve grevler yapılmaktadır. 1977 kanlı 1 Mayıs, 15-16 Haziran direnişi ve antidemokratik olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne (DGM) karşı direniş ve demokrasi mitingleri gibi emeğin öncülüğünde önemli gelişmeler bizde de oluyor.
İran’a geri dönersek beyaz ve mavi yakalı emekçiler özel örgütsel yapılar olan şuralar oluşturuyor, işçilerin kontrolündeki bu demokratik yapılanmalar Şah sonrası şekillenmekte olan otoriter devlete karşı bir güç kutbu da oluşturuyor.
Bu durum, dönemin geçici hükümeti Mehdi Bezirgan, İslamcı liberaller ve iktidarı tekeline geçiren Humeyni yanlısı güçlerin hedefi haline getiriyor demokratik yapıları. 1980'de İran-Irak savaşının patlak vermesiyle milliyetçi duygular öne çıkıyor, muhalefet ve işçi şuraları yasaklanıyor, savaş propagandası işçileri üretimi sürdürmeye ve savaşa katılmaya zorluyor. Savaşla birlikte işçilerin etkileri de denetim altına alınıyor.
Aynı tarihlerde Türkiye'de DİSK'in kurucu genel başkanı katlediliyor, DİSK ve bağlı sendikalar kapatılıyor, yüzlerce yönetici ve temsilcisi cezaevine konulup, tüm mal varlıklarına da el konuluyor.
İran'da da 1960 yılında kurulan bağımsız metal işçileri sendikası UMMI de 1980'de kapatılıyor. 2004 yılına kadar faaliyetten men ediliyor. İran İslam Cumhuriyeti Anayasası'nda bağımsız sendikaların faaliyet yürütmesi yasaklanıyor. Devletin tanıdığı tek örgüt ise İslam Çalışma Konseyleri ve onların propaganda aygıtları olan İslam derneklerinden işçiler ve işveren temsilcilerinden oluşan kurumdur.
Hükümetler ve mevcut iktidarın yasaklamış olduğu bağımsız sendikalar, yer altı faaliyetleriyle işçileri örgütlemekten vazgeçmediler. Devletin güdümündeki sendikalara üye olmuşlarsa da, zaman zaman bağımsız davranıp, eylemler yapıp taleplerini dillendirdiler.
Şimdi ise yaklaşık 40 gündür ülkenin birçok şehrinde devlet işletmelerinde çalışan emekçiler başta olmak üzere önemli iş bırakma eylem ve grevleri sürüyor. Ayda 20 gün çalışıp 10 gün dinlenmek istiyor, ücretlerinden yapılan kesintilere karşı çıkıyorlar. Özelleştirme ve taşeronlaştırmaya son verilsin, asgari ücret yükseltilsin, mülteci işçiler de aynı koşullarda, aynı haklarla çalışsın istiyorlar.
Kadın işçilerin de içinde aktif rol aldığı bu direnişlerde, kadınların talepleri ise bizdekiyle benzerlik taşıyor. Kadınlar, erkeklerden daha az ücret alıyor ve bu durumun eşitlenmesi için eş değer işe eşit ücret istiyor. Evlenip çocuk doğurmaları yasal olarak teşvik edildiği için, işe başlarken bekar kadınlara evlenip çocuk yapacaklarına dair taahhütname imzalatılıyor. Bu uygulamadan vazgeçilmesini istiyorlar. Kamu dahil birçok işyerinde kreş de istiyorlar. Yasal olarak teşvik amaçlı doğum izinleri çok uzun olduğu için ve emzirme molaları kullandırıldığı için işverenlerin, kadın işçi yerine erkekleri tercih etmelerine itiraz ediyorlar. Son yıllarda gerici iktidarın kadınları eve hapsetmek için evden çalışmayı kural haline getirmiş olmasına da itirazları var.
Özetle bu talepler için 40 gündür 100’den fazla işyerinde çalışanlar grev ve direnişteler. Direnişlerini sosyal medya üzerinden, Whatsapp ve Telegram üzerinden sürdürdüklerini, bunu daha da etkili hale getireceklerini duyuruyorlar. Greve çıkan işçilere, devlete bağlı işletmeler dahil işverenler yemek vermiyor, ücretleri ödenmiyor. Kadınlar, evlerinde pişirdikleri yemekler ve halk arasında toplanan mali destek ile direnişteki işçilerle muazzam bir dayanışmada bulunuyorlar.
İran'da ekonomik çöküş zirvede, enflasyon yüzde 50'de, Covid-19 ve ABD yaptırımlarıyla can çekişiyor. İktidarının sert İslami sistemine ve Mollalara karşı daha önce de kadınlar sokağa dökülüp direnmişlerdi.
ABD'nin önceki başkanı Donald Trump, "İran kara para aklıyor, terörizme finans sağlıyor" iddialarıyla İran'a sert yaptırımlar uyguluyordu. İran rejimi şimdi ise ABD'nin yeni başkanı Joe Biden ile buzları eritmek için yumuşak başlı davranıyor.
İran'da 18 Haziran'da bir seçim oldu. 3 Ağustos'ta göreve başlayacak olan yeni Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'yi zor bir görev bekliyor. Eğer işçilerin taleplerini görmezden gelip, diğerleri gibi işçi ve emekçi düşmanı olacaksa oturacağı koltukta çok kalamayacak.
Ne çok ortak yön ve benzerliğimiz var değil mi İran'la? Kadın düşmanı, muhafazakâr yönetim anlayışı, neo-liberal politikada ısrar, kadınları çalışma yaşamı başta olmak üzere her alanda tecrit etmek, muhalefete düşmanlık yapıp ağır cezalar uygulamak… Kara para aklamak ve terörizme finans kaynaklığı iddiasıyla anılmak… Ekonominin dibe vurmuşluğu, devlet güdümünde sarı sendikaların emekçilerin önünde oluşturduğu engel, hak-hukuk ve adaletin olmayışı, yoksulluk ve hak gaspları, milliyetçiliği öne çıkartıp savaş politikasında ısrar… Ve ideolojik olarak bu kadar yakın benzerimiz İran'da emekçiler isyanda ve değişime kararlı, bir yola çıkmış durumdalar.
Türkiye'de 20 yıldır fakir-fukara-guraba edebiyatı yapıldı. İşçiler inandı oy verdi ve yirmi yıldır iktidardalar. Şimdilerde işçi, işsiz, yoksul intihar ediyor ve isyanda. Ülkenin birçok yerinde işini kaybeden işçiler direnişte. Bandırma Organize Sanayi'de kurulu ADİN Oto'da çalışan 2 bin işçi, siyasal iktidara yakınlığıyla bilinen Hak-İş'e bağlı Özçelik-İş sendikasına üye oldular. Çoğunluğu kadın olan işçilere türlü baskılar yapılıyor, iktidar yanlısı sendikadan dahi istifa etmeleri için mobbing uygulanıyor. Ama kadınlar kararlı vazgeçmiyor. Bu örnek de gösteriyor ki artık işçi sırtındaki kamburu atmak istiyor. Bir de sendikalar, muhalifler ve siyasi partiler de işçiler kadar cesur olsa, hak hukuk adalet ve barış emeğin gücüyle tez zamanda gelecek.