Savaşlar cinsiyet eşitsizliği temelli olup temel amaç irade kırımıdır, kadınların ise en büyük mücadelelerinden biri cinsiyet eşitliğine dayalı bir yaşam inşa etmektir
Savaşı kelime anlamı itibariyle düşündüğümüzde; aklımıza ilk gelen şey, nizami bir ordunun cephede silah ve toplarla iki taraflı yürüttüğü mücadele ve çatışma halidir. Savaşlar; toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, erkekliğin, ırkçılığın, militarizmin, tacizin, tecavüzün, yoksulluğun yaşandığı ve erkek egemen kapitalist sistemin kendisini tüm çıplaklığıyla gösterdiği tüm eylemler biçimidir. Savaşların karar verenleri de çoğunlukla erkeklerdir. Yüzyıllar geçtikçe, sosyolojik yapı ve konjonktürel durum değiştikçe savaşların yürütülme biçimleri de değişmektedir. Şiddetin yapısal olarak farklı şekillerde kendisini göstermesi de savaş halidir. Uluslararası Barış Antlaşmaları Enstitüsü’nün kurucusu Prof. Dr. Johann Galtung’un şiddeti yapısal olarak kavramsallaştıran görüşleri şiddeti kavramsallaştırma tanımı ve görüşleri bu kısma biraz daha açıklık getirecektir. Galtung’a göre “yapısal şiddet” açlık, ıstırap, bakımsızlık, hastalık, çevrenin tahrip olması, yabancılaşma, dışlanma, özgürlüğünü yitirmek olarak kavramsallaştırılır. Dolayısıyla şiddet sadece fiziksel boyutlarda, ateşli silahlarla uygulanmamaktadır. Galtung, barış durumunu salt “savaş”ların olmaması olarak değil, “şiddetin” yokluğu olarak nitelemektedir. Biraz daha açarsak; savaşın ve şiddetin sadece cephede bir ordunun cephanelikle veya tankla yürüttüğü eylem olmadığını ve dünyada savaş pratiklerinin gündelik yaşamda çokça uygulandığını en açık haliyle gözlemlemekteyiz. Tarih boyunca, militarizme, şiddete, savaşa ve savaş politikalarının beslemiş olduğu eşitsizliğe en çok karşı duran ve savaşa karşı en çok barışı savunanlar kadınlar oldu.
Peki neden en çok kadınlar oldu?
Savaşlar cinsiyet eşitsizliği temelli olup temel amaç irade kırımıdır, kadınların ise en büyük mücadelelerinden biri cinsiyet eşitliğine dayalı bir yaşam inşa etmektir. Savaşlar eşitsizliği besler kadınlar ise, özgür ve eşit bir yaşam için mücadele eder. Militarizm şiddeti besler, şiddetin fiziksel boyutundan ziyade psikolojik, ekonomik, cinsel, sosyokültürel boyutuyla birlikte günlük yaşamda sıcak savaşların olup olmamasından bağımsız olarak militarizm ve şiddet birbirini besleyip farklı pratiklerle en çok kadınları etkilemektedir. Savaşlarda tacize, tecavüze uğrayanlar ve savaşların esir alınanları, köle pazarlarında satılanları ne yazıkki kadınlar olmuştur. Esir alınıp köle pazarlarında satılmak ile sıcak savaşın olmadığı gündelik yaşamda kadınların erkek şiddetine, tacize, tecavüze uğraması ve erkekler tarafından katledilmesi aynı zihniyet ürünü olan kapitalist sömürgeci erkek egemen zihniyetin pratikleridir. Anadilinde kamusal hizmet alamadığı için kendisini ifade edemeyen ve bunun sonucunda katledilen Fatma Altınmakas’ın.. Zorla yerinden edilip göçe zorlanan Rojavalı ve Ezidi kadınların üzerindeki psikolojik şiddet, baskı, ırkçılık ve dışlanma.. Yaşadığı şiddet karşısında ölmemek için öz savunmasını gerçekleştirmek zorunda kalan Serap Avcı’nın yaşadıkları.. İran’da ahlak polislerinin katlettiği Jina Amini’nin yaşamını yitirmesi.. Türlü yasa ve politikalarla kamusal alandan çekilip ev içerisine kapatılmaya çalışılan kadınlar.. Daha buna benzer nice örnek verilebilecekken tüm bu şiddet ve savaş politikalarına karşı Türkiye’de ve Dünya’da kadınların barışı ve eşitliği gür bir sesle savunması, dünden bugüne artan bir mücadele ve kazanımlarla oldu.
Barışın Öznesi Kadınlar
Barış: Savaşların ortaya çıkardığı yıkımlar, psikolojik savaşların süreğenliği ve bu savaşlar karşısında yıkımların sonrasında gelen yeniden yapılandırma ve bu savaşlara son verme dönemlerine geçişin de adı, yıkımın ve tahribatların onarılması aynı zamanda süreğen psikolojik savaşlara filli olarak son verip bu psikolojik savaş sonucu oluşan yaraların iyileştirilmeye çalışma dönemidir diyebiliriz. Nasıl ki, savaşlar sadece cephede sıcak çatışma içerisinde gerçekleşmiyorsa barış da sadece silahların susması demek değil; fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel, kültürel şiddet ve baskının yani genel anlamıyla tüm şiddet türlerinin ve sosyal adaletsizliklerin ortadan kaldırılmasıdır.
Savaşların barış süreçlerine ve bu süreçlerin inşasına dönüşme süreçleri elbette çok önemlidir. Savaş hukukunun barış hukukuna, psikolojik savaş politikalarının eşitlik ve özgürlük temelli insani politikalara dönüşme sürecinin önemli olduğu kadar bu süreçlerin kimler tarafından yönetildiği ve kimlerin arabuluculuk yaptığı, aynı zamanda kimlerin içerik hazırladığı da elbette çok önemlidir. Savaşa karşı barışı, savaş politikalarına karşı eşitlik ve özgürlüğü savunan kadınların, savaşın faillerinin ve yürütücülerinin erkek egemen sistem ve erkekler olmasına karşın yıllardan beri kadınların barış süreçlerinin öznesi olma çabası görülmektedir. Kadınların öznesi olduğu bir barış sürecinin toplumun barış ihtiyacına en iyi şekilde cevap verebilme süreci olacağını dünya deneyimlerinden de görmekteyiz. Barış süreçlerinden dışlanmaya karşı kadınların mücadelesi sonucu 2000 yılında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 1325 no’lu karar alındı. Bu karara göre, kadınlar barış görüşmeleri de dahil olmak üzere barışa yönelik tüm süreçlerde yer almalı denildi. Ayrıca tüm barış anlaşmaları kadınların ve kız çocuklarının güvenliğini sağlayacak maddeler barındırmalı diye belirtildi. Türkiye’de ve Dünya’da kadınlar bu kararı da göstererek çözüm ve barış süreçlerinde özne olmaları gerektiğini oldukça güçlü bir şekilde vurgulamışlardır. Barış süreçlerinde aktif rol alması gerektiğini belirten kadınların, barışın toplumsallaşması için de kilit rolde olduğunu yine deneyimlerden ve süreçlerden fark edebiliriz.
Anadilinde kamusal hizmet alamayan kadının yaşadığı şiddet, üniversiteye gittiğinde ırkçılığa maruz kalan genç bireyin yaşadığı şiddet ve psikolojik baskı, yakın zamanda İstanbul’un merkezi yerlerinden olan surlarda katledilen İlkay’ın yaşadığı şiddet ve buna benzer daha birçok örnek verilebilecek bu durumlar tüm topluma karşı yürütülen savaş psikolojisi, özel savaş ve eşitsizlik politikalarının sonucudur. Bu eşitsizlik politikaları herkesi eşit derecede etkilemese de tüm toplumun sorunudur. Dolayısıyla savaş politikaları yerine barışın demokratik eşitlik ve özgürlük zemininde toplumsallaşması elzemdir. Barışa ihtiyaç elzem ise toplumsallaşması da aynı önem ve gerekliliğe sahiptir.
Barışa neden ihtiyacın olduğunu konuşmak, aynı zamanda kadınların nasıl bir barış istediğinin de vurgusunu yapan kadın hareketinin çok yakın zamanda İstanbul’da yaptığı bir çalıştay sonucunda ilan etmiş olduğu “Barışa İhtiyacım Var Kadın inisiyatifini” yakından takip etmiş ve hazırlığında yer almış bir kadın olarak çalıştaya dair değerlendirme ve gözlemlerimi aktaracak olursam:
Kadınların barışın neden ihtiyaç olduğu ve ihtiyaç olan barışın toplumsallaşmasına vurgu yapmasının bu çalıştayın önemli çıktısı olduğunu söyleyebilirim.
İki gün süren çalıştayın ilk gününde kadınların üç atölye; kadın emeği ve yoksullaştırma politikaları, kadın mücadelesi ile barış mücadelesinin neden kesişimsel olduğu ve kadınlar nasıl bir barış istiyor kapsamında dağılım yapıp bu atölyelerde belirttiğim üç başlığı derinlemesine tartışması sonrasında oldukça verimli geçen bir forum ile çalıştayı ikinci gününde tamamlayarak, ortak zeminde eşitlik ve özgürlük temelinde barışa ihtiyacın olduğunun vurgulanması ve kadınların nasıl bir barış istediğinin duyurulması önemli sonuçlardan oldu.
Çalıştay’a gelen her kadının ortak düşüncesi, yukarıda da çokça belirtmiş olduğum gibi savaşların yalnızca cephelerde silahlarla gerçekleşmediği; eşitsizlik, yoksulluk, ırkçılık ve şiddetin süreğen bir psikolojik savaş olduğu ve buna karşı barışı her zaman savunmaları gerektiğiydi. Barışa her kesimin ihtiyacının olduğunun ve bu barışın kutuplaştırma politikaları ile engellenmemesi yani her kesimin barışa ihtiyacının olduğunun fark etmesi gerektiği çalıştayın diğer önemli çıktılarındandı. Kadınların, barış sürecinin öznesi olması gerektiği etrafında şekillenen çokça tartışma olurken bu öznelik durumunun barışın toplumsallaşması için önemli olduğu çokça ifade edildi.
Yıllardan beri sürdürülen eşitsizlik politikaları karşısında elde edilen kadın kazanımları olsa da barışın toplumsallaştırılmaması ve barışın yasal zeminlerde güvence altına alınmaması sonucunda bu kazanımların güvende olmadığının farkında olan kadın hareketinin bu konuda ön açıcı bir rol alması gerektiğine vurgu yapıldı. Demokrasi ve barışın eş anlamlı olmadığı, barışın demokrasi ve şiddetsiz bir temelde gerçekleşmesi için kadınların burada özne olup mücadele etmesi gerektiği de oldukça önemli bir sonuç olduğu kadar, “barış” derken öncelikle mevcut konjonktürde Kürt sorununun demokratik yollarla ve eşitlik temelinde çözümüne dayanan bir barışa ihtiyaç olduğu vurgulandı.
Barışa ihtiyacım var çünkü özgür ve eşit bir yaşam, barışçıl demokratik toplumla mümkündür
Barışa ihtiyacım var çünkü, savaş ekonomisi ve yoksullaştırma politikalarının son bulması demokratik barış ile mümkün.
Barışa ihtiyacım var çünkü, toplumsal cinsiyete dayalı tekçi politikların doğurduğu şiddetin son bulması barış ile ve bu barışın toplumsallaşması ile mümkün.
Çalıştayın sonucunda barışa olan ihtiyacın nedenlerinin çokça konuşulmasından sonra Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi’nin kurulması kararlaştırıldı.