Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

“Av Jiyan e, Av Aşîtî ye”: 2. Mezopotamya Su Forumu’nun Ortak Sesi!

Derya Akyol Derya Akyol
2 Kasım 2025
Ekoloji, Yazı
0
“Av Jiyan e, Av Aşîtî ye”: 2. Mezopotamya Su Forumu’nun Ortak Sesi!
0
SHARES
64
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Suyu özgürleştirmek, siyasi çıkarların nesnesi olmaktan kurtarmak suyu yeniden yaşamla buluşturmak demektir. Bu mücadele ile suyun yaşamsal bir hak olduğu gerçeğine dayanarak Mezopotamya’dan yükseltilen bu ses aynı zamanda karşı evrensel bir tavrında ifadesidir. Suyun sınır tanımayan doğası, onun üzerindeki her türlü denetim mekanizması ile tutsak edilir. Bu nedenle, suyun özgürlüğü için verilen mücadele, demokratik, ekolojik ve barışçıl bir yaşam mücadelesidir

“Su yaşamdır.” Aslında herkesin kolayca söyleyip açıklayabileceği bir idealin ötesinde, bu hakikat bilinciyle yola çıktık. Su, tüm canlılığın en temel varoluşudur. Bu yazıyı okuyanların çoğu, musluklarını açtığında akan suyla gündelik ve temel ihtiyaçlarını rahatça karşılayabiliyordur.  Oysa bu, herkes için geçerli bir ayrıcalık değil; suya hiç erişemeyen ya da bugün ulaşıp yarın ulaşamayacak milyonlarca insan var. İşte bu adaletsiz erişim sorunu, suyun salt fiziksel bir ‘nesne’ olmanın ötesinde taşıdığı derin varoluşsal anlamlarını gözler önüne seriyor.

İnsanlık tarihinin başladığı topraklar olan Mezopotamya havzasında doğan ve yaşayan Dicle ve Fırat sadece nehir değil, aynı zamanda tarih, kültür ve kolektif hafıza taşıyan kadim canlılıktırlar. Tam da bu sebeplerle su yalnızca bir ihtiyaç ya da ekolojik bir varlık olarak değil aynı zamanda kültürel, sosyolojik olarak ele alınmalı/alınmaktadır. Suyun kendisi ve aktığı her yer içerisinde anlam barındırır. Suyun bu çok katmanlı doğasını düşününce onu korumanın yalnızca çevresel bir mesele olmadığını daha iyi görürüz. Bu yüzden,önüne setler çekildiğinde, yatağı değiştirildiğinde veya akışı bozulduğunda, yalnızca bir nehri değil, o nehirle bütünleşmiş yaşamlar ve kültürler de kesintiye uğrar. Suyun özgür akışı, yalnızca ekolojik denge için değil, onunla bağ kuran toplulukların hafızası ve geleceği için de hayati önem taşır.

Bu bilinç ile 17-19 Ekim 2025 tarihleri arasında Amed’te düzenlenen 2. Mezopotamya Su Forumunda buluştuk. Dünyanın dört bir yanından katılan aktivist, akademisyen, yerel halklar, kadınlar ve gençler suyun yaşamsal önemine dair güçlü bir söz geliştirdi. Mezopotamya Su Forumunun ilki 2019 tarihinde Süleymaniye’de gerçekleşmişti. 6 yıl aradan sonra gerçekleşen bu buluşma yine aynı heyecanla ve emekle suya dair sözü olanları bir araya getirdi. O günden bugüne değişen ve değişmeyen birçok sorun da önümüzde duruyordu.

2. Mezopotamya Su Forumu aylarca süren fiziksel ve zihinsel bir emeğin sonucunda tamamlandı. Hala heyecanını yaşadığımız ve sözünü kurmaya devam ettiğimiz bu forumun çıktıları da gelecek açısından büyük önem taşıyor. Ancak forumun yalnızca bu üç gününde yarattığı sinerji, dayanışma ağı ve motivasyon, sürecin en anlamlı kazanımlarından biri olarak kayıtlara geçti. Bu kıymetli etkileşim, su mücadelesine dair umudumuzu ve kararlılığımızı bir kez daha pekiştirdi.

Forumun ilk gününde, Mezopotamya havzasının farklı bölgelerinden gelen katılımcılar, “sınırlar dışında ve içinde” suyun mevcut durumunu ve geldiği aşamayı ortaya koyan sunumlar gerçekleştirdi. Yapılan konuşmalarda, çoğumuzun yakından tanık olduğu bir gerçeğin altı bir kez daha çizildi: Suya erişimde yaşanan derin adaletsizlikler, aslında tüm canlılığın ortak varlığı olması gereken suyu, giderek bir ticari meta veya bir kontrol ve baskı silahına dönüştürülmesi.

Forumun ikinci gününde, “Su, Barış ve Özgürlük”, “Mezopotamya’da Su Varlıklarının Özgürleştirilmesi” ve “Halkların Su Diplomasisi” başlıkları altında düzenlenen atölye çalışmaları, temel olarak suyun metalaştırılmasına ve siyasi sınırlarla kısıtlanmasına yönelik ortak bir tepki üzerinden şekillendi. Yapılan tartışmalarda, suyun ekolojik bir varlık olduğu, dolayısıyla özgür akışının engellenmemesi ve ticari bir nesneye dönüştürülmemesi gerektiği konusunda ortak düşünce söz konusuydu.

Forumun üçüncü günü, tüm katılımcıların kolektif tartışma sürecini yansıtan atölye raporları paylaşılıp tartışıldı. Herkesin söz hakkına sahip olduğu bu diyalog ortamında, öneriler derinleştirildi ve yeni öneriler ile şekillendi. Bu işleyiş, foruma en anlamlı katkılardan birini sağladı: Forumun kendi formatı, aslında hep birlikte hayalini kurduğumuz yaşam pratiğinin canlı bir örneğiydi. Hiyerarşik karar alma mekanizmalarının aksine, burada yapılmak istenen; doğrudan katılım üzerine kuruluydu. Suyun, sınır tanımayan bir yaşam varlığı olduğu gerçeğinden hareketle, burada söz sahibi olanlar; Mezopotamya havzası ve su için mücadele edenlerden oluşuyordu.

Suyu özgürleştirmek, siyasi çıkarların nesnesi olmaktan kurtarmak suyu yeniden yaşamla buluşturmak demektir. Bu mücadele ile suyun yaşamsal bir hak olduğu gerçeğine dayanarak Mezopotamya’dan yükseltilen bu ses aynı zamanda karşı evrensel bir tavrında ifadesidir. Suyun sınır tanımayan doğası, onun üzerindeki her türlü denetim mekanizması ile tutsak edilir. Bu nedenle, suyun özgürlüğü için verilen mücadele, demokratik, ekolojik ve barışçıl bir yaşam mücadelesidir.

Hepimiz barajların yalnızca enerji veya sulama amacıyla inşa edilmediğini biliyoruz. Mezoptamya havzasında Türkiye’nin GAP kapsamında Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde (kimi “güvenlik barajı” olarak) inşa ettiği barajlar, su tahakkümünün fiziksel zeminini oluşturuyor. Bu sebeplerle Irak ve Suriye’ye ulaşan su kontrol altına alınırken bir stratejik üstünlük kuruluyor. Aşağı havza ülkelerin kaderini belirleyen bu barajlar zincirini bir baskı aracı haline getirerek bölgedeki su güvenliğini tehdit ediyor. Tarih boyunca egemenler arasındaki savaşların nedeni, savaş alanı ve hatta silahı olmuş olan suyun bu durumu daha dolaylı yöntemlerle bugün de sürdürülüyor.

Su üzerinde kurulan bu tahakküm yalnızca bir güç meselesi değil, aynı zamanda suyu metalaştıran kapitalist sistemin yarattığı bir krizdir. Suyun yaşamsal döngüsü, günümüzde onu her damlasından kâr elde etmek isteyen kapitalist bir üretim-tüketim sistemine dönüştürülmüş durumda. Bu sistem, tüm yaşamın ortak varlığı olan suyu önce gasp ediyor, tahakküm altına alıyor, sonra bir metaya dönüştürüyor, bu temel ihtiyacımızı bize parayla geri satıyor. Bugün aynı sistemin kurumları ve iktidarları, su varlıklarının azalmasını bireylerin gündelik tüketim alışkanlıklarına indirgeyen, suçluluk duygusu yaratan söylemlerini tüm organlarıyla yaygınlaştırmaya devam ediyor. “Musluklarınızı kapatın” derken, aynı anda maden ocakları durmaksızın çalışıyor, sanayi tesisleri suyu tüketerek ve kirleterek işliyor, endüstriyel tarım ve hayvancılık yeraltı sularını tüketiyor. Suyun kontrol altına alınması ve ticarileştirilmesi için, doğa talan ediliyor, canlıların yaşam alanları yok ediliyor.

Mezopotamya Su Forumu mevcut sorunları teşhis etmekle kalmadı, aynı zamanda bu krize karşı kolektif bir direniş ve mücadele etme iradesini ortaya koydu. Suyu bir meta veya silah olarak gören anlayışa karşı, suyu, yaşamın kendisi olarak gören Forum, ortaya çıkarılan kimi önerilerin kısa ve uzun vadede hayata geçirilmesi için ortaya konan niyet beyanı oldu. Köylerden kentlere uzanan su komünleri ve meclisleri aracılığıyla, demokratik, ekolojik ve antikapitalist bir yaşam inşa etmenin sözünü yinelemektir. Dicle ve Fırat’ı birleştirici bir yaşam hattına dönüştürmek; sınırları, barajları ve tahakkümü reddederek suyun özgür akışı ve toplumsal barışı birlikte savunmaktır.

Bu niyetin somut ifadesi olarak; kadınların bilgi ve deneyimlerini merkeze alan, yerel halkların geleneksel bilgisi ile beslenen ve doğayla uyumlu bir yaşamı hedefleyen pratikleri inşa etmektir. Suyun metalaştırılmasına karşı, onu bir “varlık” olarak tanıyan hukuki ve toplumsal dönüşümün mücadelesini örmektir.

Burada alınan kararları ve suyun özgürlüğü mücadelesini, tüm Mezopotamya’da yaygınlaştırmak ve örgütlülüğünü sağlamak bu forumun en önemli adımlarından biridir. “Av jiyan e, av aşîtî ye” sözünü, Dicle ve Fırat’ın özgürce aktığı günlere taşımak bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor. 2. Mezopotamya Su Forumu’nun yeniden yarattığı motivasyon ve inanç ile ekolojik adalet ve barış kalıcı olana kadar yürümeye devam edeceğiz.

Etiketler: 2. Mezopotamya Su ForumuAvbarajDicle Fıratekolojiekoloji hareketiEkolojik mücadeleGAPSayı 140SuSu Barış Özgürlük
Önceki İçerik

Sessiz Bir Çığlığın Haykırışı: Rojin Kabaiş

Sonraki İçerik

Meclisin Demokrasisi Demokratik Toplumu İnşa Etmeye Yeter mi?

Sonraki İçerik
Meclisin Demokrasisi Demokratik Toplumu İnşa Etmeye Yeter mi?

Meclisin Demokrasisi Demokratik Toplumu İnşa Etmeye Yeter mi?

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.