Bingöl’de 16 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz eden 8 uzman çavuşun ‘biz vatanımızı seven insanlarız’ diye savunma yaptıktan sonra serbest bırakılmasını sıradan bir hukuk garabeti olarak görebilir miyiz?
Özel savaş politikaları, sömürgeci devletlerin modern tarih boyunca süregelen önemli bir savaş stratejisi olmuştur; sömürgelerdeki direnişi kırmak ve kendilerine karşı direnenleri sindirmek vazgeçilmez hedeflerinin başında gelir. Çünkü, sömürgelerdeki varlıklarını biraz da bu politikalara borçludurlar şüphesiz. Bu politikalar genel itibariyle toplumun en savunmasız kesimlerini hedef alır, kadınlar, çocuklar ve gençler bu politikaların en görünür mağduru konumundadırlar. Kürt toplumunun direniş geleneğine yaslanan ve son yıllarda politik alanda önemli aktif roller üstlenen, sömürgeciye ve erkeğe itaat etmeye dayalı toplumsal kültürün dönüşmesine en çok öncülük eden kesimin başında kadınların gelmesi haliyle onları sömürgecilerin temel hedefi haline getirdi.
Üniformalıların taciz ve tecavüzleri bu bağlamda özel savaş politikalarının en acımasız ve utanç verici sonuçlarından biridir. Sömürgeci güçler, kadınların bedenlerini bir savaş alanı olarak görürler; bu bedenleri kontrol etmek, aşağılamak, “kirletmek” ve bir ulusun tüm fertlerini derin bir utancın ortağı haline getirmek için var gücüyle saldırırlar. Bu tecavüzler, sadece fiziksel acı ve kişisel travmalarla sınırlı olmayıp aynı zamanda toplumun onurunu ve direngen kimliğini de parçalamayı hedef almaktadır. Kadınlar, bu saldırılara maruz kaldıklarında hem fiziksel hem de psikolojik olarak yaralanırlar ve toplumları da derinden etkilenir. Buradan hareketle diyebiliriz ki; cinsiyetçi sömürgeci rejimin, kadınlara yönelik ilan edilmemiş amansız bir savaşı başlattığı günlerden geçiyoruz. Ataerkil sömürgeci iktidar erkanın ağzından adeta zehir akıyor ve bu politikaların yürütücüsü militarist ve sivil kadrolar da Kürt coğrafyasında her türlü vahşi uygulamayı hesap vermeyeceklerinden emin bir şekilde hayata geçiriyorlar. Bu ataerkil faşizm her gün başka şekil ve kimliklerde karşımıza çıkmakta, gayrimeşru iktidarını perçinlemek için kadın direncini kırmaya yönelik politikalar geliştirmektedir. Gülistan Doku, Amedli genç bir kadın. Yıllardır kayıp ve faili ‘duygusal yakınlık kurduğu’ bir ordu mensubu polisin oğlu. Ve ne tesadüftür ki kaybedildiği yer Dersim. Her köşesinin 24 saat izlendiği, “güvenlik” adı altında adeta asker ve polis yığınağı haline getirilen Dersim’de Gülistan’ın kaybedilmesini tekil veya tesadüfi bir olay olarak ele almamız mümkün mü?
Batman’da Uzman Çavuş Musa Orhan’ın 20 gün alıkoyup tecavüz ettiği İpek Er ölüme sürüklendi. Suç ve suçlu ispatlı olmasına rağmen serbest bırakıldı. Şimdi bunu sömürge hukukundan, tarihsel bağlamından koparıp münferit bir adli vaka olarak görebilir miyiz?
Şırnak’ta 10 yaşındaki çocuğu taciz ederken suçüstü yakalanan Uzman Çavuş Alparslan Akbudak’ın serbest bırakılmasını vaka-i adiyeden görebilir miyiz?
Bingöl’de 16 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz eden 8 uzman çavuşun “biz vatanımızı seven insanlarız” diye savunma yaptıktan sonra serbest bırakılmasını sıradan bir hukuk garabeti olarak görebilir miyiz?
Van’da, 01.10.2023’te, gündüz ortası, kadınları taciz eden 6 uzman çavuşa hiçbir cezai işlem yapılmazken, bunu demokratik yolla protesto eden kadınların tamamına soruşturma açmak hukuk ile açıklanabilir mi?
Bu kahredici listeyi daha da uzatabiliriz elbette. Uzun lafın kısası Türk sömürgeciliğinin Kürt kadınlarına yönelik taciz, tecavüz, istismar, öldürme, şiddet cürümlerinden oluşan ölümcül zincire her gün yeni bir halkanın eklendiğini duyuran haberler vaka-i adiyeden sayılır hale geldi maalesef.
Sonuç olarak; Kürdistan’da kadına yönelik klasik ve yeni sömürgecilik yöntemleri bir bütün halinde en ince biçimleriyle uygulamaya konuldu. Yüzyıllık militarist-sömürgeci politika daha da kapsamlı hale getirilerek, Kürt kadın bedeni bir işgal ve intikam alanı haline getirilmiş görünmektedir.
Kadın düşmanı politikalar, ırkçılık, sömürgecilik, cinsiyetçilik, dincilik gibi siyasi formlarla iç içe geçerek kapitalist modernite çatısı altında kadın cinsine karşı kurulmuş ittifaklarla varlığını sürdürmektedir. 21. yüzyılda soykırımlar toplu ya da tekil öldürme eylemleri şeklinde tezahür etmesinin yanı sıra başka ince yöntemleri de içermektedir elbette. Sömürgeciliğin kirli savaş oyunlarını daha yakından tanımak ve onların romantizm tuzağına düşmemek için, bilhassa Kürt kadınları tarafından bilinsin isteriz ki kadınlar, tarih boyunca sömürgecilerin hedefi olmuş, bedenleri savaş ganimeti olarak görülmüş ve direnişleri bastırılmaya çalışılmıştır. Ancak, bugün daha da önemlisi, sömürgecilerin kadın bedenini bir araç olarak kullanma stratejilerini bertaraf etmek için daha keskin bir farkındalığı ve örgütlenmeyi yaratmak zorundayız. Özel savaş politikalarının acımasız şiddetine maruz kalan Kürt kadınları, özellikle de üniformalıların taciz ve tecavüzlerine karşı daha dikkatli olmalıdırlar. Çünkü bu tuzaklar, sömürgecilerin kadınları sindirme ve toplumu kontrol altında tutma çabalarının önemli bir parçasıdır. Unutmayalım ki, üniformalılar tarafından sunulan romantizm masalları, gerçek özü itibariyle Kürt kadınlarının istismar edilmesi, bedenlerinin bir sömürgeci fantezi veya intikam nesnesi olarak görülmesi ve Kürdün en direngen, en güçlü damarının kesilmeye çalışılmasından ibarettir.
Dersim'den Kayseri'ye, Şırnak'tan Bingöl'e kadar her yerde, Kürt kadınları bu romantik tuzaklara, evlilik vaatlerine karşı teyakkuz halinde olmalı ve direniş geleneğini sürdürmelidirler. Sömürgecilerin romantizm tuzağına düşmeden, kadınlar kendi haklarını korumalı, eşitlik ve özgürlük mücadelesinde daha kararlı bir şekilde ilerlemelidirler.
Dolayısıyla, Kürt kadınlarına çağrımız, sömürgeciliğin karanlık oyunlarını görmek, teşhir etmek ve ona karşı dikkatli olmak çağrısıdır. Romantizm tuzağına düşmeden, kadınlar kendi güçlerini ve direniş geleneğini korumalıdır. Unutmayalım ki, sömürgecinin temel amacı, bizleri kendi amaçları için kullanmaktan başka bir şey değildir. Unutmayalım ki sömürgecinin sömürge ile kuracağı duygusal ve eşit bir insani ilişkilenme formu yoktur, olmamıştır. İşgal edilmiş topraklarda sömürgecinin sömürmek, varlığına yabancılaştırmak ve yerli kültürü ve dengeleri dejenere etmekten öte bir hedefi ve yöntemi yoktur, bu siyasal koşullar altında olması da pek mümkün değildir. Bu gerçekliği göz önünde bulundurarak bu sömürgeci romantizme kapılmamak, üniformalı her özneye karşı gerekli sosyal ve siyasal mesafeyi korumak, dost-düşman diyalektiğinde ısrar etmek varlığımıza sahip çıkmanın olmazsa olmaz bir gereğidir. Eşit koşullar ve imkanlar barındırmayan egemenle ezilen arasındaki münasebetten özgür bir aşkın çıkması mümkün değildir, bu tür ilişkiler köle-efendi eşitsizliğinden öteye geçemez. Toplumsal genetiğin getirdiği eşitsizlik ilişkisini, faşizme yönelen tarafımızla eşitleyemeyeceğimizin farkına varmamız gerekiyor.
Kürdistan’da, tüm kadınlara çağrımız budur.