“Kadın-erkek birlikteliği için en ideal yaklaşım, ahlaki ve politik topluma bağlı özgürlük felsefesini esas almalıdır. Bu çerçevede dönüşüm yaşanacak aile, demokratik toplumun en sağlam güvencesi ve demokratik uygarlığın temel ilişkilerinden biri olacaktır”
Aile, erkek egemenliğinde hiyerarşik olarak sürdürülen toplumsal cinsiyetçi rollerin derinleştirildiği bir yapı olarak ifade edebiliriz. Tarihsel olarak geriye gidip aileyi ifade etmeye çalıştığımızda, tanımı her dönem farklılaştığını görüyoruz. Ama en geniş tanım olarak aileyi, insanların bir arada yaşamayı sürdürmeye dair bir deneyim olarak belirtebiliriz, Tarihsel süreç içerisinde en fazla değişime uğrayan “aile” bugün hali kendini sürdürüyor olması ne kadar köklü olduğunun da göstergesidir.
Baktığımızda aile, birlikte yaşamının maddi ve manevi ihtiyaçları temelinde açığa çıktığını söyleyebilir. Beslenmek, barınmak, korunmak gibi bizleri yan yana getiren ve tutan maddi ihtiyaçların yanında sevgi, güven, dayanışma, mücadele, eşitlik, özgürlük beklentilerinin de olduğu ihtiyaçlar olduğunu biliyoruz. Aileyi, ulus devletlerin oluşmaya başladığı süreçlerde kapitalizmin kendini hissettirmeye başladığından itibaren, hiyerarşik ilişkilerin kurulduğu ve bu ilişkilerin erkek egemen zihniyetle korunduğunu yapılara dönüştüğünü görüyoruz.
Ve bunun bir sonucu olarak her gün en az bir kadın katlediliyor, sistematik şiddete maruz kalıyor. Kadınlar en çokta aile içinde, en yakınları olan erkekler tarafından maruz bırakılıyorlar. AKP iktidarının ‘Aile Yılı’ ilan ettiği bugünlerde, kadın katliamlarının yüzde 70’inin ev içinde gerçekleştiğini görüyoruz. Kadına yönelik şiddetin ve toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılığın yoğun olduğu bir ülkede, bu kararın siyasi iktidarın ‘makul aile’ yaratma hedefinden kaynaklandığı biliyoruz. Kadın katliamlarına yönelik herhangi bir adım atmayan iktidar, aksine kadınları şiddetin ve istismarın olduğu aile ortamlarında zorla tutmaya yönelik politikalar geliştirmektedir. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmekle kalmayan iktidar, failleri koruyan söylemler ve yasaları uygulamada gösterdiği eksikliklerle bu şiddet ortamının devam etmesine sebep olmaktadır. Kadın katliamları, toplumsal ve sistemsel bir sorundur. Uygulanmayan yasalar, faillere verilen hafif cezalar ve “haksız tahrik indirimi” gibi uygulamalar, kadın katliamlarını adeta teşvik eder niteliktedir. Öte yandan, iktidarın kadınların güçlenmesini ve özgürleşmesini engellemeye yönelik politikaları da bu şiddet sarmalını beslemektedir. Tam da bu noktada, kadınların özgürlüğü, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından “Aile Yılı”nın ne anlama geldiğini iyi çözümlemek gerekmektedir.
Bu ülkede her gün en az bir kadın, erkek egemen sistemin yarattığı toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılık nedeniyle katledilirken; daha çok çalıştırılacak işçi, savaştırılacak asker ve ucuz emek gücü üretmek için hükümetler tarafından ailelerin, aile içinde de kadınların kuluçka makinesine dönüştürüldüğü ve buna dair politikalar geliştirilmesi, iktidarın “makul aile” yaratma çabasının bir parçasıdır. AKP iktidarının öncelikli konusu doğum oranları ve ailenin korunması değil, her gün yaşam mücadelesi veren kadınlar ve çocuklar olmalıydı. Ekonomik krizin derinleştiği, sosyal ve siyasi sorunların yoğunlaştığı bir süreçte, çocukların hangi koşullarda ve nasıl büyütüleceğini düşünmeden kadınlara ‘hadi doğurun’ demek, toplumsal gerçeklikten kopuk bir yaklaşımdır. Temel gıda, barınma ve sağlık gibi yaşamsal ihtiyaçlara erişimi zorlaştığı bu dönemde, kadınların kaç çocuk doğuracağına kadar karışmak hem büyük bir beden politikası hem de diğer sorunlarla birlikte katmerleşen bir “dertler yumağından” başka bir şey değildir. Ve bu kadar toplumsal sorun, kadın cinayeti yaşanırken ilan edilen ‘Aile Yılı’nın amacının azalan genç nüfus olmadığını biliyoruz. Amaç, tarihsel olarak inşa edilen erkek egemen sistemi güçlendirmek ve kadının iradesini, varlığını yok saymaktır.
Mevcut aile yapısı içinde kadınlardan itaatkâr, fedakâr ve sessiz olmaları, yani özne olmamaları beklenmektedir. Kadın ve çocuk odaklı politikalar yerine aile odaklı politikalar geliştirmeyi hedefleyen iktidar, bir yandan da kadın özgürlük mücadelesine karşı bir hamle yürütmektedir.
Kadının Yok Sayıldığı “Güçlü Aile”
Türkiye’de modernleşme sürecinden başlayarak günümüze kadar her dönemde kadın, anne olarak tanımlanmış ve aile içinde konumlandırılmıştır. Beş yıl önce yürütülen bir araştırma kapsamında ziyaret ettiğim İslami temelli kadın sivil toplum örgütlerinde, “güçlü ailenin” kadın aracılığıyla yaratılmaya çalışıldığına tanık oldum. Bu anlayışa göre güçlü bir aile için kadın itaatkâr ve fedakâr olmalıdır. Kadın hangi çalışmayı yürütürse yürütsün, önceliği aile içindeki rollerini ihmal etmemek olarak görülmektedir. Bu kadının en büyük başarısı olarak takdim ediliyordu. Toplumsal cinsiyet rollerinin, kadın-erkek eşitsizliğinin pekiştirildiği buradaki faaliyetlerde kadın, öncelikle annelik ve eşlik rolleri üzerinden tanımlanıyordu. Erkeğin doğası gereği ‘sinirli’ olduğu ve bu nedenle kadının ev içinde ‘sessiz kalması, alttan alması’ gerektiği, verilen eğitimlerde en çok vurgulanan örneklerden biriydi. Aynı zamanda kadına ve çocuğa karşı şiddetin, ayrımcılığın ve eşitsizliğin nedenleri, “zayıf aile” kavramına bağlanmaktadır. “Sağlıklı aile” için kadının bilinçlenmesi gerektiği öne sürülerek, toplumun da ancak bu şekilde düzeleceği savunulmaktadır. Buralarda çalışma yürüten kadınlar, aileyi kadınla özdeşleşmiş ve aileyi ideolojik bir meşrulaştırma aracı olarak görmektedir.
Devletin taleplerine göre şekillendirilen aile, iktidarın kendini yeniden ürettiği bir merkez hâline gelmektedir. İnşa edilmeye çalışılan, kadının yok sayıldığı, iradesinin gasp edildiği bir aile modelini yaratmaktır. AKP, kadın mücadelesinin ve direnişin yükseldiği bu yüzyılda “aile yılı” ilan ederek bu mücadeleye ideolojik olarak saldırmaktadır. İktidarın bu yaklaşımına karşı kadınlar, yıllardır mücadele etmektedir ve tüm baskılara karşı her zaman bir mücadele yöntemi geliştirmektedirler.
“Aile yılı”nın ilan edilmesini karşı kadınların yükselttiği sesin aileye karşıtlık meselesi olmadığını vurgulamak gerekiyor. Esasta karşı durduğumuz ve mücadele yürüttüğümüz “ailecilik” anlayışıdır. Aileciliğin, erkek egemen zihniyetine dayandığını; çok çocuklu olmak, erkek çocuk doğurmak, soyun sürdürülmesi ve kana bağlı ilişkilerin güçlendirilmesi gibi durumların öne çıkıyor. Bakım yükümlüğü, sorumluluğu yüklenen kadının, eşit şartlarda yaşamadığı, hayatının öznesi olmadığı ailecilik anlayışına karşı sesini yükseltmektedir. Mevcut ailede kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, katliam, köleleştirme ve nesneleştirilme kültürü hakimdir. Tam da bunlara karşı ailenin değiştirilip, dönüştürülmesi mücadelesinin önemli olduğunu vurgulamak gerekir. Simone de Beauvoir’nin de dediği gibi “Kadın, aile içinde ezilmeye devam ettiği sürece, özgürleşmesi mümkün olmayacaktır.” Mülkiyetin, hiyerarşinin, iktidarın olduğu yerde kadının özgürlüğünden bahsetmek mümkün değildir. Bunun için ilk olarak kadını özgürleşmesini merkezine alan bir paradigmadan başlamak gerekir.
Ailenin Demokratikleşmesi
Peki, mevcut aile ile demokratik ve kadın özgürlükçü bir yaşam inşa edilebilir mi? Kadının özgür olmadığı bir toplum, özgürlükten bahsedebilir mi?
Bizler biliyoruz ki; kadın etrafında oluşan ve toplumun en eski kurumu olan aile, kadın etrafında bir çözülme yaşamaktadır. Aile olgusu, toplumsal olarak inşa edilen bir gerçeklik olduğunun bilinciyle toplumsal özgürleşme ancak ailenin değiştirilip, dönüştürülmesiyle mümkün olacaktır. Çünkü aile, aşılması gereken bir toplumsal kurum değildir. Kadın ve erkeğin tüm enerjisini tüketen, iktidarın her gün yeniden üretildiği, kadın kırımı merkezde olan bir aile, değişip dönüşmeden, demokratikleştirilmeden kabul edilecek bir alan değildir.
Tam da burada alternatif bir yaşamın özgür eş yaşam kuramı üzerinden kuruyoruz. Aile içinde de kadın ve erkeğin eşit şekilde karar verdiği, eşit şekilde düşündüğü bir modeli savunurken; eş tanımını da bir kopyadan değil, bir ortaklık olarak belirtiyoruz. Mevcut aileleri demokratik ailelere dönüştürmek, özgür eş yaşam kapsamında yaklaşmayı gerektiriyor. İlişkilerin ahlaki ve politik ilkelerle kurulması gerektiğini sunuyor özgür eş yaşam. Ahlaki politik toplumun özü; eşitlik, özgürlük ve demokrasi temellidir. Özgür eş yaşam, kadın ve erkeğin klasik geleneksel çizgilerden koparak iradesini özgürlük çizgisine taşıyabilmesidir. Kadın nesne konumundan çıkarılıp, özne olmalıdır. Yani xwebûn olmaktır.
Bu çerçeveden bakarsak, ailenin dönüşümü, kadın ve erkeğin hiyerarşik ilişkilerden arındığı, kadın ve çocuğun özne olduğu, mülkiyet iddialarının terk edildiği demokratik bir yapıyla mümkündür. Eşit ilişkilerin geliştiği, kadınların özgür iradesiyle içinde yer aldığı aile, iktidarın kıskacından kurtulabilir. Demokratik ailede, kadın erkeğin tamamlayıcısı değildir. Kadın, demokratik ailede öznedir. Çünkü mevcut ailede erkek, kadını kendine yedeklerken her ikisi de çocuğu kendilerinin devamı olarak görür ve iktidar çocukla devam etmektedir. Erkeğin küçük devleti denilen ve iktidarı besleyen mesele buradan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle demokratik ailede, her ferdin özne olduğu, kendini gerçekleştirme, yaratma ve var etme koşulunun oluşturulması gerekmektedir.
“Kadın-erkek birlikteliği için en ideal yaklaşım, ahlaki ve politik topluma bağlı özgürlük felsefesini esas almalıdır. Bu çerçevede dönüşüm yaşanacak aile, demokratik toplumun en sağlam güvencesi ve demokratik uygarlığın temel ilişkilerinden biri olacaktır”. Toplumsal dönüşümün bir parçası da olan demokratik aile, demokratik ulusun inşasında da önemli bir rol oynamaktadır. Bireylerin aile üzerinden denetlendiği günümüzde, özgürleşme ancak aile yapısının dönüşmesiyle mümkün olacaktır.
Özcesi, dünyayı değiştirme niyetiyle yola çıkan kadınların mücadelesi ve direnişi iktidarları ürküttü ve daha fazla saldırıya geçmelerine neden oldu. Bu mücadeleye karşı, erkek egemen sistem, 21. yüzyılda kendini yeniden revize etmeye çalışmaktadır. Direngen ve mücadeleci dünya kadınları, cinsiyetlerinden kaynaklı ezildiklerinin, yok sayıldıklarının ve katledildiklerinin farkındadırlar. Ve kadınlar buna karşı mücadele hatları geliştirmektedirler. 21. Yüzyıl’ın kadın yüzyılı olacağı bu dönemde, iktidarın kadın düşmanı politikaları ve saldırılarının artacağını da görebiliyoruz. Türkiye’de bu kadar toplumsal kriz ve kadın-çocuk katliamı varken “Aile Yılı” ilan edilmesinin asıl sebebi de budur. Kadınlar tüm bunlara karşı mücadeleden vazgeçmeyecek ve geri adım atmayacaktır.
KAYNAKÇA
Jineoloji Dergisi, Aile Tartışmaları Sayısı
Zozan Sima, Jineoloji Ders Notları, Diyarbakır Jingeh Yayınları, 2024.