Bilmiyorum en acısı parçalanmış evladının cenazesini teşhis etmek mi; hayat arkadaşının gözlerinin önünde linç edilerek katledilmesi mi? Çocuğunun parçalanmış mezar taşı ile karşılaşmak mı, yoksa on yıllarca arayıp da bulamamak mı?
Bilmiyorum en acısı bir morgda parçalanmış evladının cenazesini teşhis etmek mi; yoksa bir ömrü paylaştığın hayat arkadaşının gözlerinin önünde linç edilerek katledilmesini izlemek zorunda olmak mı? Bir kutuya konulmuş evladının kemiklerini bir kaldırım altından çıkarıldıktan sonra teslim almak mı, bir cuma günü mezarına gittiğinde çocuğunun parçalanmış mezar taşı ile karşılaşmak mı, yoksa on yıllarca arayıp da bulamamak mı?
Tüm bunlar bizlerden çok uzak yaşanmışlıklar değil, kapı komşumuz, birlikte çalıştığımız, aynı havayı soluduğumuz, kahve içip sohbet ettiğimiz, her gün temas ettiğimiz yakınımızdaki insanların yaşadıkları ve yaşamaya devam ettikleri…
Yer: Urfa'nın Suruç ilçesinin hastanesi.
Tarih: 14 Haziran 2018.
"Beş çocuğumu da öldürmek istediler, ikisi tesadüfen kurtuldu, Fadıl tutuklu. Gözlerimin önünde öldürülen eşimin ve iki oğlumun katillerinin bulunmasını istiyorum. Üç kişiyi öldürmüşler, onlardan sadece bir kişi tutuklu. Ailem mahvoldu, torunlarım babasız kaldı. Katiller ise her gün Suruç'ta gözlerimizin önünde geziyor. Nerede bu adalet?" diyor Emine Şenyaşar, beton altına gömülen adaleti bulup çıkaracağını da ekliyor…
Kimi zaman göz yaşları yaşadığı acıların izini taşıyan yüzünden sel olup akıyor, kimi zaman "Katil Celo'dur, katilleri milletvekili yapıyorlar" diyerek Şenyaşarlar katliamının arkasındaki gerçek güce, onları koruyan, kollayanlara işaret ediyor.
Aslında Adil, Celal ve Hacı Esvet Şenyaşar'ın kim tarafından ve nasıl öldürüldüğünü herkes biliyor. Valisinden polisine, milletvekilinden hastane personeline, o gün Suruç çarşısında bulanan herkes Adil ve Celal Şenyaşar'ın yaralı olarak Suruç hastanesine götürüldüklerini, burada Yıldız ailesinin fertleri tarafından acil serviste kurşunlanarak ve darp edilerek öldürüldüklerini biliyor. Olayı duyduktan sonra hastaneye eşi ile birlikte gelen baba Hacı Esvet Şenyaşar ise eşinin gözleri önünde Yıldız ailesine mensup kişilerce oksijen tüpü, serum şişeleri ve demir çubuklarla darp edilerek, boğazı kesilerek öldürüldüğünü de o gün o hastane de olan herkes biliyor. Gerçeklerin açığa çıkmaması için hastane kayıtları, olay günü ifadesi alınan tanıkların anlatımları "gizlilik kararı" adı altında adaletten gizleniyor, adalet terazisinin ters tarttığı Türkiye'de katiller ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor, mağdur hakkında ise 150 yıl hapis cezası isteniyor. Tamamen siyasetin denetimine giren yargı ve hukuk sistemi katillerin, tecavüzcülerin, pedofillerin, iktidarın çetelerinin lehine işliyor.
Suruç'ta bundan 2 yıl 9 ay önce AKP Milletvekili İbrahim Halil Yıldız'ın yakınları tarafında bir baba iki oğlu ile birlikte vahşice katledildi. Kendi dükkanlarında AKP'li Yıldız'ın yakınları ve korumalarının saldırısına uğrayan ve üç ferdini yitiren Şenyaşar ailesi, açılan davada ise mağdur değil fail olarak yargılanıyor. Fadıl Şenyaşar için 150 yıl hapis cezası isteniyor. Üç kişiyi öldüren AKP'li vekil İbrahim Halil Yıldız'ın yakınları içindense sadece Enver Yıldız, 12 yıl hapis istemiyle ve "ağır tahrik altında adam öldürmek" suçundan yargılanıyor. Katillerin aklanması için Suruç çarşısında yaşananlar ve hastanedeki katliam iki ayrı dosya şeklinde ele alındı ve Şenyaşarların öldürüldüğü hastanede yaşananlar hakkında "gizlilik kararı" bulunuyor. Katliam üzerinden neredeyse 3 yıl geçmiş olmasına rağmen, herhangi bir iddianame hazırlanmadı.
Emine Şenyaşar ile oğlu Ferit Şenyaşar'ın, Urfa Adliyesi önünde başlattığı "Adalet" nöbeti 24 gündür sürüyor.
Kamera kayıtlarında Şenyaşar kardeşlere yönelik silah kullandığı tespit edilen İbrahim Yıldız kayıplara karışırken, yaşananların sorumlusu olarak işaret edilen İbrahim Halil Yıldız ise AKP'nin son kongresinde yeniden MKYK üyeliğine seçildi.
"Katiller her gün elini kolunu sallayarak kapımın önünden geçiyor" diyen Emine Şenyaşar, bu adaletsizliğe karşı neredeyse bir aydır Urfa adliyesi önünde oturma eylemi gerçekleştiriyor. Her gün "bu adaleti neredeyse bulacağım, yerin dibindeyse çıkaracağım" diyerek kendilerine yaşatılan adaletsizliği haykırıyor.
Evet, bu adalet nerede? Kimliğimizi, dilimizi, varlığımızı inkar edenler bize gerçek adaleti sağlayabilir mi?
Ya da adalet nedir? Neden adaletten bahsediyoruz? Ya da adalet var mıdır, eğer varsa nasıl bir adalet? Egemenlerin mi ezilenlerin adaleti mi? Herkesin diline doladığı adaleti değerlendirirken bu adaletin dayandığı zihniyeti doğru tahlil etmek ve anlamak önemli oluyor. Tahakkümcü ve iktidarcı zihniyetin hakim olduğu yerde adaletten bahsetmeyi bırakalım bir kenara düşünülemez bile. Oysa bugün devlet veya egemen sistem de bir adalet anlayışından bahsetmektedir. Ama nasıl bir adalet? Bir toplumun iradesini tanımıyor, kültürünü tanımıyor, hiçe sayıyor, böylesi bir sistem bize nasıl adaleti sağlayabilir…
Bugün var olan hukuk, kanun ve yasalar devlet ideolojisine hizmet edecek şekilde oluşturulmuştur, hedef iradesiz, maneviyatın zayıf ve maddiyatın ön planda olduğu köle bir toplum yaratmaktır. Toplumda yaşanan tüm adaletsizliklerin temel kaynaklarından biri de budur. Gerçek adalet ile buluşmak için her şeyden önce bize dayatılan bu kölelikten kurtulmalıyız. Bu kölelikten kurtulduğumuz taktirde ahlaki ve politik ilkelerin esas alındığı bir toplumda ancak adalet hakikat ile buluşabilir. Gerçek adalet ancak örgütlü, kendi sorunlarını kendisi çözen, kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılayan, irade sahibi, eşitlikçi, özgür bir topluma dayalı bir sistemde sağlanabilir.
Toplumda yaşanan tüm adaletsizliklerin temelindeki milliyetçi, erkek egemenlikçi, militarist, dinci ve bilimci bu sistemin yarattığı büyük adaletsizliği görmeden, ona karşı mücadele etmeden gerçek bir adaleti sağlamak mümkün değildir…