Modern kapitalist düzene ait bir form olarak şekillenen çekirdek aile, sisteme aynı nitelikleri ile hizmet eder. Çokça anlatıldığı gibi gelişmişliğin ve toplumsal ilerlemenin doğal bir oluşumu olarak değil aslında hukuksal yaptırımlar yoluyla zorla topluma kabul ettirilmiş bir yapıdır
Ülkenin dört bir yanında kadınların tüm coşkusuyla alanlara, meydanlara aktığı bir 8 Mart’ı daha geride bıraktık. Aralıksız süren eşitlik ve özgürlük mücadelesinin taçlandığı bir gün olan 8 Mart; erkek egemen düzene, egemen erkekliğe karşı rengârenk binlerce kadının bir araya geldiği, birbirinden güç ve moral aldığı bir büyük buluşma. Bu 8 Mart’ta kadınlar bir kez daha attıkları sloganlar, yazdıkları dövizler ve yaptığı konuşmalarda hem erkek egemen şiddete, sömürüye, ayrımcılığa karşı öfkesini ve itirazını dile getirdi hem de mücadelesini yürüttüğü eşit ve özgür yaşamı tarif etti tüm çeşitliliği ile.
Bu 8 Mart yerel, bölgesel ve küresel ölçekte büyük dönüşümlerin yaşandığı tarihsel bir kavşakta gerçekleşti. 27 Şubat günü Sayın Öcalan tarafından yapılan “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısıyla kadınların yıllardır mücadelesini yürüttüğü barışa dair umutların arttığı bir tarihsel kavşak. Sayın Öcalan’ın kadınlara gönderdiği 8 Mart mesajında da ifade ettiği gibi “savaş ve çatışma kültürü en başta kadına yöneliktir. Bu kültürü bir nebze de olsa geriletmek mücadelenin dinamosudur.” Militarizmin egemen erkekliği yeniden ürettiği, eril şiddeti körüklediği ve erkek egemen düzeni güçlendirdiği bilinciyle kadınlar yıllardır barış mücadelesinin en önünde yer aldılar. Bu 8 Mart’ta barışın inşasında da en önde olacaklarını haykırdılar alanlardan. Yine mesajda ifade edildiği üzere kadın sorunu çok daha derin ve tarihsel bir sorun ve barış kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin önünü açacak bir dinamo olma olasılığı yaratıyor.
Tüm dünyada artan sağ popülizm ve milliyetçilik kadınların yaşamını ve özgürlük mücadelesini tehdit ederken Türkiye’de de iktidarın kadınları hedef alan politikaları artarak devam ediyor. Bu politikalara karşı “Aile Yılı Değil Mücadele Yılı” diyerek cevap veren kadınların kararlılığı 8 Mart’a damgasını vururken önümüzdeki dönem mücadelenin seyrine de işaret ediyor.
İktidarın 2011 yılında Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığının adını Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirmesiyle birlikte kadınlar için öngördüğü politikaların da seyri büyük oranda belli olmuş oldu. Ardından gelen yıllarda İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilme kararı, 6284 sayılı yasanın fiilen işlevsiz hale getirilmesi, boşanmanın zorlaştırılması ve nafaka hakkının gaspı girişimleri gibi üst üste gelen saldırılar kadınları aileye kapatarak varlığını bütünüyle görünmez kılma girişimleriydi. Nihayetinde 13 ocak tarihinde cumhurbaşkanı tarafından 2025 yılının “Aile Yılı” olarak ilan edilmesi kadınlar açısından beklenmedik bir durum değildi.
Aile yılına dair iktidar tarafından yapılan açıklamalara bakıldığında, 12. Kalkınma planı ve 2024 yılı mayıs ayında açıklanan Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve eylem planı referans belgeleri olarak sunuluyor. Bu belgelerde özetle; küresel ölçekte yaşanan değişimlerin aile ve evlilik kurumunu tehdit eder duruma geldiği, gelişen teknolojilerin iletişimi azaltarak kadim aile değerlerini hedef aldığı, ailenin zayıflamasının milli kültürün aktarımını zayıflatacağı, sağlıklı nesillerin yetişmesi, dinamik nüfus yapısının ve kalkınmanın istikrarlı sürmesi için ailenin güçlendirilmesi gerektiği ifade ediliyor. Güçlü bir milletin güçlü aileden oluşacağına vurgu yapılıyor.
Yine demografik yapıdaki değişimlerin işgücü piyasaları, sosyal güvenlik sistemi, kamu maliyesi, kamu hizmetleri, sosyal politikalar, sosyal hizmetler ve bunların finansmanı üzerinde oluşturduğu yüke dikkat çekiliyor.
Kadınlar cephesinden bakıldığında iktidara “Aile Yılı Değil Mücadele Yılı” diyerek yükselen itirazın sebebi, yukarda kısaca özetlediğim bu ifadelerin kadınların yaşam gerçekliğinde neye denk geldiğinin çok iyi biliniyor olması.
Her birimize verili düzen içinde ilkokul kitaplarından başlayarak ailenin toplumun çelik çekirdeği olduğu öğretilir. Zannımca bir çelik çekirdek olduğu doğrudur ancak toplumun değil erkek egemen sistemin çelik çekirdeği. Kadınla erkek arasındaki toplumsal ilişkinin hiyerarşi ve tahakküm kuracak biçimde kadın aleyhine bozulduğu, ilk sınıflaşmanın cinsiyet temelinde açığa çıktığı andan bu yana tüm sınıflı toplumlarda aile, bu ilişkiyi yeniden üretip güçlendiren, farklı sınıfsal bölünmelere meşruiyet sağlayan bir işlev gördü. Halen devam eden bu işlevi açısından ele alındığında toplumsallığı değil tersine toplumsal sorunları üreten hatta sorunların kök hücresi konumundaki bir kurumsallaşma olarak nitelendirmek daha yerinde olur. Her sınıflı düzende farklı formlarda karşımıza çıksa da değişmeyen özü erkeğin aile içindeki iktidarı ve kadın ve çocukların bu eril iktidara itaati üzerine kurulu olmasıdır. Bu hiyerarşik yapısıyla aile, kadının toplumsal rolünü alabildiğine sınırlandırır.
Modern kapitalist düzene ait bir form olarak şekillenen çekirdek aile, sisteme aynı nitelikleri ile hizmet eder. Çokça anlatıldığı gibi gelişmişliğin ve toplumsal ilerlemenin doğal bir oluşumu olarak değil aslında hukuksal yaptırımlar yoluyla zorla topluma kabul ettirilmiş bir yapıdır. Önceleri feodal aristokrasiye ardından yükselen burjuvaziye özgü bir yapı olarak görülen aile, modern sınıflı toplumda iktidar ve sermaye tekellerinin ihtiyaçları doğrultusunda yoksullar ve “ayaktakımı” için de bir zorunluluk haline getirilir. Kadınların “ev kadınlaştırılması” süreci uzun bir tarihselliğin ürünü olmakla beraber, kadının kamusal alandan dışlanarak özel alana hapsedilmesi, buna paralel cinsiyete dayalı iş bölümünün derinleşmesi, kadınlığın itaatkâr bir eş ve fedakâr anne rolünden ibaret tanımlanmasıyla iyice pekişir. Bu yapısıyla modern aile ataerkil kapitalizm ve modern ulus devlet açısından oldukça işlevsel bir kurum niteliği taşır.
Modern aile, mevcut düzen açısından kadınlık ve erkekliğe dair tanımlamaların yeniden üretilmesi, verili cinsiyet kalıplarının sonraki kuşaklara aktarılması, toplumun denetim altında tutulması yoluyla sistemin sürekliliğini sağlar. İşçiler ve askerler olarak sisteme hizmet edecek çocukların doğurulması ve bu çocukların bakımı asıl olarak kadının sorumluluğunda görülür ve burada harcanan emek bütünüyle değersizleştirilir. Kadının görünmeyen emeği aynı zamanda sermaye tekellerinin maliyetlerini düşürmesi açısından da oldukça işlevseldir. Aile bunun yanında bir tüketim birimi olarak da pazarın hizmetine koşulur. Dolayısıyla mevcut düzeni sırtında taşıyan bu aile kurumunu iktidar düzeninin altından çekip alırsanız tüm düzen çöker.
Tam da bu sebeple kuruluşundan bu yana çok yönlü ideolojik aygıtlar ve aynı zamanda şiddet, ailenin ayakta kalması için her zaman eşzamanlı kullanılmış temel araçlardır. Kendi elinde bulundurduğu şiddet tekelinden pay verdiği erkek eliyle ya da bizzat oluşturduğu kurumlar aracılığıyla itaat etmeyene şiddet uygulama bu düzenin temel karakteridir. Bugün kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin kadınlar için en korunaklı alan diye tarif edilen evlerde ve en yakınlarındaki/aileden erkekler tarafından uygulanması kesinlikle tesadüf olmadığı gibi münferit de değildir.
Kuşkusuz modern ailenin niteliklerine ve kadının bu sistem içinde hapsedilmek istendiği cendereye dair sayfalar dolusu değerlendirme ve tespit yapılabilir nitekim feminist hareketin, kadın özgürlük mücadelesinin her yönüyle ele aldığı ve deşifre ettiği bir kurumsal yapıdan bahsediyoruz. Ancak AKP iktidarının neredeyse 15 yıldır aile odaklı politikaları geliştirmek konusunda neden ısrar ettiğini, şiddet verileri ve işaret ettikleri yer ortadayken kadınları şiddetten koruyacak önlemleri geliştirmek bir yana neden görmezden geldiğini anlamak bakımından bu sınırlı değerlendirmeler dahi yeterli görünüyor.
Bugün kriz içinde olduğu tespit edilen aile, kriz içinde olan ataerkil kapitalizmin yansımasıdır. Dünyanın her yerinde modern ailenin çözülmesi bir yönüyle sistemin yapısal çelişkileri ile ilgilidir, ancak sistem krizinin asıl nedeni kadınların öncülük ettiği tarihsel toplumun demokratik direniş hattıdır. Cinsiyet çelişkilerinin açığa çıktığı ilk günden bu yana var olan kadın mücadele geleneği her türlü tahakküm ve sömürü ilişkisine itirazını ortaya koymuş, eril şiddet ve katliamların hiç eksik olmadığı mücadele tarihi boyunca özgürlük demekten vazgeçmemiştir.
Yeniden aileye dönecek olursak, kadınların örgütlü mücadelesinden yükselen başka türlü bir yaşamın mümkün olduğu çağrısı dünyanın her yerinde kadınlara ulaşmaktadır. Kadın emeğinin, bedeninin, duygusunun sömürüsü üzerine kurulan erkek egemen ailenin reddi kadınların bu çağrıya verdiği cevaptır.
Verili yapısıyla aileye karşı mücadelede farklılaşan bakış açıları mevcuttur. Temel problem ailenin erkek egemen kuruluşu ve erkek egemen sistemin hizmetine koşulmuş olmasıdır. Tüm sınıflı düzenler en temelde erkeğin kadınla, insanın insanla, insanın doğayla kurduğu ilişkiyi tahakküm ve sömürü üretecek biçimde yapılandırması sayesinde varlığını sürdürür. Bu açıdan bakıldığında evlilik ve ailenin reddi elbette bir seçenektir. Bunun yanında binlerce yıllık bir tarihsellik içinde toplumu saran bu yapısallığı toplumun demokratik temelde yeniden inşası açısından ele almak önemlidir. Mülkiyetçi anlayışla kurulu eril hiyerarşik özünü özgür eş yaşam perspektifi ile baştan aşağı dönüştürmek aileyi sisteme değil özgür yaşama katkı sunan bir yapı haline getirir. Elbette bu zorlu mücadelede başarı ancak örgütlü kadın iradesi ve mücadelesiyle mümkündür.
İçinden geçtiğimiz süreç barış ve demokratik toplumun inşası kadar kadın özgürlük mücadelesinin güçlenerek sürmesi bakımından da büyük olanaklar sunuyor. Tam da bu nedenle erkeklere bırakamayacağımız kadar önemli. Evet, 8 Mart alanlarında kadınların haykırdığı gibi her açıdan bizim için bir mücadele yılı gelmekte olan, hepimize kolay gelsin.