(…) Kadın odaklı bir afet yönetimi, kadının afet anında ve sonrasında zarar görebilirliğini büyük oranda azaltacaktır elbette fakat burada asıl mesele toplumsal cinsiyet rollerinin, patriyarkanın ve rant odaklı sistemin yıkılması
Hâlihazırda ekonomik veya toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklanan eşitsizliklere afet veya savaş gibi durumların eklenmesi ile bu olayların yıkıcı etkisinin eşitsizlikleri daha da derinleştirdiği hem araştırmalarla hem de deneyim aktarımlarıyla ortaya konan bir gerçek.
Araştırmacı Eric Neumayer ve Thomas Plümper‘e göre, afet durumlarında kadınların ve çocukların ölme olasılığı erkeklere göre 14 kat daha fazla.
Lauren Wolfe'ın kaleme aldığı ve Jin Dergi'nin geçmiş sayılarında yer verdiği bir makale bu konuda oldukça çarpıcı veriler sunuyor; 2004 yılında Hint Okyanusu’nda yaşanan depremin ardından oluşan tsunami 230 bin kişinin ölümüne neden oldu. Bu ölümlerin 4’te 3’ünü kadınlar oluşturuyordu. 1991 yılında meydana gelen ve 10 milyon kişiyi evsiz bırakan Gorky Kasırgası’nda ölen yaklaşık 140 bin kişinin yüzde 91’i yine kadındı. Bir başka örnek ise 2004 yılında gerçekleşen Hint Okyanusu tsunamisi. Tsunamide hayatını kaybeden 230.000 kişinin yüzde 70'i de kadındı.
Afetlere bağlı kadın ölüm oranlarının yüksek olmasının temel sebeplerinden biri kadın ve erkeklere biçilen toplumsal cinsiyet rolleri. Bir diğer ifadeyle afetlerdeki ölümler, doğal olmaktan ziyade insan yapımı eşitsizliklerin ve ataerkil süreçlerin bir uzantısı (MacDonald).
Örneğin Bianet'e konuşan yardım gönüllüsü Tuğçe Özçelik, 6 Şubat'ta Maraş merkezleri depremlerin ardından yaşamını yitiren kadınların birçoğunun cenazesinin çocukların yatak odasında bulunduğunu anlatarak 'enkaz altında kalmanın sınıfsal olduğu gibi patriyarkal da olduğunu' söylüyor.
Toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle özellikle az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde kadınlar ya yüzme bilmediği veya ağaca tırmanamadığı için tsunamide boğularak, ya da deprem anında çocuk bakımı ve annelik misyonu ile biçilen roller gereği çocukların yatak odasına koşarak enkaz altında ölüyor.
Bu veriler ve örnekler yalnızca afet anı ile ilgili. Bir de afet sonrası yaşanan/derinleşen toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri var. Yani hayatta kalmayı başarabilmiş ancak erkek egemen bir toplumda çadır yaşamı içinde binbir zorlukla baş etmeye çalışan kadınlar.
Çadır kentlerde güvenli barınma, hijyen ve temizlik maddeleri, sağlık gibi hizmetlere erişememe kadınlar için büyük bir sorun.
Büyük bir sorun çünkü; cinsiyet rolleri gereği temizlik, çocuk bakımı gibi işleri üstlenen kadınlar için çadır kentlerde bu roller daha da zorlayıcı hale geliyor. Kadınların ev içi/çadır içi yükü daha artıyor.
Büyük bir sorun çünkü; Her gün ortalama 3 kadının öldürüldüğü veya tecavüze maruz kaldığı bir ülkede güvenli barınmadan yoksun, çadır gibi bir fermuarla bütün özel alanınızın deşifre olacağı bir yerde kadınların kendini güvende hissetmesi, güvenli bir şekilde üstünü değiştirmesi veya banyo yapması -erişebilmişse tabi bunlara- mümkün değil. Nitekim 1999 Marmara Depremi’nden sonra birçok kadın ve çocuk kaçırma olaylarının kayda geçtiğini biliyoruz.
Büyük bir sorun çünkü; Afet yönetimi veya yardımlar genelde cinsiyet körüdür ve hijyenik ped, kadın iç çamaşırları gibi yardımlar ilk anda akla gelen ihtiyaç malzemeleri arasında yoktur. Ve bugün bu ihtiyaçlar daha çok kadın dayanışması ile karşılanmaya çalışılsa da hâlâ yetersiz olduğunun altını çizmek gerekir.
Büyük bir sorun çünkü; Afet sonrasında yeterli hijyen ve temiz su olanaklarının olmaması, genital hastalıklara ek olarak, salgın ve bulaşıcı hastalık riskini de arttırır. Erkeklere nazaran bulaşıcı hastalıklara yakalanma riski de kadınlarda daha fazladır. Neden? Örneğin Tanzanya’da erkeklerin yatakta, kadın ve çocuklarınsa yerde uyumaları kadınların vebaya yakalanma riskini artırmıştır. Yine genital hastalık ve salgın hastalığa yakalanma konusunda dezavantajlı olan kadınların, yeterli tedavi imkânlarının bulunmaması da kadınları daha dezavatajlı bir konuma getirir.
Çünküleri çoğaltabiliriz ancak tüm bunlara ek olarak, afet durumlarında ilk gözden çıkarılan işçilerin genelde kadınlar olduğunu ve kadına ve çocuğa yönelik şiddetin de afet, savaş gibi dönemlerde arttığını da unutmamak gerekir. Sokağa çıkma yasakları sürecinde Şırnak'ın Cizre ilçesinde yaşanan abluka sonrası bir kadın deneyimlerini şu sözlerle aktarmıştır: “(…) Hepimiz deliye dönmüştük. Öfkemizi nereye boşaltacağımızı bilemiyorduk. Amcam üst kattan aşağı koşup kadınları dövüyordu, kadınlar da çocukları dövüyordu, çocuklar ise oyuncaklarını kırıyordu." (Cizre-yaş 23)
Peki tablo böyleyken, afet gibi olayların yıkıcı etkisinin bireyler üzerinde eşit bir etkiye sahip olmadığı bu kadar aşikârken, afet yönetimi neden cinsiyet körü?
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine duyarlı politikalar üretilmesi, kadın odaklı bir afet yönetimi, kadının afet anında ve sonrasında zarar görebilirliğini büyük oranda azaltacaktır elbette fakat burada asıl mesele toplumsal cinsiyet rollerinin, patriyarkanın ve rant odaklı sistemin yıkılması.
Bitirirken…
5 Mart akşamı TJA, HDP ve HDK Kadın Meclisi ile birlikte 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolasıyla depremden etkilenen kadınlarla dayanışmak amacıyla Maraş Pazarcık'a doğru yola çıktık. Pazarcık'a bağlı Narlı Mahallesi ve 15 köyünde kadınlarla buluştuk.
Afet durumlarında özellikle kadınların yan yana gelerek dayanışmayı örgütlemesinin iyileştirici gücünü, sahada gönüllü olarak dayanışan kadınların depremzede kadınlar için ne denli önemli olduğunu gördük. Bu konuda sahada birebir çalışmalar yürütmüş kadınların deneyim ve aktarımları da kadın odaklı bir afet yönetimine dair politikaların üretilmesi için oldukça önemli.
Bu nedenle bitirmeden sözü Maraş depremlerinin ilk günlerinden bu yana HDP Kriz Koordinasyon Merkezi ile birlikte sahada gönüllü olarak çalışmalar yürüten Rojhilat Aksoy'a bırakalım:
"Aslında nasıl ki olağan şartlarda dahi çocuklar ve kadınlar erillik ve iktidarcı akıldan dolayı dezavantajlı ise olağanüstü durumlarda da bu durum farklı biçimlerde devam ediyor.
Yardım kuyruklarında çoğunlukla köylü kadınlar vardı, genellikle eşleri 50-100 metre uzaklıkta onları bekliyorlardı. Depremde bile erkeklik gururları dayanışmayı acınası bir sadaka kültürü olarak yorumlayıp kendilerini geri çekiyorlardı, kadınları ve çocukları ön planda görüyorduk. Yardım almaya gelen erkeklerden ise neredeyse hiç biri eşi ya da kızı için ped ya da kadın iç giyim talebinde bulunmadı. Kadının özgün ihtiyaçları 'ayıp' nesneler olarak varlığını depremde dahi sürdürdü. Kadınlar dahi bu ihtiyaçları dillendirmekte zorlanıyordu. Bizler gönüllü kadınlar bu ihtiyaçları dillendirdiğimiz vakit 'evet evet ihtiyacım var' diyorlardı.
Bir de çadırda yaşama meselesi var tabi. Herkes için zor ama bu kadınlar için çok daha zor. Neredeyse her gün taciz ve tecavüz vakalarının yaşandığı bir coğrafyada kadınlar için güvenlik bağlamında zorlayıcı bir deneyim.
Eşi ile aynı şekilde depremzede olmasına rağmen ev işlerinin çadır işlerine dönüşüp ataerkil sistemin oluşturduğu iş bölümü aynı şekilde devam ediyor. Ama bu sefer daha zor. Önceki yaşamlarındaki imkanların olmamasından kaynaklı, fırçayla çadırın süpürülmesi, çamaşır ve bulaşıkların elle yıkanması gibi işler daha ağır bir şekilde kadının sorumluluğuna bırakıldı. Haliyle böyle durumlarda mobil çamaşırhanelerin kurulması, mobil duş ve tuvaletlerin ilk andan itibaren kurulması çok önemli. Bu ihtiyaçların giderilmesi olası salgınları da önleyebilecek en önemli faktörler.
Başta gelen yardımlardan da anladığımız kadının özgün ihtiyaçlarının ilk sırada olmadığıydı. İlerleyen günlerde ısrarla kadın odaklı güncellenen ihtiyaç listeleri ile bu durum kısmen aşıldı. Depremin ilk gününden beri iç giyim ihtiyaç olmasına rağmen ancak ilerleyen zamanlarda elimize istenilen miktarda ulaştı.
Çalışan kadın gönüllü sayısı çok önemli. Çünkü gelen yardımları kadınlar kadınlardan daha rahatlıkla talep edebiliyor. Yardımlaşma sırasında kurulacak dil de çok önemli oluyor. Bu dil de en kolay kadın-kadına iletişimde kuruluyor. Herhangi bir yanlış sözcük bile travmalarını derinleştirmeye neden olabilir. Bir de deprem alanlarına gönüllü kadınların gelmesi sorunu var. Çünkü bir kadının tek başına 'o kadar uzağa' gitmesini istemeyen eş, baba, abi gibi faktörler var. Ama gördük ki kadının deprem bölgelerinde olması her halükarda zorunlu.
Son söz olarak aslında kadınların ihtiyaçları var, onları ulaştıracak organizasyonlar da kuruluyor ama en önemlisi deprem bölgelerinde insanları uzun uzun dinlemek. Depremzedeler gördüklerini, yaşadıklarını anlatmak istiyor. Bu illa profesyonel bir psiko destek olmayabilir. Anlatmanın iyileştirici gücünü canlı canlı gördük. Fidan abla var mesela. İlk başlarda deprem sürecinde yaşadıklarını dile getirmekte zorlanıyordu. Zamanla kurulan bağla evinin önünden ayrılmayan, karanlıkta dışarı çıkmayan Fidan abla bir ayın sonunda kriz koordinasyonunu ziyarete gelip, sohbetiyle hem bizi hem de çevresindekileri şaşırttı. Komşuları bile bu duruma şaşırıyordu. Öğle ve akşam yemeğini biz götüyorduk evden çıkmıyordu, son 3 gün kendi almaya geldi. Herkes inanılmaz mutlu oldu."