Ekolojik altyapıya sahip bir park, bir afet riski olmasa dahi iklim krizi karşısında her kentin atması gereken bir adım şüphesiz. Fakat afet sözkonusu ise -ki artık bunun sözkonusu olmadığı herhangi bir şehirden bahsetmek zor-, hatta İstanbul gibi deprem riskinin tüm şehir sakinleri için bir kabus olduğu bir şehirde bu altyapı çok daha hayati bir işlev üstlenir
Başlıkta geçen kelimeleri tek tek ele alırsam bu yazıda neyi amaçladığım da anlaşılır. “Kent” ile başlayalım: bugün artık hem ülkemizde (% 77) hem de dünya genelinde (% 55) nüfusun çoğunluğu kentlerde yaşıyor. Bizimki gibi çok iyi planlama yapamadan gelişmeye (kapitalizmin çarkına büyük dişli olmaya olmaya) çalışan ülkelerde bir de kentlerde aşırı yığılma sorunu var. İstanbul, Türkiye nüfusunun beşte birine evsahipliği yapıyor. En kalabalık 7 ilin toplam nüfusu da ülke genel nüfusunun % 40’ını oluşturuyor. Durum böyle olunca, “dirençlilik” meselesi bütün bu kentler için en önemli mesele oluyor. Nedir dirençlilik ve neye karşı dirençli olmaktan bahsediyoruz? Dirençlilik, henüz karşılaşılmamış olan ve ne zaman karşılaşılacağı da bilinmeyen, fakat üstümüzde korkutucu bir kara bulut gibi salınan tehditlere karşı geliştirilmesi gereken bir önlemlere dayalı dayanıklılıktır diyebiliriz. Öncelikle günümüzün bir numaralı kavramı krizlere karşı geliştirilmelidir: her an içinde miyiz yoksa girecek miyiz diye beklediğimiz ekonomik kriz, epeydir içinden çıkamadığımız demokrasi krizi, ve bağıra bağıra gelse de henüz tam anlamıyla idrak edilemeyen iklim krizi akla ilk gelen birkaç örnek. İnsanlar gibi kentler de artık krizlere ve diğer risklere karşı dirençlilik geliştirmek durumunda, zira hazırlıksız yakalanma halinde sonuçlar çok daha ağır olacak. Kitlesel göçler, savaşlar, kuraklık, ve tabii afetler her an tetikte olmayı gerektiren, elimizdeki tüm imkanlarla dirençli hale gelmek için seferber olmamız gereken riskler. Bu yazıda bunlardan “afet” konusuna odaklanacağım, çünkü İstanbul gibi hem çok kalabalık, hem çok yoğun yerleşimli, hem de büyük bir deprem yaşaması an meselesi olan bir kent için en birinci risk bu.
Peki afetlerle ilgili bu yazıda parkların nasıl bir yeri var ve “ekolojik park”? Burada biraz uzun duralım, çünkü kent ile afete karşı dirençlilik kavramları birbirine burada bağlanıyor. Ekolojik parklar; ekolojik tasarım ilkelerine bağlı kalınarak tasarlanan ve yönetilen, yerel habitatlara ev sahipliği yaparak bölgesel biyoçeşitliliği destekleyen, aynı zamanda halkın rekreasyonel ve eğitsel ihtiyaçlarını karşılayabilen, kentsel ekosisteme entegre doğal alanlardır. Kentlerdeki parkların ekolojik parklara dönüştürülmesi, özellikle betonlaşmanın yoğun olduğu büyük şehirlerde çevresel ve toplumsal açıdan büyük önem taşır. Bu tür parklar yalnızca estetik bir kamusal alan sunmakla kalmaz, aynı zamanda çeşitli bitki ve hayvan türlerine yaşam ortamı sağlar ve kentteki biyolojik çeşitliliği destekler. Şehir içinde doğal ekosistemlerin korunması, biyoçeşitliliğin artmasına ve kentin daha sürdürülebilir olmasına katkıda bulunur.
Ekolojik parkların afetlere karşı dirençlilik açısından önemi çok büyüktür, zira afet zamanlarında yaşamı destekleyen bazen yegâne mekanlar onlardır. Bu açıdan, ekolojik parklara afetlerle ilgili bazı ilave unsurların da eklenmesiyle oluşan bu alanlara Yaşam Parkı denmesini uygun görüyoruz. Ekolojik-Afet-Yaşam Parkları çok çeşitli işlevler üstlenir.Ekolojik açıdan biyoçeşitliliği destekler, kentte ısı adası etkisini azaltır, hava kalitesini iyileştirir ve yağmur suyunun emilmesini sağlayarak taşkınları önler. Sağlık ve refah açısından bireylerin bedensel ve ruhsal iyilik halini korur, sağlıklı yaşam hakkını destekler. Sosyal açıdan kentte farklı kesimlerin bir araya gelmesine imkân verir, stres ve kentsel kaosu hafifletir, topluluk bilinci kazandırır. Ekonomik açıdan farklı işlevlerle alternatif mekanizmalar ve parasal olmayan ekonomik döngüler oluşturur. Afet parkı işleviyle ise dayanıklı alanlar sağlar, kaçış rotaları ve toplanma alanları oluşturur, acil durum depoları olarak çalışır, afet bilinci ve eğitimi sunar, böylece afetlerin etkilerini hafifletir. Bu şekilde Yaşam Parkı, hem olağan hem de olağanüstü koşullarda kentlilere çok boyutlu fayda sağlar.
Bir parkın ekolojik olarak düzenlenmesi ve afetlere ilişkin ek unsurlarla donatılması tam olarak ne anlama geliyor? 2023 depremleri sonrasında Hatay’da bir mahalle parkında hayata geçirdiğimiz bir projeden esinle hazırladığımız Afet Sonrası Yaşamın Yeniden Kurulmasında İlk Adım Olarak Parklar* başlıklı kılavuz kitapçıktan okuyalım.
İlk olarak, eğer sıfırdan park / yeşil alan oluşturulacaksa buranın afetlere (deprem, sel, yangın vd) uygun bir şekilde yer seçiminin yapılması, tasarlanması ve oluşturulması gerekir. Fakat eğer halihazırda var olan bir park ise, afet için gereken altyapı ve donatıların yerleştirilmesi ilk adımdır. Bunlar, İdari Birim, İlkyardım ve Tıbbi Müdahale Alanı, Malzeme Deposu, Gıda Deposu, Yemek Pişirme Alanları, Doğa Temelli Çocuk Alanları ve WASH yani Temiz Su, Sanitasyon, Hijyen alanıdır. Parkın büyüklüğüne ve ne kadar insanın orayı kullandığına bağlı olarak bütün bu alanların boyutları farklılaşır; küçük bir mahalle parkında ölçek çok küçük olurken büyük bir yeşil alanda çok daha büyük olacaktır. Bu alanlar gibi onları bağlayan yollar, aydınlatmalar ve tabelalar da afetlere ve çeşitli erişilebilirlik kısıtlarına göre titizlikle düzenlenmelidir.
Eşzamanlı ikinci adım ekolojik altyapı donatıları denebilecek unsurlardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkün: 1-Su: Yağmur suyu hasadı, su arıtma sistemleri ve kamusal çeşmelerle temiz suya erişim sağlanmalı. 2-Enerji: Güneş enerjisi sistemleri ve pasif enerji tasarımı ile parkların enerji ihtiyacı karşılanmalı. 3-Gıda: Gıda ormanları, sebze yatakları ve tohum kütüphaneleri ile afet sonrası gıda güvencesi sağlanmalı. 4-Atık: Kompost sistemleri ve kuru/kompost tuvaletlerle atık yönetimi çözülmeli, çevre kirliliği önlenmeli.
Ekolojik altyapıya sahip bir park, bir afet riski olmasa dahi iklim krizi karşısında her kentin atması gereken bir adım şüphesiz. Fakat afet sözkonusu ise -ki artık bunun sözkonusu olmadığı herhangi bir şehirden bahsetmek zor-, hatta İstanbul gibi deprem riskinin tüm şehir sakinleri için bir kabus olduğu bir şehirde bu altyapı çok daha hayati bir işlev üstlenir. Özellikle ilk 72 saatte, dışarıdan müdahalenin zor ve yavaş olmasının oldukça muhtemel oldukça o en kritik zaman diliminde, temiz su, şebekeden bağımsız elektrik, gıdaya ulaşım gibi temel meselelerin çözümünün mahalle ölçeğinde sağlanması ancak ekolojik bir yaklaşımla düzenlenmiş parklarla sağlanabilir.
Ne var ki, parkın ekolojik altyapıya sahip olması elzem olmakla birlikte yeterli değildir. Afet durumlarında ekolojik becerilere sahip olmak, hayatta kalma şansını artırdığı gibi toplumsal dayanışma ve iyileşme süreçlerinde de kritik rol oynar zira afetler genellikle altyapının çökmesi, iletişim ve ulaşımın kesilmesi, su ve yiyecek temininde zorluklar gibi sorunları beraberinde getirir. Böyle koşullarda hayatta kalma becerileri, temel ihtiyaçların karşılanmasını, güvenli hareket etmeyi ve başkalarına yardım edebilmeyi mümkün kılar; aynı zamanda bireylerin psikolojik dayanıklılığını güçlendirerek stresle başa çıkmalarına ve soğukkanlı kararlar alabilmelerine katkı sağlar. Ancak hazırlıklı olmak afetin kendisinden önce atılacak adımlarla mümkündür. Bu nedenle ekolojik becerilerin afet öncesinde kazanılması, bireysel direnci güçlendirmenin yanı sıra park kullanıcılarının bir araya gelmesini, topluluk oluşturma pratiklerini pekiştirmesini ve kolektif dayanıklılığın artmasını sağlar. Uzmanlar tarafından verilecek ve düzenli olarak tekrarlanacak eğitimler aracılığıyla bu temel beceriler öğrenilebilir; park toplulukları kendi ihtiyaçları doğrultusunda daha farklı beceriler de geliştirebilir.
Ekolojik becerilere örnek olarak şunlar verilebilir fakat bunlarla sınırlamamak, doğa ile yakından ilişki kurmayı mümkün kılacak şekilde genişletmek gerekir: Basit su filtresi yapımı, kutu ile güneş fırını imal etme, roket soba kurma, çömleklerle soğutucu yapımı, sinek/böcek kovucu karışımlar üretme, ilk yardım ve yangın söndürme, gıda yetiştirme, yenilebilir bitkileri tanıma, kompost yapma, kuru ve/veya kompost tuvalet inşa etme. Bu becerilere ilişkin altı çizilmesi gereken nokta hemen hemen hepsinin eldeki çok sınırlı malzemelerle de yapılabilecek şekilde, çok temel ekolojik bilgiye dayalı olmasıdır. Afet olmazsa da gündelik hayatta bilinmesi eğlenceli ve faydalı, özellikle çocuklar için ekolojik farkındalığı arttırıcı niteliktedir.
Son olarak şunu vurgulamak isterim: Yaşam Parkı, kullanıcılarının ihtiyaçlarına göre şekillenen, onlarla birlikte dönüşebilen ve adapte olabilen dinamik bir sistemdir ve bu sistemin verimli ve sürdürülebilir olabilmesi için, parkın çevresindeki topluluk tarafından sahiplenilmesi ve düzenli kullanıcılar tarafından aktif olarak kullanılıp denetlenmesi büyük önem taşır. Aksi halde, güçlü altyapı yatırımları yapılmasına rağmen sahiplenilmediği için yaşatılamayan ve maalesef bir proje çöplüğü olan ülkemizde de bolca bulunan işlevsiz mekânlara dönüşme riski mevcuttur.
* Bu yazıda 2024 yılında Bediz Yılmaz ve Evren Yıldırım tarafından BAYETAV için hazırlanmış olan “Afet Sonrası Yaşamın Yeniden Kurulmasında İlk Adım Olarak Parklar” başlıklı kılavuz kitapçık temel alınmıştır. Kitapçığın tamamına şu adresten ulaşmak mümkündür: https://www.bayetav.org/tr/work-detail/162