İmralı tecrit sistemi var olduğu sürece savaş politikalarının da var olacağını gören tutsaklar, neredeyse 8 aydır süresiz-dönüşümlü açlık grevinde. İHD açıklamasında sağlık sorunlarının başladığına dikkat çekiliyordu. Ancak kamuoyu hâlâ sessiz!
Son günlerde topyekûn savaş halinin birçok boyutunu iç içe yaşıyoruz. 17 Haziran'da HDP İzmir İl binasında Deniz Poyraz'ın katledilmesi ile yeni bir boyut kazanan Kürtlere yönelik ırkçı saldırıların ardı arkası kesilmiyor. Belli ki birileri düğmeye bastı. Mevsimlik tarım işçisi de on yıllardır Türkiye metropollerinde yaşayan Kürtler de hedefte. İktidarın ya sev ya terk et söyleminin, yani Kürt düşmanı kutuplaştırıcı siyaset dilinin toplumdaki tezahürü Konya'da Hekim Dal'ın canını aldı. Kürt düşmanı olmak, Kürdü mahallesinde barındırmamak, iş yerlerini talan etmek, kadınlarına cinsel saldırıda bulunmak, mezarlıklarını tahrip etmek, ölülerini gömüldükleri yerden çıkarıp kaybetmek, ayrı ayrı olaylar gibi gözükse de " tek millet, tek dil ve tek din" siyasetinin farklı ayakları.
Türk ordu güçlerinin gerilla mezarlıklarına dönük saldırıları uzun süredir devam ediyor. Özellikle de 2015'ten bu yana bu saldırılar daha da yoğunluk kazandı. 2017'de Garzan'daki mezarlıkta bulunan 282 cenazenin ailelerine haber verilmeden "kimlik tespiti" için İstanbul Adli Tıp Kurumu'na kaçırılması ve buradan Kilyos mezarlığında bir kaldırım kenarına gömülmesi Kürt düşmanlığında varılan noktayı özetliyordu ki; 2018'den bu yana Türk ordusu ve bağlı ÖSO gruplarının denetiminde olan Efrîn'deki Avesta mezarlığındaki cenazelerin de yerinden çıkarıldığı haberi basına yansıdı. Her ne kadar buranın bir toplu mezar olduğu ileri sürülse de yalan propaganda kısa sürede deşifre oldu.
Peki Kürtlere karşı yürütülen ırkçı saldırılan ve mezarlık savaşının anlamı nedir? Peki Türkiye kentlerinden Kürtlere yönelik ırkçı saldırıların yoğunlaştığı bir süreçte paralel olarak neden Kürtlerin mezarlarına, anıtlarına saldırılıyor, cansız bedenler mezarlarından çıkarılıyor. Niye bunca öfke? Kürtlere, halka ne tür mesajlar verilmek isteniyor? Neden acıların dinmesine, yaraların sarılmasına, ortak ve eşit bir yaşamın inşa edilmesine izin verilmiyor?
Kürtlere yönelik ırkçı saldırılar iktidarın nefret söylemi ve Kürt düşmanlığına dayalı savaş politikalarından kaynaklanıyor. Bu saldırılar aracılığıyla AKP-MHP bloğu toplumu kutuplaştırarak varlığını sürdürmeye çalışıyor ve bunu çok geniş bir alanda yapmaya çalışıyor. Açlık ile yüz yüze bırakılan toplumu bu nefret girdabında yan yana gelemez bir hale getirmek istiyor.
AKP-MHP iktidarı, Kürt halkına ve dolayısıyla Türkiye halklarına karşı yürüttüğü savaşı tek boyutta yürütmüyor. Hedefleri Türkiye halklarının ve Kürt halkının iradeli, özgür, demokratik ve eşit yaşam umududur. İşte tam bu tartışmaların ortasında ve odağında ise İmralı tecridi duruyor. İmralı'da tecrit derinleştikçe savaş tırmanıyor, ırkçılık, kriz ve kaos artıyor.
27 Kasım 2020 itibari ile Türkiye ve Kürdistan'daki cezaevlerinde başta Kürtler olmak üzere devrimci demokratik tutsaklar İmralı'daki tecridin kırılması, cezaevlerindeki baskıların ortadan kaldırılması ve toplumun üzerindeki faşist zulüm düzeninin sonlanması için süresiz dönüşümlü açlık grevine başladı. Eylem 250. gününe yaklaşıyor. 2012'nin ardından 2018'de zindanların öncülük ettiği iki büyük açlık grevi direnişine tanıklık ettik. 2018 yılında DTK Eşbaşkanı Leyla Güven'in açlık grevine başlamasından sonra binlerce tutuklu da süresiz dönüşümsüz açlık grevine girdi. Bu süresiz dönüşümsüz açlık grevi süresince 8 tutsak protesto için canlarını ortaya koydu. Bu direniş sonucunda Türk devleti İmralı'da Kürt halk önderi Abdullah Öcalan ile avukatlarını ve ailelerini görüştürmek zorunda kaldı. Mayıs, Haziran ve Ağustos aylarında yapılan 5 görüşmeden sonra İmralı kapıları bir kez daha kapatıldı. İmralı tecrit sistemi var olduğu sürece Türkiye'de savaş politikalarının da var olacağını gören tutsaklar şimdi neredeyse 8 aydır devam eden süresiz-dönüşümlü açlık grevinde. Tutsaklar 14 Temmuz günü yaptıkları açıklama ile "Zaferin tek ve kesin yolu direnmekten geçer" diyerek o tarihe kadar 5'er günlük dönüşümlü olarak sürdürdükleri eylemi 15 güne çıkardıklarını duyurdu.
Bu açıklamadan bir kaç gün sonra 28 Temmuz günü Marmara Bölgesi'nde cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri raporunu paylaşan İHD İstanbul Şubesi, cezaevlerinden gelen başvurularda ve hak ihlallerinde ciddi artışların yaşandığını duyurdu. Raporda açlık grevindeki tutsaklara yönelik tecrit ve izolasyonun derinleştiği belirtildi. Aynı gün Ankara'da yapılan İHD açıklamasında ise açlık grevindeki tutsakların sağlık durumunun her geçen gün ağırlaştığı, tutsaklarda açlık grevinden kaynaklı sağlık sorunlarının başladığına dikkat çekiliyordu. Ancak kamuoyu hâlâ sessiz!
Zindan direnişi gibi bir geleneğe sahip olan ve her fırsatta sokaklarda zindanların sesi olan, 1980 askeri darbe rejimi döneminde bile Amed zindanı önünde eylem yapan Kürtlerin seslerinin bu kadar cılız çıkmasının nedeni nedir? Tutsaklar kim için direniyor, kendileri için mi yoksa daha demokratik eşitlikçi ve kadın özgürlükçü yeni bir Türkiye için mi?
Savaş politikalarının derinleştirildiği toplumun açlık ile terbiye edildiği, kadınların sokak ortasında bu savaş çetesi iktidarın palazlandırdığı erkekler tarafından katledildiği bir süreçte bu gidişata dur demesi gereken kadınlardır. Bunun da yolu savaş politikalarının merkezi olan İmralı'daki tecrit sisteminin ortadan kalkması, Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması için mücadele etmekten geçer.
Bugün bu mücadelenin öncülüğünü zindanlar yapıyor bu nedenle tüm sivil toplum örgütleri, vicdan sahibi herkes tutsakların seslerine ses olmalı!