Toplumda erkek egemen bakış bağışıklık kazandığı için, kadına ilişkin körlüğü kırmak atomu parçalamak kadar zor bir iştir. Bu körlüğü kırmak büyük entelektüel çaba harcamayı, mücadele etmeyi ve egemen erkekliği yıkmayı gerektirir
Öncelikle yeni bir başlangıç olan “Jin’in ” okuru bol, yazanı ve seveni çok olsun. Bu platformun oluşturulduğu süre içinde emeği geçen herkese de teşekkür ederek başlamak istiyorum. Benimde bu platformda ilk yazım olacağı için mutluyum. Ayrıca 8 mart gibi önemli bir tarih haftasında başlangıç yaparak kadın ve emeğin buluştuğu güzel bir denk gelme hali de oldu.
8 Mart hepimizin bildiği gibi kadınlar ve kadınların emeği açısından oldukça önemli bir tarihtir. Kısaca değinecek olursak; kadınların erkeklerle eşit koşullarda çalışmak amacıyla vermiş oldukları mücadelenin başlangıcı olan 8 Mart 1857 yılında, New York’ta tekstil işçisi kadınlar, çalıştıkları işyerlerinde grevler yapmaya başladılar. Talepleri son derece net ve adildi: "Daha iyi koşullarda çalışmak, 10 saatlik iş günü, eşit işe, eşit ücret…” Yapılan grevlerden birinde çıkan yangında 129 kadın işçi yaşamını yitirdi. Bu önemli tarihsel olaylar neticesinde 1910 yılında Clara Zetkin, 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oy birliğiyle kabul edildi. O zamandan bu yana 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü olarak anılmaya başlandı.
8 Mart’ın ruhu daima kadının emeğinde saklıdır. Yaşanan bu çağda kadının emeği de sosyolojiye ve toplumsal yaşama dair her şey gibi kuşkusuz kapitalist sistem içerisinde görülen/görülmeyen, yön verilen, sömürülen konumdadır. Kapitalist sistemde kadının emeği eski bir sorundur ama yeni sorularla ve yeni boyutlarıyla hala ciddi bir tartışma konusudur.
Tarihsel süreçte uzunca bir zaman diliminde toplumsal cinsiyete dair iş bölümü biyolojik determinist bir bakış açısıyla yani kadınla erkek arasındaki anatomik farklılıklar ile açıklanmaya çalışıldı. Esasen, sorunun salt cinsiyetler arasında var olan biyolojik farklılıklar olmadığı, sorunun beş bin yıl öncesine varan bir tahakküm ilişkisi olduğu biliyoruz. Bu tahakküm ilişkisi sömürüye ve ezilmeye dayalı bir ilişkidir. Yerleşik yaşama geçişle başlayan mülkiyet anlayışının oluşması, o dönem ki toplulukları (beş bin yıl kadar önce) yönetme çabası olarak ortaya çıkan hiyerarşi, hiyerarşik ilişkilerin de sebep olduğu tahakküm, bugün toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünün ve kadınların sömürülmesinin tesadüf olmadığını gösterir. Yapısallaşmış, kültürlerin içine yerleşmiş bir unsurdur. Bir başka deyişle ataerkinin nasıl oluştuğunu, ataerkinin bir sistem olarak nasıl sistematikleştiğini ve kavramsallaştırıldığını, bu sömürü ve tahakküm tarihine bakarak açıklayabiliriz. Ataerki meselesinin yani bu kadın düşmanı sistemin nasıl, ne zaman ve nerede başladığı sorusu buna karşı mücadele etmek için elzem bir sorudur.
Bu bağlamda Maria Mies’in “Dünya Ölçeğinde Ataerki ve Birikim, Uluslararası İşbölümünde Kadınlar”[1] adlı eserinden bahsetmek istiyorum. (Okurlar ve meraklılar için oldukça önemli ve okunması gereken bir eser olduğunu düşünüyorum.) Ataerki ve Birikimi, cinsiyete dayalı işbölümünün toplumsal kökenlerini inceleyen önemli bir kitap. Kolonileştirme, ev kadınlaştırma, yeni uluslararası iş bölümünde kadınların rolü, üretici ve tüketici pozisyonunda ki kadının oynamak zorunda bırakıldıkları roller, gibi durumların genel bir tarihini sunuyor. Bu tarihsel süreci oldukça detaylı ve eleştirel bir perspektif ile tartışmaya açıyor. Kapitalist atakerki sistemin günümüzde ki küreselleşmiş boyutunu, bu ölçekte ki hegemonyasını ve en önemlisi bu sisteme karşı mücadelenin nasıl olması gerektiğini sistemli, tarihsel ve sosyolojik temeller ile açıklıyor. [2]
Ataerki ve kapitalizm arasında ki ilişki geçmişte ve günümüzde nedir? Ataerki ve kapitalizm iki ayrı sistem midir? Ataerki sömürü ve ikincilleştirme, ekonomik sistem için gerekli midir ya da toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü ve ilişkileri olmadan bu birikim gerçekleşebilir miydi? Bunun gibi birçok önemli soruyu soruyor ve tartışıyor. Başka sorduğu önemli bir soru ise modernitenin bütün feodal sisteme ve geri kalmış ilişkilere olan vaadi neden kadınlar söz konusu olduğunda yaşama geçmemiş olmasıdır. Kapitalist modernite yine ataerkiye “modernleşme” maskesi altında torpil geçiyor tabi ki. Başka türlü nasıl kendini var edip, sürdürecektir ki? [3]
Küresel ölçekte feminist hareket geliştikçe, özellikle kadına yönelik ataerki sistemin ve ideolojilerin binbir yönü fark edildi. Kadına yönelik şiddetin boyutları, sömürünün boyutları, emeğin görünmeyen biçimleri gibi bir çok alana yönelik ciddi farkındalıklar ve karşı çıkışlar oluştu. Özellikle ekonomi, sınıf ve sermaye boyutuyla marksist, sosyalist, liberal, vb. bir çok feminizm perspektifinde tartışıldı ve tartışılıyor.
Maria Mies bunlar içerisinde çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor. Kapitalist sistemde ev işinin rolünü tahlil ediyor. Kadının evde ücretsiz olarak yaptığı işlerin, bakımın ve beslenmenin sadece erkeklerin ücretlerini değil sermaye birikimini de kalkındırılmasında ciddi bir paya sahip olduğunu, bunu “ev kadınlaştırma” diye tanımladığı kavramı içerisinde bu emeğin nasıl görünmez ilan edildiğini ifade ediyor. Bu bakış açısının çok önemli vurgulara sahip olduğunu düşünüyorum. Ev kadınlaştırma yöntemi, kadının evde ki ücretsiz çalışmasını GSYİH (gayri safi yurt içi hasıla) dışında bırakıp, görünmez kılınarak doğallaştırıldığını ifade ediyor. Yani ev içi emek kapitalist ataerki tarafından adeta ‘bedava mal’ olarak görülüyor. Toplumda ev içi emek dışında çalışan kadına ise erkeğin çalışmasına karşılık tamamlayıcı bir rol atfediliyordu. Böylelikle GSYİH sisteme dahil olsun olmasın kadının emeği değersizleştiriliyor. Kadının tüm toplumsal vasıfları, toplumsal cinsiyet rolleri de dahil bu sistem içerisinde malesef bedava birer kaynak olarak görüldüğünü ısrarla vurguluyor.[4] Marks, paranın ‘metaların kraliçesi’ olduğunu söyler. Aslında kapitalizmde bu rol daha çok kadına yüklenmiştir. Kapitalist sistemde metaların gerçek kraliçesi kadındır. Kadının sunulmadığı hiçbir ilişki yoktur, kullanılmadığı hiçbir alan da yoktur.
Tüm bu sorular ve tartışmaları ışığında, Mies, cinsiyete dayalı iş bölümünün kökenlerini, sömürgeleştirme ve ev kadınlaştırma, kadınların yeni uluslararası işbölümü, kadına yönelik şiddet ve sürekli ilkel sermaye birikimi, kadınların kurtuluşu bölümleri içerisinde cevapları alternatifleriyle birlikte tartışıyor.
Kapitalizmin sadece bir ekonomi biçimi olmadığını, iktidar ve sermaye tekelini sürekli olarak biriktiren bir sistem olduğunu vurgulamak gerekir. Rosa Luxemburg'un vurguladığı gibi “sürekli ilkel birikim” modern kapitalizmin sırrıdır. Bu sırlı sistemin beslendiği asli kaynaklarından biri de şiddettir. Şiddet, hem kadını boyunduruk altına almak hem de doğayı boyunduruk altına almak ve sömürmek için yüzyıllardır başvurulmuş bir yöntemdir. Mies’in de ısrarla üzerinde durduğu tartıştığı tarih bir uygarlık tarihidir. Uygarlık tarihi malesef ki aynı zamanda kadının kaybedişi ve kayboluşunun tarihidir. Bu tarih tanrı ve kullarıyla, hükümdar ve tebaası ile ekonomi, bilim ve sanatıyla erkek egemen kişiliğin pekiştiği, ataerkinin tarihidir. Dolayısıyla kadının kaybedişi ve kayboluşu toplum adına büyük düşüş ve kaybediştir. Cinsiyetçi toplum bu düşüşün ve kaybedişin sonucudur.
Toplumda erkek egemen bakış bağışıklık kazandığı için, kadına ilişkin körlüğü kırmak atomu parçalamak kadar zor bir iştir. Bu körlüğü kırmak büyük entelektüel çaba harcamayı, mücadele etmeyi ve egemen erkekliği yıkmayı gerektirir. Kadın cephesinde ise toplum içerisinde neredeyse varoluş tarzı haline getirilen ve aslında toplumsal olarak inşa edilmiş (makbul kadını ve cinsiyet rollerini) kadını da çözmek ve o denli yıkmak gerekir. Aslında toplumda genel olarak var olan tüm eşitsizlikler, kölelikler, despotluklar, faşizmi ve militarizmi besleyen ilişkiler, ana kaynağını bu ilişki biçimlerinden alıyor. Kadın etrafında örülen ve toplum-doğa ilişkisi kadar eski olan ilişkiler ağını çözmek ve parçalamak zorundayız. Bunun dışında gerçek özgürlüğe, eşitliğe (farklılıklara uygun), demokrasiye ve iki-yüzlü olmayan bir ahlâka gidecek başka bir yol yoktur.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.
[1] Mies, M. (2012). Ataerki ve Birikim: Uluslararası İşbölümünde Kadınlar (çev. Y. Temurtürkan). Ankara: Dipnot Yayınları.
[2] Bkz : Syf 11-13
[3] Bkz : Syf 15
[4] Bkz : Syf 151-201