Depremin üzerinden saatler geçmiş, ortalık can pazarı… On binlerce insan enkaz altında kurtarılmayı bekliyor kimse yok. AFAD-Kızılay yok, asker-polis yok, devlet yok
6 Şubat depremleri, bu kadim topraklarda yaşanan en büyük felaketlerdendi… Göz göre göre gelen bir katliamdı…
Resmi rakamlara göre 53 bin 725, malum bakanın itirafına göre 130 bin canımızı kaybettik. Canlarımız, arkadaşlarımız günlerce betonun, çeliğin altında kaldı. Yardım çığlıkları, enkazdan gelen “Buradayım, sesimi duyan var mı?” sorusu ve koca bir çaresizlik!
Bir vince, kepçeye hatta bir suya ulaşabilmek için saatlerce yapılan telefon görüşmeleri… Zaman su gibi akıp gidiyor, enkazlardan gelen sesler azalıyor…
Ülke devasa bir mezarlığa döndü!
AKP’nin 23 yıllık iktidarı döneminde 24 büyük facia yaşandı. Yüzbinlerce canımız bu felaketlerde hayatını kaybetti. 6 Şubat depremlerinin üzerinden iki yıl geçti. Depremin açtığı yaraları sarmaya çalışırken tekrar tekrar öldük, ölüme terk edildik. Adıyaman ve Urfa’da yaşanan sel felaketleri, İliç maden faciası, Beşiktaş gece kulübündeki yangın, Balıkesir mühimmat fabrikasındaki patlama, Diyarbakır Çınar’da, Mardin Mazıdağı’nda gerçekleşen yangınlar ve son olarak Kartalkaya otel yangını… İktidarın sermaye yanlısı politikaları, denetimsizlik, cezasızlık bu ülkenin insanlarını öldürüyor!
Aşırı merkeziyetçi politikalarla, liyakatsiz atamalarla devlet kurumları içler acısı hale geldi. Rantçı ve rüşvetçi anlayış devletin kurumlarıyla birlikte insan canını da satışa çıkardı… Tek adam rejiminin yarattığı çürümeyi 6 Şubat depremlerinde en acı şekilde deneyimledik. Deprem yönetmeliğine göre yapılmayan binalar, “İmar Barışı” adı altında ruhsatlı hale getirilen yapılar, insanların mezarı oldu. Öve öve bitiremedikleri AFAD’ın kâğıttan kaplan olduğunu gördük. Çadır ve konserve satan Kızılay’ın insani olarak da çürüdüğüne tanıklık ettik.
Bu büyük acıya rağmen ders almayan iktidar yüzünden Bolu Kartalkaya’da 36’sı çocuk 78 canımızı kaybettik. 6 Şubat 2023’ten 21 Ocak 2025’e tek sorumlu; çürümüş sistem, çürümüş iktidardır.
İnsan düşünmeden, sorgulamadan edemiyor… Japonya’da her yıl binlerce deprem meydana geliyor. Bu depremlerde can kayıpları yok denecek kadar az, bir deprem ülkesi olarak depreme dirençli binalar ve kentler pekala kurulabilmiş Japonya’da… Bu topraklarda en ufak bir felaket; can pazarına, faciaya dönüyor. Çünkü ortada liyakatli kadroların atandığı, denetlenen bir mekanizma yok. Yandaşların, liyakatsiz kadroların doldurulduğu, şirket gibi yönetilen bir devlet var. Ülkeyi ölüm ülkesine dönüştüren iktidardan bugüne kadar tek bir istifa gelmedi. Deprem öncesi ve sonrasında yaşananların sorumluluğunu alan hiç kimse çıkmadı.
Yargılamalara bakınca, hayatlarımızın ne kadar ucuz olduğu bir kez daha gözler önüne seriliyor: Maraş Pazarcık ve Hatay Yayladağ merkezli depremlerde 3 bine yakın can kaybının olduğu apartmanların davalarında hakkında soruşturma açılan bulunsa da henüz tutuklu tek bir kamu görevlisi dahi yok! Adalet de halen enkaz altında…
Enkaz altındakilere ölüm, dışarıdakilere tarifi imkânsız acılar
6 Şubat depremlerinde ihmaller zincirinin yanı sıra fotoğrafın bir başka yüzü daha var. Ölümü adım adım getiren tüm ihmallere rağmen birçok insan kurtarılabilirdi… Eğer devlet ölüme terk etmeseydi!
Depremin üzerinden saatler geçmiş, ortalık can pazarı… On binlerce insan enkaz altında kurtarılmayı bekliyor kimse yok. AFAD-Kızılay yok, asker-polis yok, devlet yok!
Yalnızca yakınlarını, komşularını kurtarmak için enkazı çıplak elleriyle, tırnaklarıyla kazıyan insanlar var!
Gönüllü ekiplerin deprem bölgelerine geçişleri engellendi. Ülkelerin ekipleri ve yardımları bekletildi. Enkaz altından insanların yardım istediği bilinmesine rağmen sosyal medya kısıtlandı. Ülke genelinde seferberlik ilan edilmedi. Devlet kendi yurttaşına bile isteye cehennemi yaşattı… Enkaz altındakilere ölüm, dışarıdakilere tarifi imkânsız acılar reva görüldü.
Toplumsal dayanışma ağları var, devlet yok!
Çürümüş devlet pratiğinin aksine halk depremin ikinci gününde toplumsal dayanışma ağlarını kurmuştu bile. Depremzedelere ilk suyu, ekmeği veren dayanışma ağları oldu. Tüm bu karanlığın, çaresizliğin arasında örülen dayanışma, umudun hala var olduğunu gösterdi. Toplumsal dayanışma ağları, deprem dernekleri, sivil toplum kuruluşları 2 yıldır deprem bölgelerinde ektikleri umudu yeşertmeye devam ediyor.
Sahi devlet erkinin yürütücüsü olan iktidar ne yaptı bu sürede? Öyle ya daha canlarımız enkaz altındayken seçim propagandası yapanlar, söz verenler onlar değil miydi? “Bir yılda herkese ev”! 2 yılda yapılanlar “Asrın İnşası”ymış, öyle diyorlar… Matematik yalan söylemez ne dediler ne yaptılar?
Erdoğan, 319 bini bir yıl içinde olmak üzere toplam 650 bin konutun depremzedelere teslim edileceğini söylemişti. Ancak 2 yılda tamamlanan konut sayısı 201 bin. Asrın felaketini 22 yılda adım adım gerçekleştiren iktidar, asrın inşasında aynı başarıyı gösteremedi. Depremin ikinci yılında da verilen sözler tutulmadı, iktidar yine sınıfta kaldı.
“Devlet yoktu” dediğimizde küplere binen iktidar mensuplarına sormak lazım. 2 yıl oldu devlet nerede? İlk günden beri deprem iktidar için bir fırsattı, depremi adeta Allahın lütfu olarak gördü. Seçim propagandası yapabileceği, inşaat sektörünü canlandıracağı, yandaşının cebini dolduracağı tarihi bir fırsat.
Sorunlar kangrene döndü!
Hal böyleyken insanlar bu yılı da 21 metrekarelik konteynerlerde karşılıyor. Her yurttaşın sahip olduğu haklar vardır. Bu hakların başında barınma, sağlık ve eğitim hakkı gelir. Ancak 6 Şubat’tan bu yana bu haklardan mahrum milyonlar var.
Aylarca, yalnızca gönüllü ekiplerden eğitim alabilen milyonlarca çocuk, hala sağlıklı koşullarda eğitim alamıyor. Öğrenciler ve öğretmenler temiz suyun olmadığı, sık sık elektrik kesintisinin olduğu okullarda eğitim faaliyetini sürdürüyor. Maraş’ta ve Hatay’da bulunan bazı okullarda üçlü, ikili eğitim sistemi uygulanıyor. Çünkü çoğu okul yıkıldı, çoğu hasarlı. Konteyner okullar ise yetersiz. Ne yazık ki insanlar sağlık hizmetine de yeterince erişemiyor. Birinci basamak sağlık hizmetleri dahi uygulanamıyor. Alt yapı-ekipman eksikliği, hijyen koşullarının sağlanamaması hem hastaları hem de sağlık emekçilerini zorluyor. Hatay’da uygun eldiven olmadığı için yapılamayan ameliyatların olduğunu biliyoruz.
Rezerv alan talanı!
Konu halka hizmet olunca buhar olan iktidar, mesele halkın arazisine çökmek, zeytinliklerini talan etmek olunca karşımıza çıkıyor. Hastaneye eldiven gönderemeyen iktidar; zeytinliklerini, arazilerini koruyan halkın karşısına onlarca askeri, polisi gönderebiliyor.
Sevdiklerini, yakınlarını, evlerini, işyerlerini kaybeden insanlara rezerv alan adı altında zulmediliyor. Kimi yerlerde araziler kamulaştırıldı TOKİ binaları dikildi. Kimi yerlerde mahalleler rezerv alan ilan edildi. Evlerinde hasar olmayan insanların evleri, işyerleri de yıkıldı. İnsanların arazilerine, evlerine el konuldu sonra yapılan evler faiziyle insanlara satıldı. Parası olan alabildi, parası olmayan alamadı… Kötülükte sınır tanımayan bir akıl değil mi?
Göç ve kültürel soykırım
İktidarın depremde Hatay, Maraş, Adıyaman gibi Alevi, Kürt, Arap Alevi nüfusunun yoğun olduğu kentleri kendi kaderine terk ettiğini ne yazık ki yaşayarak deneyimledik…
Depremin 1. yılında Hatay’a giden Erdoğan bizzat kendi ağzıyla da itiraf etti insanları ölüme terk ettiklerini. Ne demişti hatırlayalım: “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı.” Depremde yakınlarını, sevdiklerini, her şeyini kaybeden insanların yüzüne karşı söyledi bu sözleri… İnsan bazen Erdoğan’ın yerine bile utanabiliyor…!
Depremin ardından özellikle Hatay’ın özgün yapısının tehdit altında olduğunu hep söyledik. Farklı halkların, inançların tarih boyunca barış içinde yaşadığı, çok özgün bir yapı Hatay. Öyle bir özgünlük ki depremin ardından bir süre de olsa göç etmek zorunda kalan insanlar farklı kentlerde yaşayamadılar. Evleri, barkları yıkılmış olsa da geri döndüler. Öyle bir özgünlük ki depremin yaralarını sarmak için Hatay’a gelen insanlar ayrılamadılar Hatay’dan…
Bizim ihtiyacımız olan demografik yapının, kültürel dokunun korunduğu depreme karşı dirençli kentler. Bugün bu ihtiyacın çok uzağındayız. Rezerv alan uygulamasıyla birlikte hem kültürel doku hem de demografik yapı yok olmakla karşı karşıya. Yaşam alanları yok olan, ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlar göçe zorlanıyor. Bir diğer göç nedeni ise kentlerin kültürel dokusunun yok olması. Bir Antakyalı olarak kendimden biliyorum. Biz Antakyalılar, Antakyasız yapamayız!
Deprem bölgesinde kadın olmak
Biz kadınlar; bu ülkede kadın olmanın, yaşamanın ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Evde, işte, sokakta, okulda, her yerde toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadele ediyoruz. İktidarın kadın düşmanı politikalarına karşı direniyoruz. Depremde kadın olmaksa, tüm bu sorunların yanında başka yüklerle mücadele etmeyi gerektiriyor.
Deprem bölgelerinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği derinleşti. Depremden önce de kadınların üzerine yüklenen çocuk, yaşlı, engelli bakımı gibi sorumluluklar bugün de kadınların omuzlarında. Kadınlar, küçücük konteynerlere koca bir hayatı sığdırmaya çalışırken diğer yandan artan erkek şiddeti ve istismarla mücadele ediyor. Şiddete uğradığı için boşanma davası açan ancak boşanamayan kadınlar olduğunu biliyoruz. Gideceği başka bir yeri olmadığı için şiddet faili erkekle aynı konteynerde yaşamak zorunda kalan kadınlar biliyoruz. Konteyner kentlerde yaşayan kadınların gece tuvalete çıkmamak için sıvı tüketmediğini biliyoruz. Çünkü ışıklandırma olmayan, tekinsiz yollardan yürümek zorunda kadınlar…
Kadınlar yaşamı yeniden inşa ediyor!
Tüm zorluklara rağmen kadınlar direnişe de yaşamın yeniden inşasına da öncülük ediyor…
Hatay’ın Dikmece mahallesinde tarım arazilerine ve zeytinliklere yönelik talana karşı başlayan direniş aylarca sürdü. Her direnişte olduğu gibi Dikmece’de de en önde kadınları gördük… Sadece Dikmece direnişine değil, kadınların yaşamın her alanına öncülük ettiğini biliyoruz.
Birçok kadın kuruluşu, feministler, toplumsal dayanışma ağları, dernekler, devletin aksine hala deprem bölgesindeler. Deprem bölgesindeki kadınlarla birlikte kadınların üretebileceği atölyeler kuruldu. Kadınların nefes alabileceği, omuzlarındaki yükü bir nebze olsun unutabilecekleri alanlar oluşturuldu. Çocuklar için yaşam alanları sağlandı. Bu yaşam alanlarında hem kadınlar için hem de çocuklar için atölyeler düzenleniyor. Bu birlikte ilmek ilmek yaşamı örmeye bir örnek; Antakyalı kadınlar, Rimmen Kadın Kooperatifi’ni kurdu. Rimmen’de kadınlar hem üretiyor hem de yaşamı ilmek ilmek örüyor. Kadınların yaşam mücadelesi 21 metrekarelik konteynerleri aşıyor. Başka kadınların mücadelesiyle buluşuyor…