24 Eylül 1994 tarihinde Dersim/ Mirik'te köye yapılan askeri operasyon sonrası kendilerinden bir daha haber alınamayan Hatun Işık, Yeter Işık, Elif Işık, Gülizar Serin ve onun 3 yaşındaki kızı Dilek Serin…
90’lar, Tansu Çillerin “elimizde Kürt iş adamlarının listesi var” dediği ve neredeyse her gün bir kayıp, bir ölüm, köy yakmalarının yaşandığı dönemler… birçok insan gözaltında kaybedildi ve bugün kayıpların aileleri hala onlara dair bir iz bulmak için mücadele yürütüyor. Zorla kaybedilme sonucunda devletin kişinin yaşam hakkı açısından gerekli önlemleri almadığı ve hatta kolluk güçlerinin özellikle bu dönemlerde işlediği her türlü hak ihlalinin üstünün örtüldüğü, açığa çıkaracak hukuki yolların da tıkalı hale getirildiği izlenmektedir. Askeri operasyon ve köy baskınları sonrası gözaltına alınan insanlardan bir daha haber alınmaması ve buna yönelik açılan hiçbir davadan da ceza çıkmaması, hatta davaların özellikle zamanaşımına sürüklenmesi günümüzde de ciddi bir sorun olarak varlığını devam ettirmektedir. Kayıpların çoğunlukla izine rastlanılmamışken kimi kayıplar kimsesizler mezarlığında bulunmuştur. Aileler bir gün dönecek diye kapılarını açık bırakırken bir süre sonra her şey o kadar belirsiz ve uzayan bir sürece dönüştü ki artık bir mezarı olsun demeye başlanacaktı. Doksanlar zihnimizde tarihin başka bir sayfası olarak yer edindi. Karanlık, her an her şeyin olabileceği ve hiç bir şeyin de hesabının sorulmadığı o tarihler bugün bizler için anlaşılmış, anlamlandırılmış olsa da hak ihlallerini yaşatanların ortaya çıkarılması ve yargılanması karanlığını hep korudu.
Peki bütün bu süreçler yaşanırken kadınlar ne durumdaydı? Kaybedilen kişiler arasında çok fazla sayıda kadın da bulunmakta ve biliyoruz ki kadınlar doksanlarda çok fazla cinsel saldırıya da uğradı. Fakat bunlar çok fazla konuşulmadı ve belli bir zamana kadar da dava konusu dahi yapılmadı.
1997’den bugüne devlet güçleri tarafından cinsel saldırıya maruz kalan kadınlara avukatlık yapan Eren Keskin, 700'den fazla kadının kolluk güçleri tarafından istismar edildiklerine dair başvuru aldıklarını, hakim ve savcıların bir devlet görevlisini tecavüz suçundan tutuklamaya korktuklarını belirtir, 1993 yılında Mardin’de Ş.E isimli genç kadına ve annesine cinsel saldırıda bulundukları için Musa Çitil ve komutasındaki 405 asker hakkında dava açılır, davayı açan kadın savcı sürülür ve Eren Keskine de dava açılır, “Tecavüzcü sürüsü” diye bir yazı yazdığı için Yıldırım Türker’de yargılanır, fakat bu davanın sonucunda Musa Çitil ve tüm askerlere de beraat verilir. Bu da şiddeti işleyenden öte bu hak ihlalini ortaya çıkaran ve peşine düşen kişilerin cezalandırıldığını göstermektedir. İşte tam da bu noktada günümüzde cezalandırmamanın verdiği gücün arkasına sığınanalar bütün kayıtlara ve kanıtlanabilirliğe rağmen korkmadan Gülistan Doku’yu çok rahat kaybedebiliyor ve doksanları yeniden bize hatırlatabiliyor.
Kadınların neler yaşadığı ve nerede oldukları, erkeklerin ve hatta üç yaşındaki çocukların neler yaşadığı ve nerede oldukları soruları son bir kişi kalana kadar yüksek sesle sorulacaktır. Köylerin yakıldığı ve bu köylerin boşaltılması için kolluk güçlerinin her türlü baskısına rağmen yaşam alanlarını bırakmak istemeyenlerin çok ağır hak ihlalleriyle karşı karşıya kaldığı dönemler olarak tarihe geçmiş 90’lar, bugün hala toplum üzerinde etkisini göstermekte. Çünkü o tarihlerde işlenen bu suçların çok büyük bir kısmı hiç dava sürecine bile girmezken açılan davaların da süreç sonunda sonuçsuz, cezasız hatta işlenen suçların korunan noktalara evirildiği izlenmektedir. Devletin sorumluluğu gözaltına alınan ve alındıktan sonra kaybedilenlerin akıbetinin öğrenilmesi için dönemin bütün arşivlerini, gizli evrakları, kurum içi yazışmaları, görev alan bütün kişileri araştırmaya, sorgulanmaya hazır hale getirmektidir. Fakat bu şeffalık ne kadar gösteriliyor sonuç olarak bu davalar sırasında ve sonucunda kendini göstermektedir.
Diğer kayıplarla birlikte her cumartesi, iki aileden 4 kadın ve bugün yaşıyor olsaydı 33 yaşında olacak olan o tarihte 3 yaşındaki Dilek Serin'in kaybedilme hikayesi köy yakmalarına dayanıyor; 23-24 Eylül 1994’te Bolu Dağ Komando Tugayı tarafından Dersim’in Gökçek köyü Mirik mezrasında gözaltına alınarak kaybedilen Dilek Serin (3), Gülizar Serin (34), Düzali Serin 34), Hatun Işık (25), Elif Işık (20), Yeter Işık (18), Haydar Işık (60) katledilen Ali Işık’ın (23)[1] hikayesi de zorla boşaltılan ve yakılan köylere dayanıyor. Gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alınamayan bu 7 kişiden ve ailesinin başına gelenleri duyunca mezraya giden daha sonra ölü olarak köy dışında Gökçek Jandarma Karakolu’nun hemen alt tarafında bulunan Ali Işık'ın[2], başına gelenler, mezrada bulunan evler, bağ ve bahçelerin bombalanması, yakılması[3] bu toplumda yaşanan gerçeklerdir. Bu hak ihlalini engelleyecek, en etkin soruşturmayı yürütecek ve gerekli sonuçları ortaya çıkaracak görevli mercii devlettir (ki sözleşmesi, yasası toplumun can ve mal güvenliğini koruma zorunluluğu üzerinden meşruluğunu ortaya koyar) buna karşı harekete geçmek ve hak ihlallerine adı karışmış herkesin gerekli cezalara çarptırılmasını sağlamak görevidir. Onun için Tuğgeneral Yavuz Ertürk ve komutasındaki Bolu Dağ Komando Tugayı en alttan en üste sorumluların açığa çıkarılması ve cezalandırılması ile anılmalıydı bugün. Aileler başvurduğu karakollardan, savcılardan, meclisten yani kısacası neredeyse devletin hiçbir kurum ve kuruluşundan destek alamamış. Devlet, bünyesinde çalışan bu kişilerin üç yaşındaki Dilek Serin’i gözaltına almalarının hesabını sormalıydı ve Dilek’e ne yaptıklarını ortaya çıkarmalıydı. Dilek ve kendisiyle birlikte kaybedilen 7 kişi nerede? Devlet, karakolun dibinde çıplak ve ölü bulunan bedenin akıbetini ortaya çıkarmak zorundaydı, zorundadır. Çünkü bu kadar tetikte olanların dibinde yaşananları görmemiş, bilmemiş olma ihtimalinin güçlüğü bu sorguyu zorunlu kılıyordu, kılıyor…
Aslında hiçbir şey sır değil herkes her şeyi biliyor… Bu insanlar kaybedildiğinde bunların doğrudan ve dolaylı tanıkları vardı ve süreci, olup biten her şeyi gözleriyle gördüler, kulaklarıyla işittiler, anlattılar da ama bu kirli yükün o kadar çok istekli taşıyıcısı vardı ki, onların kirli çığlıklarının arasında haklıların duyulması tercih edilmedi…
Onun için;
“1991 yılında Cizre'de gözaltına alındıktan 18 yıl sonra yol yapım çalışması sırasında kemikleri bulunan Makbule Ökden,
17 Şubat 1992 tarihinde Nusaybin de korucu olmaları için yapılan baskıları protesto etmek isteyen halka askerlerce açılan ateş sonucu yaşamını yitiren Bedriye GÜMÜŞ
27 Temmuz 1992 tarihinde Dersim'de gözaltına alındıktan 8 gün sonra işkenceden tanınmaz haldeki bedeni Elazığ Karşıyaka Kartepe'de 14 Ağustos 1992 tarihinde gömülü bulunan, Ayten Öztürk
Mardin/Derik'te 2 kişi ile birlikte gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Rıdda Yavuz
Eylül 1993 tarihinde Hizbullah tarafından Nusaybin ilçesinin Selahaddin Eyyubi Mahallesi'nde başına çuval geçirilerek kaçırıldıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Sedika Dal
24 Aralık 1993 tarihinde Bitlis/Tatvan/ Wanik köyündeki evlerinden kardeşi Ramazan ile birlikte askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Hamide Şarlı
24 Eylül 1994 tarihinde Dersim/ Mirik'te köye yapılan askeri operasyon sonrası kendilerinden bir daha haber alınamayan Hatun Işık, Yeter Işık, Elif Işık, Gülizar Serin ve onun 3 yaşındaki kızı Dilek Serin
05 Ekim 1994 tarihinde İstanbul'da gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Lütfiye Kaçar
17 Ekim 1994 tarihinde Muş'un Hasköy ilçesine bağlı Ortaç köyünde hayvanlarını sağmak için gittikleri yaylada askeri bir operasyonun ortasında kalan ve kendilerinden bir daha haber alınamayan Gülnaz Tatu ve Kadriye Tatu
24 Ocak 1995 tarihinde Ankara'da gözaltına alınan, işkence görmüş bedeni 76 gün sonra Kırıkkale Kimsesizler Mezarlığı'nda "kimliği meçhul kişi" olarak gömülü bulunan Ayşenur Şimşek
Mayıs 1995 tarihinde Diyarbakır/Bismil'de gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Hatice Şimşek
07 Eylül 1996 tarihinde Diyarbakır/ Bağlar 'da bulunan bir eve Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı sivil polisler tarafından yapılan baskında gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Şükran Daş
10 Eylül 1996 tarihinde evine 1 kilometre uzaklıkta bulunan tarlasını sularken emniyet müdürlüğü tarafından açılan ateş sonucu yaşamını yitiren Hatice Atalay
28 Kasım 1996 tarihinde Diyarbakır'da eşi Mahmut ile birlikte gözaltına alınan ve 2 yıl sonra kimsesiz olarak defnedildiği Cizre Asri Mezarlığı 'na "kimliği meçhul kişi" olarak gömüldüğü anlaşılan ancak mezarına hala ulaşılamayan Fahriye Mordeniz
26 Eylül 1997 tarihinde Kulp-Diyarbakır yolunda otomobilleri durdurularak eşi Orhan ile birlikte beyaz Toros ile kaçırılan ve kendisinden bir daha haber alınamayan Zozan Eren
31 Mart 1998 tarihinde İzmir/Çeşme/Alaçatı'da 3 arkadaş ile birlikte gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Neslihan Uslu
16 Temmuz 1998 gecesi derin devlet bağlantılı Hizbullah tarafından Mersin'de kaçırılan, 21 Ocak 2000 tarihinde İşkence edildikten sonra Konya Meram'daki bir villanın bodrumunda cansız bedenine ulaşılan Konca Kuriş
5 Ocak 2020 tarihinde Dersim de kaybolan ve o tarihten bu yana kendisinden bir daha haber alınamayan Gülistan Doku”[4] ve daha bir çok kadın…
Ve daha nicesi için neredeler, ne yaptınız, sorularını sormaktan vazgeçmeyeceğiz…
3 yaşındaki Dilek Serin’e ne yaptınız? Diye sormaktan vazgeçmeyeceğiz…