Kadınları aileye hapsetmeye, erkek şiddetine boyun eğmeye zorlamaya yönelik yasal hak gaspları için zemin yoklamaya devam eden AKP iktidarı, feminist hareketin ve kadın hareketinin tabir yerindeyse meydanı boş bırakmaması nedeniyle somut adım atmaktan şimdilik imtina ediyor
Bir yıl önce bugün, belki de en çok dillendirilen yeni yıl dileği, 2023’te AKP’den kurtulmaktı. Kılıçdaroğlu’nun kadınların üniversite eğitiminde, kamuda çalışırken örtünmesini yasal güvenceye alacağını söylemesinin ardından, AKP ve Tayyip Erdoğan tabii ki el yükselttiler. Yapılacak bir anayasa değişikliğiyle, hem kadınların örtünmesini ‘anayasal güvenceye’ almayı, hem aileye ilişkin değişikliklerle kadınları aileye hapsedecek, LGBTİ+’ları ise tümüyle yeraltına itecek ve erkek- devlet şiddetinin hedefi yapacak düzenlemeler gündeme alındı.
6 Şubat’ta yaşanan depremin ardından, başta kadınlar olmak üzere depremden sağ çıkanların payına, tarikatların çocukları kaçırması, kadınların dini baskı altına alınması düşerken, IŞİD muhibbi İHH’nın da ‘hayırsever’ faaliyetlerinin önünün açılması sağlandı. Özellikle Alevi halkın yaşadığı bölgelere hiç gitmeyen devlet yardımının, diğer bölgelere de gittiği pek görülmedi. Mart ayı ile itibaren resmen seçim sürecinin başlamasıyla birlikte, depremi yaşayan halk devlet tarafından tümüyle kaderine terk edilirken, ne kadar oy o kadar insani yardım ahlaksızlığına maruz bırakıldı.
Ağırlaşan krize rağmen işçi sınıfını sokaktan uzak tutmaya çalışan CHP, kurulan Millet İttifakı’yla AKP’nin merkezinde olduğu Cumhur İttifakı’ndan ideolojik- politik olarak neredeyse hiç fark taşımayan milliyetçi ve İslamcı partileri Meclis’e taşıdı. Oyuna gelmeyelim söylemiyle toplumsal muhalefeti dizginleyen Kılıçdaroğlu, çok belli ki esas olarak sermayenin kaygılarını gidermek amacıyla başta işçi sınıfı tüm ezilenleri sokaktan uzak tutarken, İslamcı siyasete göz kırpıp kadınların örtünmesini gündeme getirerek başlattığı seçim çalışmalarını, ırkçı-faşist Ümit Özdağ ile yaptığı gizli protokolle tamamladı.
Sendikalar da sınıfın direnişini örgütleyerek, hem AKP sonrası sınıf mücadelesini örmek hem de somut olarak AKP’yi sarsarak seçime gitmek yerine, 1 Mayıs’ta Maltepe’de, gelecek sene Taksim’de olunacağını müjdeliyordu. CHP’nin işçi sınıfının mücadelesinin gücüyle AKP’yi devirmeyi hedefleyerek sermayeye vereceği tavizlerden geri adım atması gerekirken, sendikalar CHP’nin gölgesinde adeta sermayenin kaygılarını gidermeye çalışıyordu.
Seçim süreci Kürt özgürlük mücadelesi açısından elbette devlet saldırısıyla, şoven rekabetle geçerken, seçim sonrasına yönelik beklenti AKP’ye kaybettirme stratejisine bağlı olarak Yeşil Sol Parti açısından da belirleyici oldu.
Son bir yıldır doruğa çıkan seçimleri bekleme siyasetinin en az etkisinde kalan kesimin feminist hareket/kadın hareketi olduğu kesin. Kuşkusuz bunda AKP iktidarının hem seçim kampanyasını hem de bir bütün olarak toplumsal saflaşmayı, kadınları aileye hapsetme ve LGBTİ+ hareketi yer altına itme üzerinden inşa etmesinin etkisi vardı. 1 Mayıs’tan farklı olarak kadın hareketi 25 Kasım’da Tünel’e feminist hareket ise 8 Mart’taki feminist gece yürüyüşü için Taksim’e çağrı yapmaktan, barikatları yıkmaktan, gözaltılara ve polis şiddetine rağmen direnmekten vazgeçmedi. Kuşkusuz bütün toplumu etkisi altına alan “kader seçimi” ruh hali de, seçimden sonra oluşan hayal kırıklığı da, feminist hareketi/kadın hareketini de bir şekilde etkiledi ve kimi farklı politik tasarrufları da gündeme getirdi. Ancak sürecin parlamento seçimlerine dâhil olan siyasal güçler açısından en yalnız ve şiddet tehdidi altında bırakılanı LGBTİ+ hareket oldu kuşkusuz.
AKP’ye kaybettiremeyince
Sonuçta AKP’ye kaybettirilemedi ve CHP’nin Millet İttifakı’nda yan yana geldiği İslamcı ve faşist partiler de Meclis’e girer girmez AKP-MHP çizgisine teslim oldular. Seçim sonuçlarının şok edici etkisini muhalefet üstünden atamazken, AKP ara verdiği adımları hızla atmaya başladı. Haziran ayı buyunca LGBTİ+ onur eylemlerine yönelik devlet şiddeti artarak sürdü, nafaka hakkının gaspı, 6284’ün yürürlükten kaldırılması gibi kadın düşmanı yasal dönüşümler İslamcı ve milliyetçi partilerin dilinden düşmedi.
Büyük sendikalar ve partiler seçim şokunu üstlerinden atamazken seçim süresince azalan, sessizleşen işçi direnişleri yeniden yükselişe geçti. Şireci Tekstil’de başlayan ve başarıyla sonuçlanan eylemlerin ardından Özak Tekstil’de, Trendyol’da ve Burda Bebek’te vd. işçiler direnişe geçerken, kadın işçilerin bir bütün olarak direnişlerdeki kararlılığı ve dayanışması da öne çıktı. Agrobay’da kadın işçilerin sendikalaştıkları için jandarmanın bütün şiddetine rağmen devam ettirdikleri eylemler ve direniş, işçi sınıfının bir beş sene daha sadece seçimleri beklemek istemediğini ortaya koydu. Akbelen’de Limak Holding’in ağaç katliamına verilen devlet desteği, yaşam alanlarını korumak için direnen köylülere yapılan jandarma saldırısına rağmen süren dayanışma, toplumsal hareketlerin parça parça da olsa seçimden bağımsız mücadele dinamizmine sahip olduklarını gösterdi. Keza Cumartesi Annelerinin/İnsanlarının kararlı direnişi haftalar boyu polis şiddetine ve gözaltılara rağmen sürdürdükleri eylemler sonucunda, yeniden Galatasaray Meydanı’na dönmüş olmaları da toplumsal mücadelelerin tek zemininin seçimler olmadığının ispatıydı.
Kadın hareketi 25 Kasım’da hem Türkiye’de hem de Kürdistan’da erkek-devlet şiddetine karşı mücadeleyi aynı kararlılıkla örgütledi. Kadınları aileye hapsetmeye, erkek şiddetine boyun eğmeye zorlamaya yönelik yasal hak gaspları için zemin yoklamaya devam eden AKP iktidarı, feminist hareketin ve kadın hareketinin tabir yerindeyse meydanı boş bırakmaması nedeniyle somut adım atmaktan şimdilik imtina ediyor.
Süregiden savaş politikaları üst üste gelen asker ölümleri ile kışkırtılan milliyetçilik, asgari ücretin açlık sınırının dahi altında kaldığı gerçeğinin, açlık ve yoksulluk nedeniyle gerçekleşen intiharların üstünü örtmenin aracı haline getiriliyor. Bu milliyetçi kabarış altında Kuzey ve Doğu Suriye’de bombardıman devam ederken TJA’lı arkadaşlarımız da kadın kurtuluş mücadelesindeki eylemleri ve toplantıları nedeniyle yargılanmaya devam ediyorlar.
Feminist hareket ve kadın hareketi, Filistin halkının meşru direnişi karşısında İsrail’in katliamlarının ardında hem dünyada hem Türkiye’de “Filistin feminist bir meseledir” diyerek Filistin direnişiyle dayanışmasını gösterdi. Bu esnada Türkiye’de hapishanelerde Kürt tutsaklar ve enternasyonalist devrimciler, Kürt sorununda siyasal demokratik çözümün önünün açılmasının ön şartı haline gelen Abdullah Öcalan’ın tecridinin kalkması için açlık grevlerine başladılar. Şu anda feminist yol arkadaşımız Sebahat Tuncel de açlık grevinde ve onun sesini duymak önemli. AKP’nin 2015’te savaş politikalarına yeniden hız verirken tüm demokratik hak ve özgürlükleri tırpanlayıp faşizmi kurumlaştırırken, patriyakayı güçlendirme siyasetine de hız verdiği biliyoruz. Kayyumlarla Kürt kadın hareketinin tüm kadın merkezleri, dernekleri, sığınakları kapatılırken, İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekildi, 25 Kasım eylemlerine ve feminist gece yürüyüşlerine polis saldırısı başladı. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda Kürt sorununda demokratik ve siyasi çözümün de feminist bir mesele olduğunun altını çizmek önem kazanıyor…
2024 yeniden seçimler ve feminist hareket
Ve yeniden seçim sathı mailine girdik. Yine tuhaf seçim hesapları, saflaşmaları ekseninde hazırlıklar sürerken, ezilenler/toplumsal hareketler açısından tek başına “AKP’ye kaybettirme” siyasetinin işlevsiz kaldığını görmek gerekiyor. Toplumsal mücadelelerin, sermaye fraksiyonları arasındaki saflaşmadan yol çıkarak belirlenen restorasyon politikalarına tabi olması değil, bizzat parlamenter siyasetin yönünü ezilenlerden yana çevirmeye yönelmesi gerekiyor. AKP’nin alternatifinin, sermayeye güvence verilmesine, milliyetçiliğin körüklenmesine, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığının tırmandırılmasına sessiz kalınarak inşa edilemeyeceğini son seçimlerde gördük. Parlamenter muhalefetin de ancak ezilenlerin mücadelesinin AKP iktidarını sarsmasıyla alternatif haline geleceğini de görmek gerekiyor.
Feminist hareket söz konusu olduğunda, yerel yönetimlerden beklenen politikaları, eşit temsili öne çıkarırken, açıkça patriyarkayı hedef alan siyaseti de mücadelenin merkezine koymak önem kazanıyor. Feminist hareket bir seçim hareketi olmadığı için “halkımızın değerleri” diyerek kendi temel politikalarını geriye çekmek, törpülemek ihtiyacında değil. Keza, AKP’nin kadın düşmanı siyasetini dini değerlere dayanarak meşrulaştırmaya çalışması karşısında, zaten AKP’ye karşı konumlanmış seküler kesimlere yönelik, laiklik eksenli bir siyaset yürütmektense, bizzat aileyi hedefe koyan ve toplumun her kesiminden kadının aile içinde yaşadıklarını bilince çıkarmayı hedefleyen bir çizgiyi öne çıkarmak gerekiyor. Ailenin prangalarının kadınlar için ne anlama geldiğini vurgulanarak, yerel yönetim siyasetinin kadınları güçlendirmek ve özgürlük mücadelelerinin önünü açacak şekilde şekillenmesi zorlanmalı.
Diğer yandan AKP’nin patriyarkanın önünü sonuna kadar açma politikaları hiç kuşku yok ki erkek egemenliğinin toplumsal mücadeleler içinde de zemin genişletmesinin önünü açabiliyor. LGBTİ+ hareketten uzak durma, sendikalarda partilerde meslek örgütlerinde kadınların mücadelesini tek başına AKP iktidarına yönlendirmeye çalışma ve toplumsal muhalefet içindeki erkek egemenliğini önemsizleştirme ve yok sayma, feminist hareketin- kadın hareketinin bizzat kendisi için de patriyarkaya karşı mücadelede kadın dayanışmasını güçlü tutmasını elzem kılıyor. Biliyoruz ki kadınlar birlikte güçlü…