Bu anlamıyla ikinci dalga feminist hareketin yükselişine kadar milliyetçi modernizmi kadınların özgürleşmesi olarak sunabildi cumhuriyet. İkinci dalga feminist hareket ise Türkiye’de (ve dünyada) milliyetçi modernizmle hesaplaşırken, Kürt kadın hareketinin yükselişiyle birlikte mücadelesini ve mücadele tarihini resmi erkek Türk tarihçiliğinin ötesinde enternasyonalist bir zeminde inşa etti- ediyor
Sömürücü ülkelerin burjuvazisiyle sömürgelerin burjuvazisi arasında bir ölçüde yakınlaşma olmuştur, öyle ki, sık sık ve belki de çoğu durumda, ezilen ülkelerin burjuvazisi, bir yandan ulusal hareketleri desteklerken, aynı zamanda emperyalist burjuvaziyle anlaşma halindedir, yani emperyalist burjuvazi ile birlikte devrimci hareketlere ve devrimci sınıflara karşı savaşım vermektedir. … Biz sömürge ülkelerin burjuva kurtuluş hareketlerini ancak bu hareketler gerçekten devrimci oldukları takdirde, bu hareketlerin temsilcilerinin o ülkelerdeki köylülüğü ve sömürülen geniş kitleleri devrimci bir ruhla örgütlendirmemize engel olmadıkları takdirde desteklemeliyiz (Lenin1920)[1]
AKP’nin İslamcı ideolojik baskı ve mücadelesi karşısında toplumsal muhalefetin ve hatta sosyalist hareketin Kemalizm’e, cumhuriyetin kuruluşuna referansla siyasal ve toplumsal meşruiyet alanını genişletmeye çalışması olağan hale geldi. 19 Mayıslar, 23 Nisanlar, 29 Ekimler ‘solculuk’ adına kutlanırken Roza Luxemburg’u mezarında ters döndürecek biçimde ‘Çanakkale Zaferi’ de kutlanır oldu. Tarihsel olarak milli mücadele ve cumhuriyetin kuruluşuna ilişkin analizler enternasyonalizmin yanı sıra sınıflar mücadelesine, burjuva devrimlerine ilişkin olarak sosyalistlerin ne demesi gerektiğinden bağımsız düşünülemez kuşkusuz.
Rusya’da 1905 burjuva devrimi ile başlayan süreç 1917 Ekim’inde bir sosyalist devrimle tamamlanırken Osmanlı’da 1908’de başlayan süreç 1923’te Türk burjuva cumhuriyetinin kuruluşu ile siyasal olarak tamamlandı. İttihat Terakki’nin Balkan Savaşı’ndan sonra karar verdiği Müslümanlaştırma- Türkleştirme yönelimi, Mustafa Kemal’in önderlik ettiği milli mücadele kadrolarınca nihayete erdirilirken Türklük temelinde bir ulusal inşaya başlandı. 1920’ler ve 30’lar boyunca Kürt isyanları kanla bastırılırken işçi sınıfının payına sendika ve grev yasakları düşüyordu.
Yeni cumhuriyetin kadroları farklılıklarına rağmen Türklük temelinde uzlaşmış görünüyordu. Laiklik, Tevhidi Tedrisat Kanunu, Hilafetin ve Şer’iye Mahkemelerinin kaldırılması ise yeni devletin yukarıdan aşağı bürokrasisinin ve toplumsal dönüşümün kurumsal- ideolojik çerçevesini belirliyordu.
Feminist hareketin payına düşenler
1908’de meşrutiyetin ilanının hemen ardından bir kadın şubesi de bulunan İttihat Terakki Cemiyeti’nin Selanik’te Kadın isimli bir dergi çıkarması ve kadın derneği (Osmanlı Kadınları Şefkat Cemiyet-i Hayriyesi) kurması, burjuva devriminin kadınlara toplumsal dönüşümde biçtiği rolün göstergesiydi. Yine İttihatçılar tarafında İstanbul’da yayımlanan Demet ve Mehasin’in benzer politik çizgilere sahip olduğunu görüyoruz. İttihatçıların 1908’in çok uluslu yapısının içinden bir çıkış aradıkları dönemde bu yayınlarda “İslam kadını”ndan bahsedilirken, 1923 sonrasında Nezihe Muhiddin’in kontrolünde yayımlanan, feminist bir yayın çizgisine sahip olan Kadın Yolu- Türk Kadın Yolu dergisinde artık sadece “Türk kadını”ndan bahsediliyordu.
Feminist tarih yazımı ile erkek Türk resmi tarihin ötesine geçerek Osmanlı’daki birinci dalga feminist hareketin çok kimlikli yapısını görebildik. Müslüman feministlerin kurduğu Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti 1913 yılından itibaren Kadınlar Dünyası adıyla bir de feminist yayın çıkarmaya başlamıştı ve dergi sayfalarında kullanılan kavram “Osmanlı kadını” idi. 1921’e gelindiğinde Kadınlar Dünyası’nda oy hakkı talebi açıkça dillendiriliyordu. Ermeni kadınlar arasında güçlenen ulusal ve feminist bilinç, 1919 yılında açıktan kendini feminist olarak tanımlayan Hayganuş Mark’ın çıkardığı Hay Gin isimli dergide kendini ifade ediyordu. 1919’da Kürt Kadınları Teali Cemiyeti, 1918’de kurulan Çerkez Kadınları Teavun Cemiyeti ve yayın organı Diyane, Osmanlı feminist hareketinin çoğulluğunun ifadesiydi.
İlerleyen yıllarda Türk Kadınlar Birliği’nin kurucularından biri olan 1925-27 yılları arsında yayımlanan Kadın Yolu dergisinde de yazarlık yapan Şukufe Nihal de “Millî Mücadele” sürecinde aktif olan kadınlardandı ve 30 Mayıs’taki ikinci Sultanahmet mitinginde konuşma da yapmıştı. Sivas Kongresi’nin ardından yine Sivas’ta Kasım 1919’da Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti kurulmuştu. Bu yıllarda siyasal ve askeri mücadeleye katılan kadınlar çok doğal olarak cumhuriyet sonrasında sessizce evlerine dönmüyor siyasal ve toplumsal hayatta hak talep ediyor ve cumhuriyet iktidarına baskı yapıyorlardı.
1923 yılı haziran ayında kurulan Kadınlar Halk Fırkası’nın kapatılmasının ardından Şubat 1924’te kurulan Türk Kadınlar Birliği’nin başkanı olan Nezihe Muhiddin, cumhuriyetten beklentilerinin, 11 Temmuz İnkılabı’nın (1908’de meşrutiyetin ilanı böyle anılıyor) yarım bıraktıklarını tamamlaması olduğunu söylerken, 1908 ile 1923’ün devamlılığını ifade ediyor aslında. TKB ve Nezihe Muhiddin en başından itibaren kadınların siyasal haklarının kazanımının ve eşit vatandaş olmanın önemine vurgu yaparken “Türk kadınları” adına taleplerini dillendiriyor. Hayganuş Mark ilerleyen yıllarda anılarında Nezihe Muhiddin ve TKB ile siyasal iletişim kurmaya çalıştığını ama Nezihe Muhiddin’in uzak durduğunu anlatıyor. Hay Gin’in 1933’e kadar yayımlandığını göz önünde bulundurduğumuzda Türk Kadınlar Birliği’nin Cumhuriyet’in Türklüğe dayalı temellerini sarsmamaya özen göstererek ayakta kalmaya çalıştığını görmek gerekiyor.
Kadınların savaş sürecinde işçi sınıfına katılım hızlarının artmış olması, Batı’daki durumla aynı şekilde erkeklerin savaşta ölmesi sebebiyle çok sayıda ailede evi geçindirenin kadınlar olması, paylaşım savaşı öncesinde Ermeni ve Rum kadınların ağırlıklı olarak çalıştığı sanayi dallarında, Türk kadınların istihdamının artması kadınların hukuken “özgür emek” haline gelerek işçi sınıfına katılımlarının önünü açmayı gerektiriyordu. Medeni Yasa’nın çıktığı 1926’nın hemen ertesi yılında 1927 Sanayi Teşvik Yasası’nın çıkışı cumhuriyet iktidarının savaşlarda yığınsal ve nitelikli işgücünü büyük oranda kaybeden ülkenin hem de düşük ücretli ve örgütsüz çalıştırması daha kolay olan kadınların emek gücünü çekebilmek için de attığı önemli adımlardan biriydi.
1927 yılında Türk Kadınlar Birliği’nin kongresinde Nezihe Muhiddin’in verdiği önerge ile oy hakkı mücadelesinin tüzüğe eklenmesinin ardından derneğe baskı yapılıyor, hatta dava açılıyor ve Nezihe Muhiddin istifaya zorlanıyor. 1928’de Amele Teali Cemiyeti’nin kapatılmasını da göz önünde bulundurduğumuzda tek parti iktidarının toplumsal hareketlerin örgütlenmelerine yaklaşımlarını görebiliriz. Keza 1925’teki ara seçimlerde Halide Edip ve Nezihe Muhiddin’in aday olmaları üzerine Yunus Nadi’nin Şeyh Sait İsyanı’nın yarattığı sorunlar ortadayken kadınların aday olmasının devleti koşullarını gözetmemek olarak değerlendirmesi, kadınların mücadelesine dayatılan milliyetçiği gösteriyordu.
1934’te kadınların oy hakkını kazanmasından sonra Nisan 1935’te TKB’nin ev sahipliği yaptığı Uluslararası Kadın Hakları Kongresi’nde Türkiye Cumhuriyeti Hitler Almanyası ile yakınlaşırken ikinci paylaşım savaşında yan yana gelecek olan İngiltere ve Fransa’nın tezlerinin öne çıkması nedeniyle, TKB kendini feshetmeye zorlandı. Hiç tesadüfi olmayan biçimde Mayıs 1935 başında kongresini yapan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın yeni yönelimi parti-devlet ilişkisini güçlendirirken toplumsal mücadeleleri baskı ile susturmaya devam ediyordu.
Sonuçta milli mücadele kadroları Türk kimliği üzerine inşa ettikleri yeni Cumhuriyet’te her türlü kolektif özgürlük mücadelesini zor yoluyla baskı altına alıyorlardı. Kürt egemen sınıflarıyla kurdukları zora dayalı ittifaka isyan edenlerin (Şeyh Said, Ağrı, Dersim) payına katliam ve sürgünler düşerken, işçi sınıfının payına da meşrutiyet döneminden farklı olarak, sert grev ve örgütlenme yasakları düşüyordu.
Cumhuriyet kadroları, bir yandan kapitalizmin ihtiyaçları, diğer yandan siyasal-toplumsal meşruiyet zeminlerini güçlendirmek amacıyla etkin siyasal güçlerle ittifak ihtiyacıyla, feminist hareketin talepleri çerçevesinde kadınların haklarını teslim etmek zorunda kaldı. Yeni devletin sermaye yanlısı ve milliyetçi temeli patriyarka ile ittifakını da daim kılmak için, feminist hareketi ve ön plandaki isimleri siyaseten tasfiyeye yöneliyordu. Sonrasında ise Türk kadın kimliğini inşa ederken, annelik- modern vatandaşlık vurgusuna her daim milliyetçiliği eklemledi. Bu anlamıyla ikinci dalga feminist hareketin yükselişine kadar milliyetçi modernizmi kadınların özgürleşmesi olarak sunabildi cumhuriyet. İkinci dalga feminist hareket ise Türkiye’de (ve dünyada) milliyetçi modernizmle hesaplaşırken, Kürt kadın hareketinin yükselişiyle birlikte mücadelesini ve mücadele tarihini resmi erkek Türk tarihçiliğinin ötesinde enternasyonalist bir zeminde inşa etti- ediyor.
[1] Uluslar ve sömürgeler komisyonunun raporu 26 Temmuz 1920, UKTH içinde, Sol Yayınları, Çev. Muzaffer Erdost, sf222-3