Bir çoğunuz gibi benim de yolculuğum hiç kolay olmadı ama yaşadıklarımdan verdiğim mücadeleden, arkadaşlarımın mücadelesinden çok şey öğrendim. Mesela bir ev işçisi olduğumu, her gün yaptığım ev işinin bir iş olduğunu öğrendim. Değerli olduğumu, hayata dair kendi fikirlerim olduğunu, kendi kararlarımı kendim verebildiğimi öğrendim. 3. kattan düşmemin kader ve kaza olmadığını öğrendim. Yasaların ev işçilerini korumadığını öğrendim
Merhaba, ben Minire İnal. Kim miyim? Burdur’un bir köyünde doğdum, ilkokul mezunuyum. 20 yaşımda evlendim ve 21 yaşımda anne oldum. Eşim inşaat işçisiydi ve düzgün bir işi yoktu. Kiralar, çocuklar, ekonomik sıkıntılar arttıkça, çalışmak zorundaydım. Ancak ne yapabilirdim?
Köydeyken babaannem beni mahalle terzisine çırak vermişti. Orada terziliği öğrendim ve bir mesleğim oldu. İşe ihtiyacım olunca ben de küçük bir tekstil atölyesine girdim ve iş hayatım böyle başladı. Turizm sektöründen, restoran kafelere kadar birçok işte çalıştım. Bu arada ikinci çocuğum dünyaya geldi. Bir süre eve döndüm, ancak çocuklar biraz büyüdükten sonra tekrar tekstilde çalışmaya başladım.
Çalıştığım iş yerinde o zaman Başbakan’ın “teğet geçti” dediği ekonomik kriz bizi delip geçti. Ekonomik kriz bahanesiyle ücretlerimiz ödenmemeye başlandı. Krizin faturasını işçiler ödemeyecek diyorlar ya, öyle olmuyor. Faturayı biz ödedik. Önce maaşlarımız geç ödenmeye başlandı; bir ay, iki ay, üç ay derken öfkemiz büyüdü. Sonunda fabrikada direniş yaptık, ancak bilinçli olmadığımız için direnişimiz başarısız oldu. Herhangi bir sendikamız da yoktu, sendika bilincimiz de yoktu… Yine işsiz kaldım, iki çocuk, bir eş, iyice çıkmaza girdim.
İş arıyordum. Artık belli bir yaşa gelmiştim ve tahsilim yoktu. En iyi bildiğimiz iş ev işiydi. Annelerimizin bize öğrettiği ev işi bana meslek oldu. Birkaç arkadaşım yardımcı oldu, onların çevresindeki ailelerin evlerine gündelik temizliğe gitmeye başladım. İş bir gün var, üç beş gün yoktu ama neyse ki kısa zamanda çevre edindim ve neredeyse boş günüm kalmadı. Tekstilde, turizmde çalışırken SGK'larımız düzgün ödenmiyordu, gündelikçiyken SGK’nın adı da yoktu. İstemek de aklımıza gelmiyordu. İşçiydik ama buna biz de inanmıyorduk. Zamanla bazı gittiğim evlerde sürekli çalışmaya başladım, düzenli olarak haftanın belli günlerinde aynı evlerde çalışıyordum. Yine de kendimi işçi gibi görmüyordum, onlar da bana işçi gibi davranmıyorlardı. Sanki o aileye yardım ediyordum, işin bir standardı, süresi, tatili, fazla mesaisi yoktu. Zaten evde de aynı işi yapıyordum. Evde yaparken kimse beş kuruş vermiyor, yine de otomatik olarak işleri yapıyoruz. Çünkü annemiz de aynı, anneannelerimiz/babaannelerimiz de aynısını yapmış, onların anneleri de… Kadınlar bu işleri yaptığından, bu işler kadın işleri diye biliyorduk. Bize öyle öğretilmişti.
Bir gün yine düzenli olarak gittiğim evde çalışırken iş kazası geçirdim. Gerçi iş kazası demeyi de yıllar sonra öğrenmiştim. Bu eve haftada iki gün gidiyordum. Her zamanki gibi işe salonun camlarını silmekle başladım. Camlar o kadar büyüktü ki anlatamam, her sildiğimde bacaklarım titriyordu. O gün cam silerken bir anda kendimi yerde buldum. 3. kattan düşmüştüm. Şimdi yazarken de çok zor geliyor hatırlaması. Yerde sanırım kısa bir baygınlık geçirdim, inliyordum. O sırada evin önünden geçen bir adam beni fark etmiş, geldi ve ne olduğunu sordu. Beni düşerken gördü mü, görmedi mi bilmiyorum. Adama üçüncü katın ziline bas dediğimi hatırlıyorum. Yan binada oturan bir kadın da gelmiş, bana yardımcı olmaya, ballı su içirmeye çalışıyordu. Eve haber vermelerini istiyor ancak konuşmakta zorlanıyordum.
Ev işverenim olan adam evdeydi, hemen ambulans çağırdılar ve hastaneye götürüldüm. Röntgen, ultrason ve birçok tetkik yapıldı. İç kanama geçiriyordum, her yerim kırılmıştı. Çok uzunca bir süre hastanede kaldım ve sayısını hatırlayamadığım kadar çok operasyon geçirdim. Ne benim ne de eşimin sağlık güvencesi yoktu. Yeşil kart çıkarttık ve hastane masrafları orada karşılandı. İki ayın sonunda taburcu oldum, ancak aylarca bakıma muhtaç kaldım. Annem ve eşimin annesi hep yanımdalardı.
Ekonomik durumumuz iyice dibe vurmuştu. Bir çocuğum asker, biri öğrenci, ev kira, eşimin düzgün bir işi yoktu… Sıkıntı çekiyoruz, ev kiramızı ödeyemiyoruz. Ailemin ve akrabaların desteğiyle karnımızı zor doyuruyoruz. 2009'da iş kazasını yaşadıktan 3 yıl sonra, 2011 yılında Antalya'ya ev işçilerini anlatan bir belgesel geldiğini öğrendim. Bir kadın örgütü bu belgeseli göstermek için ev işçilerine ulaşmaya çalışıyormuş. Bana haber veren arkadaşım bu fırsatı kaçırmamam gerektiğini söyledi. Ancak durumum elverişli değildi, hem sağlık açısından hem ekonomik açıdan. Arkadaşım beni arabayla götürüp getireceğini söyledi ve gittik…
Hani derler ya bir kitap okudum, hayatım değişti. Benim de başıma işte böyle bir şey gelmişti. Benim hayatım da bu belgeseli izledikten sonra ve o arkadaşlarla tanıştıktan sonra bambaşka bir noktaya evrildi. Filmi İmece Kadın Dayanışma Derneği'ndeki Gündelikçi Kadınlar Birliği getirmişti. Ev işçilerini örgütlemeye koyulmuşlardı. İstanbul'dan onca yolu bize ulaşmak için gelmişlerdi ve bu beni çok etkiledi. Telefon numaralarımızı aldık, önce telefonda konuşmayla başladık derken bir süre sonra baktım ben de İmece’li olmuşum. Ben Antalya'da, onlar İstanbul'da ev işçilerini, gündelikçileri örgütlemeye koyulduk.
Bu arada benim yaşadığım iş kazası ile ilgili mücadelemizi başlattık. Çalıştığım evdeki işverenim olan çifte dava açtım. Dava sürecim devam ederken mücadelemiz de sürdü. Bir süre sonra bir sendika kurmanın büyük bir ihtiyaç olduğunu anladık. 2014 yılında İmece Ev İşçileri Sendikası'nı resmi olarak kurduk. Şimdi bu sendika uluslararası alanda önemli ve Türkiyeli ev işçilerinin sesi olarak çalışıyor.
Bir çoğunuz gibi benim de yolculuğum hiç kolay olmadı ama yaşadıklarımdan verdiğim mücadeleden, arkadaşlarımın mücadelesinden çok şey öğrendim. Mesela bir ev işçisi olduğumu, her gün yaptığım ev işinin bir iş olduğunu öğrendim. Değerli olduğumu, hayata dair kendi fikirlerim olduğunu, kendi kararlarımı kendim verebildiğimi öğrendim. 3. kattan düşmemin kader ve kaza olmadığını öğrendim. Yasaların ev işçilerini korumadığını öğrendim. Öyle ki 3. kattan düşerek iş kazası geçirmem, iş güvenliği yasaları için yeterli gelmeyebiliyor. 2015 yılında çıkan ayrımcı bir yasayı gerekçe yaparak, ayda 10 günden az çalışan ev işçilerini işçi saymayarak, çalışırken 3. kattan düşen ben iş kazası geçirmemiş kabul edildim ve bu yüzden davamı kaybettim. Yasaların adil olmadığını öğrendim. Ama öğrendiklerim beni içe kapanmaya değil, daha da ileri atlamaya teşvik etti.
Köylü kızı Minire şimdi İmece Ev İşçileri Sendikası Genel Başkanı, aynı zamanda İmece Kadın Dayanışma Derneği'nin de başkanı. Bu vesileyle sadece Türkiye'de değil, ev işçilerinin sorunlarının dünyanın hemen hemen her yerinde aynı olduğunu öğrendim.
Benim gibi ev işçisi olup mücadele ile haklarını arayan başka ülkelerden kadın sendikacılarla tanıştım. IDWF Uluslararası Ev İşçileri Federasyonu üyesi olarak genel kurullara, konferanslara katılmak için Güney Afrika'ya, Belçika'ya, İtalya'ya gittim. Geçen yıl kaybettiğimiz dünya ev işçileri mücadelesinin annesi olarak kabul gören Güney Afrika Ev İşçileri Sendikası SADWU’nun başkanı Myrtle Witbooi'yle tanışma onurunu yaşadım. Katıldığım konferanslarda dünyanın birçok ülkesinden katılan temsilcilerle beraber ev işçilerinin sorunlarını, haklarını konuşup tartıştım. En son geçtiğimiz aylarda Brüksel'de bir aradaydık. Birbirimizden güç almaya devam ediyoruz.
Yaşadıklarımız ne kadar ağır olsa da, susmayacak, durmayacak mücadele edeceğiz. 1 Mayıs işçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü yaklaşırken tüm kız kardeşlerime hayatımızı ellerimize alabileceğimizi söylemek için bu yazıyı yazdım. Gelin örgütlü mücadeleye katılın. Biz ev işçileri her yıl olduğu gibi bu sene de alanlarda olacağız. 1 Mayıs alanlarında birlikte haykıralım, "Ev işi iş, ev işçisi işçidir." Yaşasın 1 Mayıs, yaşasın ev işçilerinin örgütlü mücadelesi.